Üniversiteyi ekonominin içine çekme ölçüsü önce Ar-Ge harcamalarında ve bu harcamalardaki özel sektör payında görülür. OECD içinde Ar-Ge harcamalarının GSYİH’sındaki payı en yüksek olan ilk 15 ülkenin ortalaması yüzde 3.03 Türkiye’de ise yüzde 0.95’tir. Özel sektör Ar-Ge harcamalarının GSYİH içerisindeki payı en iyi 15 OECD ülkesinde ortalama yüzde 2.10 Türkiye’de 0.36’dır. Tam zamanlı araştırmacı başına düşen Ar-Ge harcaması OECD’de 660 bin dolar iken Türkiye’de 150 bin TL’dir. Özel sektör tam zamanlı araştırmacı sayısı OECD ortalamasında bir milyon kişiye 167.000 iken Türkiye’de 25.342’dir. OECD ortalamasında toplam araştırmacının yüzde 58.3’ünü istihdam ederken Türkiye özel sektöründe bu oran yüzde 39.4’e düşer(*).
Ayrıca OECD’de Türkiye, özel sektör Ar-Ge’sine en az kamu desteği veren 11 ülkeden biridir. Türkiye; yükseköğretim harcamalarında OECD’nin en altta kalan 5 ülkesinden biridir. Türkiye olarak, yükseköğretim görmüş yetişkinlerin oranı, 15 yaşındaki çocukların bilim performansı, bilim ve mühendislikteki doktora mezuniyeti açısından da en alttaki 5 ülke arasındayız. Şunu da kaydetmeli ki geride olduğumuz bu göstergeleri olumluya çevirme hızında yakaladığı performans açısından Türkiye, 46 OECD ülkesi içinde en iyi durumda olanıdır.
Ancak günümüzde sorun üniversiteler açısından daha da karmaşık hale gelmektedir. Dünya değişirken üniversiteler de değişmektedir. Bilim odaklı birinci kuşak üniversitelerden, eğitim ve araştırma odaklı ikinci kuşak üniversitelere geçilmişti, şimdi ise yenilikçi girişimci ve toplumla bütünleşen üçüncü kuşak (3K) üniversitelere geçilmektedir. Üniversite uygulamada ve hukukta endüstri ile iç içe geçmekte, dünya bilgi pazarının etkin aktörleri haline gelmektedir. Üçüncü kuşak üniversite, istihdama ve ekonomiye katkıda bulunacak olan girişimcilerin ortaya çıkmasına öncelik tanıyor. Ciddi bir araştırma çıktısı olmayan bir üniversitenin girişimci bireyler yetiştirmesi beklenmiyor.
Üniversite ürettiği araştırmayı ticarileştirerek topluma ekonomik yarar sağlamayı doğrudan kendi görevi olarak benimsiyor. Bir üniversite girişimci olmak istiyorsa, girişimcilik formasyonunu kendi yapısına entegre ediyor. Kalifiye işgücü yerine “iş yaratan girişimci” yetiştirmeye odaklanıyor.
Bu durumda Türkiye’nin de “yeni bir üniversite hamlesi” yaşaması zorunlu hale geliyor. 196 üniversitemiz var, bunların büyük çoğunluğu henüz “üniversite olarak kurumlaşma” sürecini yaşıyor. Bu süreci, “Yenilikçi Girişimci Üniversite” olma vizyonuyla güçlendirmek ve hızlandırmakla yükümlüyüz. Bütün üniversitelerimiz artık bu sorunu konuşmalıdır.
(*) TÜİK, TÜBİTAK, OECD-MSTI 2011/1-TİSK, tarafından yayınlanan Bilim, Teknoloji ve Sanayide Türkiye’nin Durumu Raporu)