Daha onurlu, özgür, insanca bir yaşam mümkündür, mümkün kılmak istersek. Gezegenimiz bizsiz yaşar ama biz gezegenimiz olmadan yaşayamayız… Kötümserlik, acımasızlık, açgözlülük, inançsızlık, karamsarlık, kötülük, bencillik hipnozlarından bir önce uyanmak zorundayız. Bu virüsleri yok etmenin en emin yolu aydınlanmak ve bilginin peşinden gitmektir. İlime, bilime, felsefeye, edebiyata, müziğe, sanata sarılarak güçlenebiliriz. Sevgiyi, bilgiyi ve başarıyı paylaşarak daha yaşanılabilir bir dünya yaratabiliriz…
“Düşüncenin virüsleri mi olur?” demeyin, olur ve bazı düşünce virüsleri diğer virüsler kadar tehlikeli ve ölümcül olabiliyor. Bu virüsler insanı öyle sarıyor ki bazen kurtulmak o kadar kolay olamayabiliyor…
Hayatın anlamsız, sevginin boş, insanın babasına bile güvenmemesi gerektiğini, tanıdık olmadan bile bir yerlere gelinemeyeceğini, çalmadan zengin olunamayacağını, paranın hiçbir şey olduğunu veya paranın bütün kötülüklerin anası olduğunu, yalnızlığın kötü olduğunu, insanın tek başına yaşayamayacağını, çocukların saf, erkeklerin güvenilmez, kadınların şeytan olduğunu…. Ve buna benzer sayısız telkinleri bir düşünün… Hangileri ne kadar gerçek? Hangi durumda farklılık gösterebilir bu telkinler… Yine de insan bu sözlere inanınca zihin inandığı ölçüde davranmaya, tutum ve davranışlar bu kalıplar üzerinde yükselmeye başlıyor…
İnsan yaşarken bu telkin veya inançlara kapılarak kendi zihinsel gerçekliğini oluşturuyor. İçinde yaşanılan kültür olumsuz, yıkıcı ve kişiyi sarmal gibi saran bir yol aldığında kişi bir anlamda yaşayan bir ölüye dönüşüyor ve çocukluk günlerindeki saflığını arıyor ve o günlerin özlemi ile ‘belki bir gün gelecekte mutlu olabilirim’ duygu ve beklentisiyle bir ömür harcayabiliyor…
Hayatı, dünyayı ve olayları zihinsel ve dil filtreleri ile algılarız. Algımızı içinde bulunduğumuz kültür, aile, cinsiyet ve yönelimlerimiz belirlemeye başlıyor. Algılarken doğal olarak genellemeler, çarpıtmalar ve silmeler yaparak bir dünya oluşturuyoruz ve bu bizim gerçeğimiz oluyor. Gerçek olarak algıladığımız düşünceler; diğer adıyla haritalar aslında gerçek değil, sadece algılarımızın temsili ama biz onları gerçek gibi algılayarak çeşitli tepkiler verebiliyoruz. Yemek menüsü yemeğin kendisi, fotoğrafımız bizim kendimiz değil ama onlara sanki gerçeğin kendisi gibi davranabiliyoruz. Yemek görünce ağzımız sulanıyor, birisi bizim fotoğrafımıza bir çizik atsa kızıyoruz. Oysa onlar sadece birer sembol ama zihin onları ciddiye alıyor, bizlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayabiliyor.
Demek istediğim şu ki; ünlü düşünür Platon’un dediği gibi; “Gölgeler gerçek değildir, sadece yansımadır.” Gerçeğe dönmek ve gerçeklerle yüzleşmek ve gerçeği gölgelerden ayırt etmeyi öğrenmek zorundayız yaşamı anlamlı kılmak ve daha cesur bir yaşam için…
İnsanı sınırlayan, hayattan ve cesur, özgür ve korkusuz olmaktan alıkoyan, onu bunu kötüleyen, kötümserliğe iten, savaşlar çıkaran, hamaset kokan, insanı her türlü fakirliğe ve yoksulluğa iten, insanı, hayatı ve tüm doğayı acımazsızca değersizleştiren ne varsa onlar düşünce virüsleridir ve birçok ölümcül virüsten daha tehlikelidir. İnsanlık, bunların farkına varmalı ve onları hayatımızdan çıkarabilme yetkinliğine ve olgunluğa ulaşmalıyız yoksa başka gezegenler aramak zorunda kalacağız.
Daha onurlu, özgür, insanca bir yaşam mümkündür, mümkün kılmak istersek. Gezegenimiz bizsiz yaşar ama biz gezegenimiz olmadan yaşayamayız… Kötümserlik, acımasızlık, açgözlülük, inançsızlık, karamsarlık, kötülük, bencillik hipnozlarından bir önce uyanmak zorundayız. Bu virüsleri yok etmenin en emin yolu aydınlanmak ve bilginin peşinden gitmektir. İlime, bilime, felsefeye, edebiyata, müziğe, sanata sarılarak güçlenebiliriz. Sevgiyi, bilgiyi ve başarıyı paylaşarak daha yaşanılabilir bir dünya yaratabiliriz…
Düşünce Virüsleri…
Paylaş