Stratejilerin etkin bir şekilde uygulanması, ekonomik krizlerin etkilerini azaltmaya ve sürdürülebilir bir büyüme sağlanmasına yardımcı olacağı kanaatinde olmakla birlikte. Temennim odur ki; ne küresel ne de ulusal anlamda enflasyon ve yüksek faizlerinin altında ezilmeyeceğimiz bir yıl olmasıdır.

2025 yılı itibarıyla ekonomi yönetimi, birçok ülkenin karşılaştığı çeşitli zorluklar ve belirsizliklerle şekilleniyor. Özellikle ABD Başkanı Trump’ın ek vergileri gündeme getirmesi ile başlayan ABD, Çin, Avrupa Birliği Üye ülkelerinde, karşılıklı vergi artırımları gündeme gelirken; tüm dünyayı saran endişe piyasalarda âdeta türbülans etkisi yaratmış olmalı ki birçok ülkede kriz önlemleri alınmaya başlandı. Tüm Dünya piyasalarını etkileyen bu çıkış henüz sıcaklığını korurken, ülkemizde yaşanan siyasi hareketliliğin de piyasalara olumsuz yansıdığı aşikâr.
Mart ayında TÜFE 2.6 oranında artış gösterdi. Aylık bazdaki bu artış, yıllık bazda yaklaşık %39’lara denk geliyor. Bu da Türkiye’yi yüksek enflasyonlu ülkeler liginde tutmaya devam ediyor. Dünya enflasyon sıralamasında hala sondan beşinci sırada olan ülkemizde işletmeler ve halk adeta enflasyon bağımlısı haline gelmiş durumda. Bir zamanlar Avrupa Birliği Üye Ülkeleri arasına girmek için %5’lerin altını hedeflerken bugün %39’lara seviniyoruz. Tabii bu arada baharı beklerken gelen ani kışı ve don hadisesini de unutmamak lazım. Tarım sektöründe yaşanan bu beklenmedik don olayı, gıda fiyatları üzerindeki etkisiyle enflasyonun başka bir tetikleyicisi olarak önümüzdeki aylarda görülecektir. Bu arada riskli firmaların ve birçok sektörün yılın ilk çeyreği sonrasında piyasaların açılabileceği ümidi ile sabırsızlıkla beklediği Merkez Bankası’nın faiz indiriminin de maalesef gerçekleşmediğini de unutmayalım.
Peki bunca olumsuzluğa nazaran biraz da piyasaların ya da sektörlerin beklentilerine bakalım. Örneğin; en sondan başlarsak, don olayının tarım üreticilerinden üzerinde yaşattığı büyük zararların, devlet tarafından karşılanması beklentisi var. Mutlaka hükümetimiz bununla ilgili birtakım önlemler alacaktır. Fakat üreticinin zararlarının karşılanması ürünü geri getirmeyecek ve ithal ürünlerle piyasa arzı giderilecek. Bu da gıda fiyatlarının artması demektir ki, üreticinin zararlarını giderdiğiniz gibi tüketiciyi de sübvanse edemeyecek ve zaten enflasyonla eriyen alım gücünün daha da azalmasına vesile olacaktır. Yani yine bir enflasyon etkisi demektir. Faizlerin düşmesini bekleyen konut sektörü, imalat sektörü, yeni yatırımlar için tetikte bekleyen KOBİ’ler gibi tüm sektörler faiz enflasyon çıkmazında.
Demek ki; 2025 yılı maalesef hem küreselde hem de ülkemizde hiç de iç açıcı sinyaller vermemekte. Öyleyse tüm sektörler gelen ve gelecek olan kriz için önlemler almak zorunda. Ekonomik kriz yönetimi ile ilgili önlem alan ve stratejisini önceden belirleyen firmalar bu yılı biraz daha az kayıpla tamamlayacağı gibi yeni fırsatlar da yaratabilirler. Ama önlemini zamanında almamış, piyasa ekonomisine alışık firmalar bazı temel yaklaşımlar geliştirmek zorunda kalacaklar.
Ekonomik krizler genellikle ani gerçekleşir. Bu durumlarda hükümetler, piyasalara hızlı bir şekilde müdahale ederek, likidite sorunlarını giderir ve ekonomik istikrarı sağlarlar. Ama bu ani gelişen bir kriz değil, özellikle pandemi döneminden başlayan ve kartopu gibi büyüyerek gelen bir süreç. Dolayısıyla hükümetlerin bu gibi bir süreçte hızlı karar alması, hızlı sonucu getirmeyeceği için şirketler kendi dirençlerini artırıcı önlemleri hükümetlerden daha önce kendileri almak zorundadır. Bu nedenle, şirketler kendi harcamalarını, finansal kaynaklarını, borçlanma tabloları, stok üretimlerini acilen gözden geçirerek, hükümetin de alacağı önlemlerle kendilerine can suyu sağlamalıdırlar. Hükümet işletmelere mali teşvikler uygulamalarını artırmalı. Altyapı projeleri, vergi indirimleri ve sosyal yardımlarla, ekonomik aktiviteyi canlandırmalı.
Merkez Bankası para politikalarını yeniden gözden geçirerek, faiz oranlarını düşürmeli veya para arzını artırarak ekonomik büyümeyi teşvik edebilmeli. Düşük faiz oranları, kredi alımını teşvik eder ve yatırım yapma isteğini artırır. Krizlerden en çok etkilenen sektörlere yönelik özel destek programları oluşturulmalıdır. Örneğin; turizm, imalat ve perakende sektörlerinde, istihdamı koruma ve artırma amacıyla destek verilmesi faydalı olacaktır.
Global bir kriz karşısında uluslararası iş birliği kritik öneme sahiptir. Küresel kavga haline gelen vergi artırımları durdurulmalı ve ülkeler birlikte hareket ederek ticaret engellerini kaldırabilir ve ekonomik büyümeyi teşvik eden politikalar geliştirmeli.
Kriz dönemlerinde, dijital dönüşüm ve teknolojik yenilikler, işletmelerin dayanıklılığını artırabilir. Bu bağlamda, e-ticaret ve uzaktan çalışma gibi alanlara yatırım yapılması, hibrit çalışma seçenekleri gözden geçirilerek, şirketlerin mali yükü azaltılmalı.
Ekonomik zorluklardan etkilenen bireyler için sosyal güvenlik ağının güçlendirilmesi, toplumsal istikrarı sağlamak açısından oldukça önemli olacaktır.
Bu stratejilerin etkin bir şekilde uygulanması, ekonomik krizlerin etkilerini azaltmaya ve sürdürülebilir bir büyüme sağlanmasına yardımcı olacağı kanaatinde olmakla birlikte. Temennim odur ki; ne küresel ne de ulusal anlamda enflasyon ve yüksek faizlerinin altında ezilmeyeceğimiz bir yıl olmasıdır.