Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Ekonomi Danışmanı Ömer Faruk Çolak ile konuştuk. Çolak, elbette işverenler dünyası adına konuşmadı ama ekonominin can damarına en yakın bir konumdan ve “söz konusu olan siyasetse ekonominin gerçekleri teferruattır” demeden konuştu.
2012 yılı büyümesi için ‘sert düşüş’ ifadeleri kullanıldı. Türkiye ekonomisi yumuşak iniş mi yaşıyor, sert bir düşüş mü?
Ömer Faruk Çolak: GSYH gerçekleşmesine ilişkin alt veriler incelendiğinde ortaya iki basit sonuç çıkıyor. Birincisi bu büyüme oranı sürpriz değil, büyüme oranının yüzde 2-3 bandında gerçekleşeceği daha yılın ikinci çeyreğinde belli olmuştu. İkinci sonuç; Türkiye ekonomisinin yüksek oranlı büyüme şansının yakın dönemde olamayacağıdır. Çıkardığımız bu iki sonuçtan hareket edersek, 2012 yılında yüzde 2.2’lik büyüme oranı ile sert bir düşüş değil, yumuşak bir iniş yaşandığını söylememiz daha doğru olur.
BORÇLULUK YÜZDE 7.5’TAN 49’A ÇIKTI
‘Sert’ veya ‘yumuşak’, ekonomimiz için ‘düşüş’çok mu gerekliydi?
Ömer Faruk Çolak: Doğal olarak bu noktada neden ‘Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemde yüksek oranlı büyümesi zor’ dediğimi merak ediyorsunuz. Bunun da birkaç nedeni var. Öncelikle büyümenin belirleyicilerine bakalım. Yani Türkiye iç talep ağırlıklı mı, (iç talebin içinde kamu, özel yatırımlar; kamu, özel, hane halkı tüketimi girmekte) yoksa dış talep ağırlıklı mı büyüyor sorusuna yanıt arayalım:
Türkiye’nin büyüme dinamiği iç talep ağırlıklıdır. Her ne kadar 1980’den bu yana ihracata yönelik büyüme modeli önceliğimiz dense de, dış talebin sürüklediği bir ekonomik yapı tam anlamı ile kurulamadı. Bundan dolayı iç talep, özellikle tüketim harcamaları, büyümeyi sürükleyen ana harcama kalemidir. Tüketimin olabilmesi için ya gelir ya da borçlanma imkanı olacak. Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan sonra uygulanan iktisat politikaları tüketiciye şunu söyledi: “Gelirin yeterli olmasa da, işsiz de olsan, asgari ücretli de olsan, tüket. İhtiyaç duyduğun kaynağı bankalar sana, kredi kartı ya da kredi yoluyla sağlayacak. Hane halkı bu çağrıya olumlu yanıt verdi. Bankalar yüksek faizlerle tüketiciyi fonladılar. Yüksek karlar elde ettiler. Tüm kesimler mutlu oldu.
Tüketici mutlu, yıllardır almak istediği otomobile, TV’ye ulaştı, yüksek faizle de olsa ufak ufak kredi borcunu ödüyor. Hükümet mutlu; tüketim harcamaları arttığı için büyüme oranı yüksek seyrediyor. Üretici mutlu; ürettiği ürün satılıyor. Bankacı mutlu, hemen hemen hiçbir ülkede bulamayacağı bir faiz oranında para satıyor, plasman yapıyor, muhteşem karlar elde ediyor. Bu mutluluk tablosunun sonucunda hanehalkı harcanabilir geliri içinde borç stoku oranı 2003 yılında yüzde 7.5 iken, 2012‘de oran yüzde 49’a yükseldi.
Önümüzdeki yıllarda yüksek büyüme oranını yakalamak zor derken, buraya dayanıyorum. Yani, hanehalkının borçlanma sınırı daralıyor. Dolayısıyla hanehalkı daha az tüketecek; böylece de iç talep de yüksek oranlı artışlar sağlamak mümkün olmayacak. Bu da büyüme oranını azaltacak. 2012 yılında büyüme oranının düşük kalmasının altında yatan olgu da budur.
Dış talep ise, yüksek büyüme oranı yakalamamız için yetersiz kalıyor. Bunun ilk nedeni yurtdışı talep; kriz nedeni ile artmıyor. İkincisi Türkiye ihracat yapmak için başta enerji olmak üzere çok fazla ara malı ithal ediyor. Bu da maliyetleri yükseltiyor ve Türk firmalarının AB, Afrika, Ortadoğu ya da Asya’da rekabet gücünü kırıyor. Bundan dolayı bunca olumsuzluğa rağmen yakalanan ihracat hacmi takdire değerdir. Ancak şunu da söyleyelim; birçok sanayici zararına ihracat yapıyor. Bunu da stok maliyetini düşürmek ve likit kalmak için yapıyor.
‘NOT ARTIRIMI’ ISMARLAMA
Bu yıl büyüme için yüzde 4’ler ifade ediliyor, burada iç pazarın devreye gireceği öngörülüyor.
