Yeni bir küresel dönem
ABD Merkez Bankası’nın (FED) parasal genişlemeden vazgeçme niyetini açıklaması dünya piyasalarını sarsarak, küresel ekonomiyi Gelişmekte Olan Ülkeler lehine olmayan yeni bir sürece soktu. Finansal ve doğrudan yatırımlar yön değiştirmeye başladı. Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve Türkiye’den sermaye çıkışları yaşanıyor. “Çıkan” bu sermaye ABD, Almanya ve kısmen de Japonya’ya gidiyor. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “Yükselen Piyasalar”da, karşı önlemler alınmasını gerektiren sıkıntı sinyalleri görünüyor.
Küresel ekonominin son on yılına “Çin Çağı” diyenler yanılmamıştı. Çünkü Çin, kısa zamanda ve pek çok farklı sektörde, dünyanın tamamına yeten bir düşük maliyetli ve kaliteli üretim merkezi haline gelmişti. Çin’e ara mal, teknoloji ve hammadde satan dünyanın birçok bölgesi rahata ve huzura ermişti. Çin’in azmanlaşmış arz kapasitesi sayesinde dünya meta fiyatları stabil kalabilmiş, enflasyon basıncı yaşanmamıştı. Ancak küresel krize giren gelişmişler, elini verip kolunu kaptırdıkları “Çin Çağı”ndan kurtulmanın bir yolunu arıyorlar ve bunun yolunu da piyasalara saldıkları 6 trilyon doları geri çekmekte buluyorlar. Başladılar ve devamı kaçınılmaz olarak gelecek.
Dünyada “ucuz ve bol para” dönemi kapanıyorsa bundan en erken ve en yoğun etkilenecek ülkelerden birinin de tasarruf açığını dışarıdan gelecek parayla kapamaya yapısal olarak mahkum Türkiye olması doğaldır. Sinyaller ortada: Dolar kuru 2 TL’yi aştı. Tahvilde faiz çift haneye çıktı. Türkiye’nin risk primi Mayıs’tan Eylül’e 111 birimden 232’lere yükseldi. Fırtınayı ve dalgaları hissederek yaşıyoruz.
Ancak Türkiye’nin sağlam bütçesi, döviz rezervleri, düşük borçluluk, güçlü bankacılık sektörü, ekonomi yönetimine güven ve siyasi istikrar gibi avantajları olduğu için önlem alacak zamanı da var. Gecikmemek gerekir.
Alınacak önlemlerde gecikmemek, Türkiye’nin komşularında ve bölgesinde cereyan eden “sıcak gelişmeler” nedeniyle de önem kazanıyor. Petrol fiyatlarında her 10 dolar artış Türkiye’nin ekonomisine 8-10 milyar dolar ek harcama olarak yansıyor. Alınan parasal önlemlerin yanısıra üretime, yatırıma, rekabete yönelmemiz gerekiyor.
İSO’nun yayınladığı, “Türkiye’nin İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu–2012” araştırması gösterdi ki GSYİH’nın üretilmesinde KOBİ’lerin payı 2002–2012 döneminde hiç değişmemiş, yüzde 0.9’da sabit kalmış. Bu da bize, üretimi, yatırımı, rekabet gücümüzü artırmaya dönük reformcu politikaların aynı zamanda KOBİ odaklı olmasının kaçınılmazlığını gösteriyor.
Biz gördük, hükümet gördü, kimsenin itirazı yok, o halde uygulamanın ateşlenmesi gerekiyor.