Hayat bizi istediği şekle sokamaz. Öyle bir gücü yok. Uyumlu, ahenkli bir iç dünya oluşturarak kendimizi tanıyarak, yetkinliklerimizi geliştirerek kurban olmaktan kurtulabiliriz. Önce ‘hayır’ demeyi öğrenmek zorundayız. Sonra da iç ve dış uyumu sağlayarak güçlü, esnek, akıllı ve bilgili olarak istediğimiz değişimleri yapabiliriz. Önemli olan, eyleme geçmek ve istediklerimizi gerçekleştirene kadar denemeye devam edebilecek kararlılığı gösterebilmektir. Bunu yapacak güce sahibiz.
Son günlerde gittikçe artan ve oldukça sık yaşadığım bazı durumlar olmaya başladı. Kimle karşılaşsam, işimden ve benim neler yaptığımı bildiklerinden, “Turgay Hocam, beynimi formatlayacak bir şeyler öner” diyorlar. Özellikle son günlerde oldukça olumsuz düşünce girdabında olduklarından, kötü bir şey olacak hissinden ve hiçbir şeyden tat alamadıklarından şikâyet etmekteler.
Onlara günlerini nasıl geçirdiklerini sorduğumda, ‘çok çalıştıklarından, nefes alamadıklarından, kendilerine ayıracak vakitleri olmadığından, ev geçindirme yüzünden telaş içinde olduklarından, çocuktan, bazen eşten, ülkenin durumundan’ vs. anlatmaya başlıyorlar. Ben de, ‘normal’ diyorum, zira sadece çalışmak, ev geçindirme telaşı, sürekli bir takım istek ve arzuların ertelenmesi sonucu monotonlaşan ve kısır döngüye dönüşen uyum çabası doğal olarak insanları mutsuzluklara itmekte; dolayısıyla bir takım duygusal, ruhsal ve hatta fiziksel sorunlara neden olmaktadır.
Bu kadar yükü kimse kaldıramaz. Her açıdan yük altına giren, kendi başına yaşamaya zorlanan insan, yalnızlık, yabancılık ve değersizlik duygularıyla baş etmek zorunda kalacak çoğunlukla da bu duygulara yenik düşecektir. Özellikle son yıllarda insanlar sorunlarına çare aramak için antidepresan ilaçlara sarılmakta, psikiyatri seansları almakta, New Age tarzı moda arayışlar içine girmektedir.
Bu yönelimlerin bazısı işe yararken bazıları da durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Yine de kişiye bağlı bir değişken olmakla birlikte bazı insanlar daha da uçlara savrulmakta, kahve falları, inzivaya çekilme, hacıya, hocaya, üfürükçüye yönelmekte ve bilim ve akıl dışı arayışlardan medet ummaktadır.
İnsan mantık dışı bir varlık olduğu için ne yapacağı kestirilemiyor bazen. En akıllımız en deli işler yaparak mutlu olmaya çalışmaktadır.
Benden yardım isteyenlere önerdiğim yollar onlara çok uzun göründüğünden hap bilgiler veya hızlı işe yarayacak çözümler istiyorlar. Ben de “Ustalığın kestirme yolu yoktur” dediğimde ise “O kadar vaktimiz yok” diyerek önerilerimin çoğunu duymuyorlar bile…
Hayattayız ama hayatı yaşayamıyoruz ve bunun da birçok nedeni var. Sorumluluklar, çaresizlikler, bağımlılıklar, yetersizlikler, sadece kendimize ait olamayışımız, güçsüzlükler, ihtiraslar, hırslar, yetinmemek, açgözlülük gibi unsurlar da eklenince hayatın tadı tuzu kaçıyor.
Parası gücü, mevkisi, zamanı olan da yapamıyor zira onların da bazı açmazları olabiliyor. Yani herkes biraz eksik ve yetersiz bir şekilde. Oysa hayatı yaşamak var olmaktan önce gelir aslında. Hayattan tat almak, eğlenmek, dinlenmek, oyalanmak, şakalaşmak, doğayla iç içe olmak, dostlarla yarenlik etmek, sevdiklerimize zaman ayırmak, tatile gitmek, etkinliklere katılmak, kahve içmek, kitap okumak, bazen tembellik etmek, yürüyüşler yapmak, uğraşılar edinmek, yeni yerler keşfetmek gibi insana özgü şeyler de yaşamak için önemli. Yapamıyorsak bunları ve sadece şikâyet etmeyi öğrenmişsek; değişmek ve gelişmek için bir çaba içinde değilsek işimiz zor.
Hayat bizi istediği şekle sokamaz. Öyle bir gücü yok. Elimiz soğan doğramayacak bizim de. Uyumlu, ahenkli bir iç dünya oluşturarak kendimizi tanıyarak ve yetkinliklerimizi geliştirerek kurban olmaktan kurtulabiliriz. Önce ‘hayır’ demeyi öğrenmek zorundayız. Sonra da iç ve dış uyumu sağlayarak güçlü, esnek, akıllı ve bilgili olarak istediğimiz değişimleri yapabiliriz. İstemek önemli ama daha da önemli olan, eyleme geçmek ve istediklerimizi gerçekleştirene kadar denemeye devam edebilecek kararlılığı gösterebilmektir. Bunu yapacak güce sahibiz. Unutmayalım, başkası için mümkün olan bizim için de mümkün olabilir, öğrenebiliriz. Zorluklar bizi kamçılayan önemli unsurlardır. Kaçmak yerine savaşmayı tercih etmek daha değerlidir.
