Ekonomik krizin ağır hasarını onarmayı görece başardık. Türkiye ekonomisi 2020’de yeniden yükselişe geçecek. Ama bu yükseliş öncekilere hiç benzemeyecek; bunun farkındayız. Farkında olduğumuzu, Türkiye Kalite Derneği (KalDer) tarafından Çözüm Özünde (Fix The Basics!) ana temasıyla gerçekleştirilen 28. Kalite Kongresi’nde gördük.
Kongre’de konuşan Koç Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ali Y. Koç geleceği şöyle özetledi: “Daha iyi, daha müreffeh, daha rekabetçi, daha istikrarlı, lider, daha mutlu, kısacası potansiyelini aşan bir Türkiye için hepimizin sorumlulukları var. Odağına insanı koyan çözümlerin arayışında üzerimize düşenleri yerine getirmeliyiz. Zira demokrasinin özünde insan var. O zaman çözüm de insandır.”
SEDEFED’in düzenlediği, “Ekonomik ve Dijital Gelişmeler Işığında Sektörel Rekabetçilik Politikaları” konulu 11. Rekabet Kongresi de yeni ekonomik yükselişin özelliklerini irdeledi. Bu iki kongrenin içeriğini dergimizin bu sayısında iki ayrı dosya halinde okurlarımızla paylaşıyoruz. Ben de hepimizi aydınlatan bu iki çalışmadan süzdüğüm sonuçları okurlarımla paylaşacağım.
2020 yılının başındayız. İş hayatımızın bütün aktörleri dünya ile birlikte Türkiye’nin de yeni bir ekonomik çağa girmekte olduğunu kabul ediyor. Bu yeni çağın ekonomik gücünün verimlilik ve değer yaratma üzerine inşa edileceğinin altı çiziliyor. O halde içeride ve dışarıda Türkiye açısından da rekabetçiliğin ekseni bu yöne kayacaktır.
“Verimlilik” ve “değer yaratma” noktasında Türkiye ekonomisi son 10 yılda büyürken de sorunlar yaşadı; 2023 hedefi olarak koyduğu “Orta Gelir Tuzağı”ndan çıkamadı; 2018 yılı itibarıyla GSMH’da 200 milyar dolar gerilemeye maruz kaldı. Hepimiz biliyoruz ki artık tek alternatifimiz var: Yüksek katmadeğerli üretimle dayanıklı bir “milli ekonomi” inşa etmek. İnşa süreci ‘içe kapalı’ değil, küresel rekabet içinde, “ihracata yönelik, sürdürülebilir ‘milli üretim’ temelinde güçlenecektir. Bu nedenle ihracatımızı yüksek teknolojili üretime endeksli yeni bir ekosistem inşa ederek sürdürmek durumundayız.
Ekonominin bütün aktörleri ile; kamu, üniversite, oda, birlik, STK ve özel sektörün işbirliği ve güçbirliğinin motivasyonu ve sinerjisiyle yeni bir başarı hikayesi yazabiliriz. Teknolojiyi tüketen değil, üretip ihraç eden ülke olmaya mecbursak, buna da mecburuz. Bir şey daha: KOBİ’leri dijital dönüşüm sürecine dahil edemez ve ihracata hazırlayamazsak başarılı olamayız. -Hemen bugün de dahil- gelecekteki sanayi politikalarını dijitalleşme, otomasyon ve endüstri 4.0 gibi faktörler ekseninde yenilememiz, kesintisiz özel sektör reformlarına başlamamız gerekiyor.
Sözün burasında geliyoruz kamu alanına: Türkiye ekonomisinin yükselişe geçebilmesi için yatırımların hareketlenmesi lazım. Bunun için de yatırım ortamının iyileştirilmesi gerekmektedir. Kapasitemiz mevcuttur; gelip dayandığımız nokta, irademizi ortaya koymamızdır. Yerli ve yabancı özel sektör yatırımcı; hızlı işleyen, güven pekiştiren yatırım ortamı beklemektedir. Oysa an itibarıyla tablo şöyledir: İstihdam sorunu yaşıyoruz, eğitimli genç işsizlikte rekor seviyedeyiz. Bunları üretime yatırımla aşacağız. Sanayi üretimi durgunlukta, enerjide yükselen maliyet üretimde maliyeti artırdı. Analitik düşünceye ve bilime dayalı eğitim ile inovatif girişimcilerin yapacağı yatırımlarla ekonomide yeni bir yükselişi başlatacağız.
Atılması beklenen adımlar (reformlar) ekonomiyle olduğundan belki daha fazla, hukuk, eğitim ve demokrasiyle ilgilidir. Bu adımları ne kadar erken atabilirsek, belirsizlikleri gideren güven ortamı ile ekonomik istikrarı erkenden ve yeniden tesis edebileceğiz. Bu sayede ancak; yatırıma destek ve teşvikler, açıklanan ekonomik paketler (programlar) inandırıcı ve etkili olabilecektir.
ÖNCELİK YATIRIMDA, YATIRIMCIDA...
Paylaş