Yalnız iş dünyası değil, her sektörün en öncelikli değeri kazanmaktır. Hatta bu kazanmak olgusu öyle bir hale geldi ki “ne olursa olsun kazan’a” dönüştü. Televizyonlar, medya, halk başaranı, kazananı seviyor; kazandığınızda da “haklı” oluyor; her türlü yanlış gölgede kalıyor.
Kazananlar seviliyor, model alınıyor, yüceltiliyor, abartılıyor doğal olarak. Taraftarın önemli! Sloganı olan “vur, kır, parçala, bu maçı al” iş dünyasının da bir anlamda gizli mottosu oldu.
Kazanan daha güçlü, yakışıklı, güzel, karizmatik oluyor. Adlarına methiyeler düzülüyor. Yazılı ve görsel medyada “örnek insan, kurum” olarak halka sunuluyor. İnsanlar genelde neyin nasıl kazanıldığını; kazanmanın ne olduğunu sorgulamıyor. Önemli olan kazanmak hepsi bu…
Kaybedince de tam tersinin yaşandığını söylemeye gerek yok. Dev yapılan insanlar, kurumlar cüceleşiyor ve yerden yere vuruluyor.
Özetle içimiz dışımız “kazanmak, kazanmak, kazanmak” oldu. “Öööğğ” diyesi geliyor insanın bazı zamanlar. Kazanmak suçtur demiyorum. Öyle bir iddiam da yok. Kazanmak fazla abartılıyor. Fazla abartılan bir şeyde sırıtmaya ve insanı rahatsız etmeye başlıyor…
Kazanmak harika, güzel ve o kadar da onurlu bir şey ama eğer insanın kendisinden daha fazla önemseniyor, kişiyi gölgeliyorsa işte ona itirazım var. Hiçbir kaybın veya kazanmanın bir insandan; bir “can”dan daha önemli olduğunu sanmıyorum. İnsan, her şeyin üstündedir. Eğer bu böyle bilinmiyor ve insan kaderine terk ediliyorsa; bunun sorumlusu kişinin kendisi değil, ona bu zemini hazırlayan sistem veya koşullardır.
Balık hasta değildir her zaman; suyun da kirli olup olmadığını kontrol etmek gerekir…
Bu iş böyle gitmez, gidemez, gitmemeli… Dünyaya yeni bir “can” olarak doğan, çocuk sonunda kendine ve hayata yabancılaşan biri olarak yaşıyor. İnsanı, insan yapan değerler ve değerliklerdir. Örneğin; içtenlik. İnsanın içten ve kendisi olarak yaşaması büyük bir zenginliktir hem kişinin kendisi hem de çevresi için. Bazen, saflık olarak kabul edilse de olsun. Kazanma hırsı ile kirlenmiş olmaktan kat kat değerlidir…
Ya sevecenlik?.. Sevecen insanın insanlığa katkısı ölçülemez bile. Sevecen insan iyi huyludur, güzeldir, şevkatlidir, saygılıdır, başkasını düşünebilir, bencil değildir, sınırlarını bilir, sevebilir, sevilir; unutulmaz ve başka kalplerde hep yaşar…
Ya doğallık? Doğal insanlar konuşurken gözlerinin içi güler. Kendi kulvarlarında mücadele ederler. Duygusaldırlar mantıklı oldukları kadar ama asla zayıf değildirler. İnsan olmanın erdemini yaşarlar ve yaşatmak isterler. Kavgaları, onursuzluklar, saygısızlıklar, açgözlülüklerdir doğal olarak. Kurallar ve ilkeler yaşamlarına yön verir.
İyimserlik, diğer bir olgu. İyimserler çok kez gerçekçi olarak algılanmaz ama yanlış bir kanıdır. İyimser olmak aynı zamanda gerçekçiliktir ama tercihi umuttan yana kullananlardır. Aşırı iyimserlik eksiktir; kötümserlik kadar. İyimserler her ne olursa olsun “güzel günlerden, güzelliklerden” yanadır. Onların yarışı “en iyiyi ortaya koyma” üzerinedir. “Yok etme” kültürü onlara yabancıdır.
Fazla abartılan diğer moda olgular kadar, insanın bu doğal özelliklerinin daha önplana alınması sektörü daha da ileri götürecektir. İş dünyasında “canavarlara” yer yok, şaka veya mecaz da olsa. “Var olanların” ne kadar “canavarlaştıklarını” görüyoruz; bunun sonucu olan sonuçlarını da…
İnsan mutluyken daha üretkendir, yaratıcıdır ve başarıya daha yakındır. Mutlu olmak başarının ön koşuludur aynı zamanda. Kazanan ama mutlu olamayan insanlar; “denizde fırtınadan gemisi batmış, ayakta kalmak için deniz suyu içerek hayatta kalmaya çalışan insanlar” gibidir. Susadıkça deniz suyu içerler, içtikçe daha çok susarlar…
Kazanmak her şey midir?
Paylaş