Büyük bir heyecanla cumhuriyetimizin 100. yılı için belirlediğimiz 500 milyar dolar ihracat hedefimizi, dünya ticaretinin yeteri kadar hızlı büyümeyeceğini öngörerek, ‘2023 yılında dünya ihracatından yüzde 1.5 pay almak’ şeklinde revize ettik.
Mevcut durumumuzu kısaca özetlersek, 2018 yılında 168 milyar dolar ihracat ile kendi ihracat rekorumuzu kırdık. Ancak dünya ihracat hızı bizim ihracatımızın artış hızının üzerine çıktığından, dünya pazar payımız yüzde 0.885’ten, yüzde 0.883’e geriledi. Kısaca, bir anlamda ‘Pirus zaferi’ kazandık. Peki neden?
Bütün şirket patron ve yöneticilerimizin, biraz da iç pazardaki daralma da dikkate alınarak, büyük bir ihracat yapma isteği içinde olduğunu biliyoruz. Ancak ihracatın büyük bir ‘küresel savaş’ olduğunu, dolayısı ile müthiş bir ‘büyük resmi’ okuma ve sistematik bir çalışma yapma gereğini dikkate almıyor veya alamıyoruz.
Her ne kadar sistematik bir şekilde hedef pazar analizi yapamasak bile, bir şekilde ‘gözümüze kestirdiğimiz’ hedef pazarlar ile ilgili bilgi toplamaya çalışıyoruz. Oysa öncelikli olarak çözülmesi gereken problem; ‘gözümüze kestirdiğimiz hedef pazarları inceleme’ yerine, ‘hangi pazarlar hedef pazardır’ olmalıdır. Kolay gibi görülen bu soru son derece karmaşık bir problemdir ve ‘sistem analiz’, ‘senaryo analizi’, ‘data analizi’, ‘küresel pazarlama’ gibi pek de aşina olmadığımız temel disiplinlerde bilgi sahibi olmayı gerektirir.
İhracat sürecini başlattığımızda ise daha çok ürünlerimize ve hedef pazara konsantre oluruz. Oysa aynı hedef pazar üzerinde ‘emelleri’ olan birçok farklı ülke şirketleri de vardır. Hiçbir ülke ‘Türkler’in çok ciddi ihracat hedefleri var, biz biraz geri duralım da onlar hedeflerine ulaşsın’ demez. Bu durumda da karşımıza yine pek fazla aşina olmadığımız ‘rakip analizi’, ‘karar teorisi’ ve ‘oyunlar teorisi’ gibi disiplinler çıkar.
Örneğin; hedef bir pazarda ve belli bir üründe Çinli şirketler pazarın yüzde yetmişini ele geçirmiş ve pazar daralma trendinde iken bu pazarı ‘hedef pazar’ olarak tanımlamak, irrasyonel bir karardan ziyade bir çılgınlıktır. Oligopol özelliği gösteren böyle bir pazara hiçbir ilgi gösterilmez. Tabii ki gösterilebilir ama bu sorunun cevabı için ciddi bir ‘strateji’ ve ‘oyunlar teorisi’ bilgisine ihtiyaç vardır.
Bu noktada öncelikle üniversitelerimize çok önemli bir görev düşüyor. Yukarıda sözünü ettiğim disiplinler; strateji, sistem analizi, senaryo analizi, optimizasyon, küresel pazarlama, data analizi, rakip analizi ve oyunlar teorisi gibi konularda yetkinlikleri tabana yayabilmeli, iş adamlarımıza ulaşabilmeli ve onları bilinçlendirmelidirler.
Bildiğim kadarı ile dünya ihracat lideri Çinli işadamları kendilerini yönetsel konularda yeterli bulmuyor ve hızla bu açıklarını kapatıyor. Eğer ihracatta küresel boyutta rekabet edebilmek ve başarılı olabilmek istiyorsak adını bile yeni duymuş olabileceğimiz birçok konuda var gücümüz ile kendimizi eğitmemiz ve bu eğitimleri tabana yaymamız gerekiyor.
Kısaca, ‘eğitim şart!’ ama ‘oyunun kuralını’ koyabilme yetkinliği kazandırabilecek eğitimler!
İhracatta ‘Eğitim Şart!’
Paylaş