Hükümet geçen ay, Orta Vadeli Program hedeflerini düşürdüğünü ve 2016 yılına kadar yoğun bir “Tasarruf Politikası” izleyeceğini açıkladı. Sebep olarak da Türkiye’nin yüzde 12.6 ile tarihinin en düşük tasarruf seviyesine düşmüş olmasını gösterdi.Tasarruf açığı “cari açık” demektir ve Türkiye cari açığının milli gelirine oranı bakımından dünyanın en kötü durumda olan ekonomisidir. O halde, “Borçlanarak da olsa kapatabiliyorsan cari açık önemli değildir” diyen “iktisatçılık!” da “Tasarruf Politikası” ile birlikte, çöpe atılmış oluyor. Ancak mesele bu kadar basit değil. Çünkü, “Tasarruf Politikası”nın, biri “Mali Tasarruf”, diğeri “Reel Tasarruf” olmak üzere iki farklı ayağı vardır. Birincisi “tüketimi kısmaya”, ikincisi ise “üretimi artırmaya” dayanır. Ayrıca tasarruf politikasını hem ülke gerçeklerine, hem de ekonomi kanunlarının üzerine oturtmak gibi bir mecburiyet vardır.
“Mali tasarruf” maliye politikaları ile yapılır ve Hükümet’in tasarruf politikasında da öncelik buna tanındı. Doğrudur, Türkiye, ürettiğinden çok fazlasını tüketen bir ekonomi olduğu için “mali tasarruf”tan vazgeçilemez. Bu nedenle tüketici kredilerine miktar ve taksitli satışlara vade sınırlamaları getirildi. Ancak bu tasarrufçuluğun serbest piyasa ekonomisinde sınırı vardır, etkin olması da beklenemez. Zira piyasa olgusu kısılan tüketimi artırmaya yönelik bir mantıkla işler ve bunun uygun araçlarını da üretir.
Bu durumda Hükümet’in yöneldiği “Tasarruf Politikası”nın “Reel Tasarruf” ayağı önem kazanmaktadır. Zaten Türkiye ekonomisi esas olarak “Reel Tasarruf Açığı”na maruzdur. Bir kaç geleneksel sektör hariç hemen hemen bütün sektörlerimiz yüzde 30-70 oranında ithalat bağımlısı olarak üretim yapmaktadır. Aslolan, ekonominin, ithalat bağımlısı bu fason yapıdan kurtulmasıdır.
Nasıl olacağını biliyoruz: Türkiye biraz gayretle düşük teknoloji üretiminden orta teknoloji üretimine geçebildi. Rehavete kapılıp (Orta Gelir Tuzağı’na düşüp) uzun yıllarını bu basamakta tüketebilir. Aksi de olabilir; Türkiye eğer odaklanırsa, azmederse, gereken reformlarla önünü açabilirse yüksek katmadeğer yaratan yüksek teknoloji üretimine de geçebilir. Türkiye’de özel sektörün, henüz yeterince açığa çıkmamış olsa bile, böyle bir potansiyeli bulunuyor.
Bulunduğunu şuradan anlıyoruz: Türkiye’de onbeş yıl önce kapısı özel sektöre açık tek bir teknoloji geliştirme merkezi yoktu. Teknopark bilinmiyordu. Girişimcilik ve inovasyon ekonomiye malolmamıştı. Üniversiteler ve bilim duvarların arkasındaydı. Ar-Ge faaliyetleri imtiyazlı büyük özel sektörün tekelindeydi. On beş yıl sonra bugün bu zırh kırılmıştır. Onlarca teknopark ve binlerce teknoloji şirketi Ar-Ge’ye yoğunlaşmıştır. Artık üniversite rektörleri “tez”leriyle değil, gerçekleştirdikleri sanayi işbirlikleriyle övünmektedirler. Ar-Ge ve inovasyon ile girişimcilik, KOBİ’lere varıncaya kadar ekonomiye malolmuştur, diyebiliriz.
O halde ekonomide “Reel Tasarruf” dönemine giriyoruz. Hükümetin tasarruf politikası da “tüketimi kısmak” yerine “üretimi artırmak” yönünde gelişecektir veya gelişmelidir. Fakat bundan daha önemlisi, özel sektörün “Reel Tasarruf” politikasını benimsemiş, kendi içinde kurumsallaştırmış, Hükümet’ten taleplerini bu alana yoğunlaştırmış olmasıdır.
Büyümek için mali tasarrufu durgunluğa vardırmayan bir ölçü içinde uygulamak; ama esas olarak reel tasarrufa odaklanmak Türkiye’nin temel politikası olmalıdır. Çünkü sinekten yağ çıkarmakla gerçek tasarruf olmaz. Mali tasarruf güncel tedbirdir, reel tasarruf ise yaşamsaldır, kalıcıdır.
Sinekten yağ çıkarmak !
Paylaş