Başbakan Yardımcısı sayın Ali Babacan sık sık işaret ediyor: “Türkiye ‘Orta Gelir’ tuzağına saplanıp kalma riskiyle karşı karşıyadır.” Ve iş dünyasının hemen hemen tümü; Babacan’a hak veriyor. Ekonomik kalkınma ve gelişme açısından Türkiye son yıllarda yavaşladı ve bu alanda gerçekleştirmek zorunda olduğu reformları daha az konuşur oldu. Oysa konu çok önemli. Türkiye; ya bugünkü kişi başına 10 bin doların biraz üstündeki bir gelire razı olacak ve yerinde sayacak, ya da bunu 20 bin doların üstüne çıkaracağı yüksek gelir grubuna doğru koşacak.
Birinci tercih kalkınma dinamiklerinin hantallaşması, ikinci tercih ise kalkınma dinamiklerinin canlanıp hızlanması anlamına geliyor.
Türkiye’nin bu durumunu sadece soyut analizler değil, somut araştırmalar da doğruluyor. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) “Türkiye'nin İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” 2013 yılı araştırmasının sonuçları bize şunu gösterdi: İkinci 500’ün sanayi şirketleri, özellikle teknoloji geliştirmede ‘En Büyük 500’ün şirketlerine göre daha öndeler. İkinci 500 şirketlerinin katma değer üretiminde yüksek teknolojinin payı yüzde 4.6 ile dikkati çekerken En Büyük 500 şirketlerinde bu oran yüzde 2.6’da kalıyor.
İkinci 500 şirketleri ‘En Büyük 500’ şirketlerinden; yeniliğe açık, esnek, daha farklı ve değişimleri daha hızlı yapma noktasında iyi bir performans sergilemekle ayrılıyor. Ayrıca bu şirketler, Türkiye’nin toplam ihracatındaki payını da arttırıyor. İstihdam yaratma noktasında da bu şirketlerimiz, ‘En Büyük 500’ şirketlerinden daha iyi durumda.
Büyük çoğunluğu KOBİ olan ‘İkinci 500’ şirketlerinde iyimserlik, cesaret, girişimcilik, fırsatları doğru kullanma potansiyeli var fakat Türkiye bu dinamik gücüne doğru bir finansman modeli ile destek olamıyor. Bu nedenle yıllık karının yarısını faize veriyor.
Demek ki gereği yapılırsa Türkiye bugünkü ‘Orta Gelir’den çıkacak ve yüksek gelir grubuna geçebilecektir. Bu konuda karamsarlığa gerek olmadığını OECD’nin en son raporu da doğruluyor ve 2023 yılında Türkiye’nin kişi başı milli gelirini 20 bin doların üzerine çıkararak orta gelir tuzağından kurtulacağını öngörüyor.
Ancak biz bunu, Türkiye’nin GSYİH üretiminde imalat sanayinin payının sürekli azalmakta olduğu, yatırımcının, karlılığı gittikçe azalan imalata yatırım yapmak yerine yüksek rant sağlayan inşaat ve gayrimenkul sektörüne yöneldiği koşullarda konuşuyoruz.
Üretime yatırımın inşaat ve gayrimenkule yatırımdan daha cazip hale gelebilmesi için karlılığı yüksek bir sektör olması gerekir. Oysa Türkiye’de bugün üretimin yüzde 79.7’si düşük ve orta-düşük teknolojilerle yapılıyor; yüksek teknoloji yoğunluklu sanayiler grubunun üretimdeki payı ise sadece yüzde 2.6. Halbuki, yüksek teknolojili sektörlerin dünya imalat sanayi içindeki payı ortalama yüzde 16,7 oranındadır. Sanayimizin rekabetçiliği bu kadar geridedir.
O halde bugünden sonrası için Türkiye’nin ekonomik gündeminin ekseninde Kalkınma Bakanı sayın Cevdet Yılmaz’ın da görüşmemizde vurguladığı gibi; yüksek teknoloji ile üretim, yüksek katmadeğer yaratmak ve eğitimden kent yönetimine kadar her yerde bunu sağlayacak reformları tereddüt etmeden gerçekleştirmek olmalıdır. Bunu yaparsak hantallaşmayız, OECD’yi de yalancı çıkartmayız.
Herkese sağlıklı, huzurlu, başarılı ve mutlu bayramlar dilerim.