Teknolojinin insan yaşamına hoyrat bir şekilde girmesiyle insan belki de daha öncesinde olmadığı kadar sürekli bir uyarı bombardımanı altındadır. Bu ne olduğu belli olmayan, faydasından çok zararı olan bu uyarılar bireyi duygusal ve ruhsal açıdan kendine köle yaptığını söylesek abartmış olmayız sanıyorum
Cep telefonu önceleri asrın keşfi olarak kabul edildi doğal olarak doksanlı yılların ortasında. Uzay Yolu dizisinden ne kadar da imrenirdik hayali cep telefonlarına… O zamanlarda şehirlerarası telefon görüşmesi yapmak bile günleri alabiliyordu… PTT’ye yıldırım veya acele yazdırarak öne çekebiliyorduk fiyatını ödeyip. Şanslıysak ve ulaşabilmişsek karşı tarafa çok da mutlu oluyorduk telefon görüşmesi yapmaya. Çünkü karşı tarafa ulaşabilmek de ayrı bir sorundu bir zamanlar… Eve telefon alabilmek için de aylarca sıra bekleniyordu bir zamanlar… Cep telefonu denemelerinde, sahra telefonlarını az mı yanımızda taşımadık…
Haberleşme önemli bir ihtiyaç doğal olarak. Telefon, teleks ve belgegeçer (fax) bir zamanlar büyük devrimdi bizler için… Ama cep telefonunu, telefon olmaktan çıkartıp “akıllı” sıfatı eklendiğinde ve cebimize başka bir nesneye dönüşüp girene kadar…
Bilgisayar artık bilgiyi saymadığı gibi telefonda artık telefon değil; konuşmaktan öte o kadar çok şey anlamına geldi ki şimdi onsuz yaşamak sanki imkansızmış gibi geliyor onca tehlikesi ve zararına rağmen…
Telefon dinlemelerinden canı yananları, kabarık faturalardan çok, insanı sürekli alarmda tutan, yalnız bırakmayan, nefes aldırmayan ve sürekli “ulaşılabilir” olmasından kaynaklanan yoğun bilgi bombardımanı ile insanın ruhsal yapısının da çok büyük tehlikeler altında olduğunu artık malumun ilanı olduğunu herkes bilmektedir.
İnsan yararına kullanılan hiçbir şeye karşı olduğumuzu söylemiyorum ama kimin kimi kullandığını da bilmek ve anlamak zorundayız. “Telefon veya benzeri aletler mi bizi kullanıyor yoksa biz mi onları kullanıyoruz ve kullanmalıyız?” karar vermek zorundayız.
İnsanların sürekli telefonlarına bakıp yürümeleri, yanındaki insanlara rağmen başkalarıyla yazışmaları veya başka alemlerde gezinmeleri, sürekli ama bıkmadan gelen, mahremiyetleri yok eden mesajlar ve reklamlar insanı deli etmeye, çileden çıkartmaya yetiyor da artıyor bile…
Biraz nefes almak ve rahatlamak gerekiyor. Hızlı bir yaşama biraz “dur” deyip, kendimize gelmek, sakin olmak, doğaya (kalmadı ya) dönmek, sakin yemek, konuşmak, vakit geçirmek, yarenlik etmek ve alt komşumuzu yeniden keşfetmek gerekiyor.
Bu da olmadı bilgisayarlarımızı nasıl bir anti virüs sistemi ile korumaya alıyorsak, kendimizi de koruma altına almalıyız… Zira bu kadar büyük bir baskı ve uyaran, bir tür işkencedir aslında
Hele çocuklarımız bizden daha büyük bir baskı ve tehdit altındalar. Gerçi zamane çocukları deyip onların teknoloji ile haşır neşir olmalarını övüyoruz bazen belki ama elimizden kayıp gittiklerini anlamak için daha kaç kaç çocuğu teknoloji bağımlılık kliniklerine yatıracağız. Ve kaç binlerce çocuk sokakta oynamayı, dut ağaçlarına çıkmayı, köşe kapmaca ve sek sek oynamayı eski Türk filmlerinde bir sahne olarak hatırlayacak.
Sokağı yeniden keşfettirmeliyiz çocuklarımıza… Hem de en kısa zamanda iş işten daha fazla geçmeden hem de ŞİMDİ…
Yoksa çocuklarımız robotların oyuncakları haline gelmeye başlayacak…
Kendimizi Korumalıyız…
Paylaş