Türkiye Mustafa V. Koç’u erken kaybetti. Mustafa Koç, dededen ve babadan miras gelen bir aile şirketleri topluluğunu küresel ekonomik bir güce dönüştürmeyi başaran çok özel bir lider profiliydi. Tarihi anlamında “gerçek burjuva” ancak böyle ve bu kadar olunabilirdi.
Ancak galiba şunu unuttuk: Koç Topluluğu küresel başarısını “Türkiye’nin milli pazarı”nda gerçekleştirmişti. Avrupa ile Gümrük Birliği’ne girdiğimiz 1995 yılı başında Türkiye, Koç ve emsali birkaç büyük endüstri grubunun açık küresel rekabete dayanıp dayanamayacağını tartışıyordu. Bugün artık görüyoruz ki Türkiye ekonomisi küresel rekabet çarkının ezemeyeceği 20-30 ülke ekonomisinden biridir.
Küresel ekonomi 2016 yılı başında çelişkili bir görünüm vermektedir. ABD’de güçlü, AB’de ılımlı bir toparlanma beklenirken Çin ve Rusya ekonomilerinde yavaşlama gözlenmektedir. Bu nedenle 2016 yılı büyüme öngörüleri geriye çekilmektedir. Fakat Türkiye tam tersini yapmakta, Ekim 2015’de küçük tuttuğu Orta Vadeli Program hedeflerini Ocak 2016 ayında yükselterek revize etmektedir. Buna göre Türkiye yeniden yüksek büyüme dönemine girecek, düşme eğilimine giren ihracatını yükseliş trendine sokacak, katmadeğeri yüksek üretim üzerinden cari açığını düşürücek ve önümüzdeki 8 yıl içinde orta gelirli ülkeler grubunun üstüne çıkacaktır.
Küresel rekabet unsurları sıralamasında Türkiye’yi ön sıralara çıkaran, biri yenilikçilik eğilimi, diğeri de iç pazarının büyüklüğü olmak üzere iki önemli verisi var. Türkiye ekonomisinin gelişim çizgisini doğru okumak bakımından bu iki veri (avantaj) stratejik önem taşıyor. Çünkü Türkiye iç pazar dinamiği ile büyümesini belli bir oranda garanti altına alabilen az sayıda ülkeden biridir. Koç Topluluğu’nun -ve emsallerinin- bu iç pazara basarak küreselleştiğine dikkat çekmemin sebebi de budur.
İkinci avantajımız olan “Yenilikçilik” eğilimi Türkiye ekonomisinde yüzde 30’ların üstüne çıkan bir kapasite anlamına gelir. Ama bu kapasiteyi yeterince işlediğimiz söylenemez. “İhtiyaçtan girişimci” oluyoruz fakat “yenilikçi girişimci” olamıyoruz. Yenilikçi girişimci yetiştirmek için sorunu doğru ele alış tarzına gereksinmemiz var. Örneğin; “turizm sektörü” girişimcisinin sahip olması gereken donanım ile “tekstil sektörü” girişimcisinin sahip olacağı donanım eşitlenemez ve aynı eğitim proğramı içinde çözümlenemez. Diğer yandan girişimci eğitimi bir yerde başlayıp biten, mekan ve süre ile sınırlı bir aktarım faaliyeti olarak da ele alındığında başarıya götüremiyor. Girişimcilik eğitimini, bir ekosistem içinde akarak ilerleyen ve her safhasında “uygulamalı” gerçekleşen bir süreç olarak kurguladığımızda daha başarılı sonuçlara ulaşacağımız açıktır. Bu da ancak kapsamlı kurumsal işbirlikleri kurmak ve geliştirmekle olabilecektir.
Sonuç olarak söylersem; ben 2016-2018 dönemi için açıklanan OVP ile konulan hedefleri gerçekçi hatta ihtiyatlı gerçekçi buluyorum. 2015 yılı sonu ve 2016 yılı başında Türkiye açısından oluşabilecek bölgesel jeopolitik riskler en ağır şekliyle oluşmuş bulunuyordu. Ama aynı zamanda ve bağlamda bu riskleri bertaraf edecek süreçler de başlamış oluyordu. Özellikle İran’ın dünya ekonomisine geri dönüşü küresel bir rahatlama yaratacak ve bundan Türkiye’de istifade edecektir. Suriye konusunun müzakere kulvarına sokulması Türkiye’yi bölgedeki eski güçlü konumuna iade edecek ve ihracatta patlama denebilecek başarılarımızın kapısını açacaktır.
Herkes kendi hedefini biraz daha iyimser revize edebilir ve yeni hedefler için kolları sıvayabilir.
Girişimcilik ve Türkiye
Paylaş