Bu sağlanabilir mi?
Ömer Faruk Çolak: Şimdi, yukarıdaki uzun yanıtımdan sonra aslında bu soruya da yanıt vermiş oluyorum. Fakat bir ek yapmak durumundayım. İç talebin özel kesim tarafı için kredi faiz oranlarını düşürmek, bunun yanında, kredi hacmini artırmak için, TCMB’nin karşılık oranlarını da düşürmesi gerekir. Buna TCMB razı gelmiyor. Bu ikilemi çözmeden 2013 için büyüme oranı tahmin etmek zor. Fakat bu yıl yüzde 4’lük bir büyüme oranı yakalanılırsa herkes sevinmeli, ancak bu oranının yakalanmasının mümkün olacağını sanmıyorum. (Bu arada ülkemizde yaşanılan “Doğu Sorununu” steady state pozisyonunda, veri kabul ediyorum).
Tüm bu gelişmelerin ışığında Türkiye ekonomisi ikinci derecelendirme kuruluşundan da not artırımı aldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ömer Faruk Çolak: 2007/2008 krizi uluslararası derecelendirme kuruluşlarının itibarını yerle bir etti. Yurtdışında bu kurumların yaptıkları etik olmayan davranışlarla ilgili onlarca kitap yazıldı. Bizde pek kitap okunmuyor. Okunsa bir yayınevi tercüme eder, okuyucuya sunar; herkes durumu daha net görürdü. Sonuç itibari ile “bu not ısmarlanmış bir not”.
Türkiye ekonomisi Avrupa Birliği’ne rağmen büyüme rotası çizebilir mi?
Ömer Faruk Çolak: Elbette. Türkiye AB konusunda 2005’te tam üyelik görüşmelerine başladıktan sonra asılmadı. Türkiye bu arada AB’ye girse idi (para birliğine değil) şu anda ekonomik durumu daha iyi olacaktı.
KOBİLERİN BELİ BÜKÜK
Türkiye için inovasyon, Ar-Ge, ürün geliştirme konuları sıkça dile getiriliyor ama KOBİ’ler bunlara masal diye bakıyor, bu sıkıntı nasıl aşılacaktır?
Ömer Faruk Çolak: KOBİ’ler özellikle küçük işletmeler nasıl masal gibi bakmasın? Talep yetersizliği, üretim maliyetlerinin yüksek olması, finans maliyetleri KOBİ’lerin belini bükmüş durumda. Burada öncülüğü devlet yapmalı. Geliştireceği yeni bir yapılanma ile bu sorun çözülebilir. Ancak bu yapı sistematik, kurumsal ve şeffaf çalışmalı. Yeni önerilerde bulunmaya da gerek yok. Almanya’daki sistemi getirip uygulasınlar. O zaman göreceğiz ki, Türk girişimcisinin Alman girişimciden altta kalır yanı yok.
Türkiye için ekonomi ikinci planda siyaset birinci planda yer alıyor. Bunu daha önce kriz öncesi hükümet yapılarında görüyorduk. Sizce bu noktada bir sıkıntı var mı?
Ömer Faruk Çolak: Bunun temel nedeni devletin, dolayısıyla bu devleti idare eden hükümetlerin elinde hala büyük ekonomik güç olmasıdır. Devlet hala kaynak dağıtımı yoluyla sermaye birikiminin yönünü belirleyebiliyor. Bu da siyaseti herkes için öncü kılıyor. İlginç olan ise, bu duruma rağmen geniş kitleler siyasete girmiyor. Fakat siyasal erkten rant bekleyenlerin sayısı artıyor.
TÜRKİYE’DE HERKES MEMNUN
“Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan sonra uygulanan iktisat politikaları tüketiciye şunu söyledi: “Gelirin yeterli olmasa da, işsiz de olsan, asgari ücretli de olsan, tüket. İhtiyaç duyduğun kaynağı bankalar sana, kredi kartı ya da kredi yoluyla sağlayacak. Hane halkı bu çağrıya olumlu yanıt verdi. Bankalar yüksek faizlerle tüketiciyi fonladılar. Yüksek karlar elde ettiler. Tüm kesimler mutlu oldu.Tüketici mutlu, yıllardır almak istediği otomobile, TV’ye ulaştı, yüksek faizle de olsa ufak ufak kredi borcunu ödüyor. Hükümet mutlu; tüketim harcamaları arttığı için büyüme oranı yüksek seyrediyor. Üretici mutlu; ürettiği ürün satılıyor. Bankacı mutlu, hemen hemen hiçbir ülkede bulamayacağı bir faiz oranında para satıyor, plasman yapıyor, muhteşem karlar elde ediyor. Bu mutluluk tablosunun sonucunda hanehalkı harcanabilir geliri içinde borç stoku oranı 2003 yılında yüzde 7.5 iken, 2012‘de oran yüzde 49’a yükseldi.”