Son günlerde gittikçe artan ve oldukça sık yaşadığım bazı durumlar olmaya başladı. Kimle karşılaşsam, işimden ve benim neler yaptığımı bildiklerinden, “Turgay Hocam, beynimi formatlayacak bir şeyler öner” diyorlar. Özellikle son günlerde oldukça olumsuz düşünce girdabında olduklarından, kötü bir şey olacak hissinden ve hiçbir şeyden tat alamadıklarından şikâyet etmekteler.
Onlara günlerini nasıl geçirdiklerini sorduğumda, ‘çok çalıştıklarından, nefes alamadıklarından, kendilerine ayıracak vakitleri olmadığından, ev geçindirme yüzünden telaş içinde olduklarından, çocuktan, bazen eşten, ülkenin durumundan’ vs. anlatmaya başlıyorlar. Ben de, ‘normal’ diyorum, zira sadece çalışmak, ev geçindirme telaşı, sürekli bir takım istek ve arzuların ertelenmesi sonucu monotonlaşan ve kısır döngüye dönüşen uyum çabası doğal olarak insanları mutsuzluklara itmekte; dolayısıyla bir takım duygusal, ruhsal ve hatta fiziksel sorunlara neden olmaktadır.
Bu kadar yükü kimse kaldıramaz. Her açıdan yük altına giren, kendi başına yaşamaya zorlanan insan, yalnızlık, yabancılık ve değersizlik duygularıyla baş etmek zorunda kalacak çoğunlukla da bu duygulara yenik düşecektir. Özellikle son yıllarda insanlar sorunlarına çare aramak için antidepresan ilaçlara sarılmakta, psikiyatri seansları almakta, New Age tarzı moda arayışlar içine girmektedir.
Bu yönelimlerin bazısı işe yararken bazıları da durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Yine de kişiye bağlı bir değişken olmakla birlikte bazı insanlar daha da uçlara savrulmakta, kahve falları, inzivaya çekilme, hacıya, hocaya, üfürükçüye yönelmekte ve bilim ve akıl dışı arayışlardan medet ummaktadır.
İnsan mantık dışı bir varlık olduğu için ne yapacağı kestirilemiyor bazen. En akıllımız en deli işler yaparak mutlu olmaya çalışmaktadır.
Benden yardım isteyenlere önerdiğim yollar onlara çok uzun göründüğünden hap bilgiler veya hızlı işe yarayacak çözümler istiyorlar. Ben de “Ustalığın kestirme yolu yoktur” dediğimde ise “O kadar vaktimiz yok” diyerek önerilerimin çoğunu duymuyorlar bile…
Hayattayız ama hayatı yaşayamıyoruz ve bunun da birçok nedeni var. Sorumluluklar, çaresizlikler, bağımlılıklar, yetersizlikler, sadece kendimize ait olamayışımız, güçsüzlükler, ihtiraslar, hırslar, yetinmemek, açgözlülük gibi unsurlar da eklenince hayatın tadı tuzu kaçıyor.
Parası gücü, mevkisi, zamanı olan da yapamıyor zira onların da bazı açmazları olabiliyor. Yani herkes biraz eksik ve yetersiz bir şekilde. Oysa hayatı yaşamak var olmaktan önce gelir aslında. Hayattan tat almak, eğlenmek, dinlenmek, oyalanmak, şakalaşmak, doğayla iç içe olmak, dostlarla yarenlik etmek, sevdiklerimize zaman ayırmak, tatile gitmek, etkinliklere katılmak, kahve içmek, kitap okumak, bazen tembellik etmek, yürüyüşler yapmak, uğraşılar edinmek, yeni yerler keşfetmek gibi insana özgü şeyler de yaşamak için önemli. Yapamıyorsak bunları ve sadece şikâyet etmeyi öğrenmişsek; değişmek ve gelişmek için bir çaba içinde değilsek işimiz zor.
Hayat bizi istediği şekle sokamaz. Öyle bir gücü yok. Elimiz soğan doğramayacak bizim de. Uyumlu, ahenkli bir iç dünya oluşturarak kendimizi tanıyarak ve yetkinliklerimizi geliştirerek kurban olmaktan kurtulabiliriz. Önce ‘hayır’ demeyi öğrenmek zorundayız. Sonra da iç ve dış uyumu sağlayarak güçlü, esnek, akıllı ve bilgili olarak istediğimiz değişimleri yapabiliriz. İstemek önemli ama daha da önemli olan, eyleme geçmek ve istediklerimizi gerçekleştirene kadar denemeye devam edebilecek kararlılığı gösterebilmektir. Bunu yapacak güce sahibiz. Unutmayalım, başkası için mümkün olan bizim için de mümkün olabilir, öğrenebiliriz. Zorluklar bizi kamçılayan önemli unsurlardır. Kaçmak yerine savaşmayı tercih etmek daha değerlidir.