01.08.2013, 17:53
9124
Üretime odaklanmak
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bulduğu her fırsatta küresel ekonominin sıkıntılarından, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin kırılganlığından sözediyor. Ve uyarıyor: “Avrupa, Amerika, Japonya merkez bankaları sürekli piyasadan kamu kağıdı alıyor. 'Tahvil almıyorum vazgeçtim' derse yarın sabah borcunu ödeyemeyecek düzinelerce ülke var. Bugünkü likidite bolluğuna aldanmamak gerekir. Gün gelecek bu likidite geri çekilmeye başlanacak. Çok dikkatli olunmalı.”
Babacan’ın bu genellemesi Türkiye’nin durumunu dört dörtlük anlatıyor. İşaret ettiği tehlike, yüksek cari açığını “sıcak para” ile kapatmak zorunda olan Türkiye ekonomisinin en büyük korkusudur.
Buna şaşırmamak gerekir. Dünya ekonomisi son 25 yılda DTÖ kuralları içinde devindi. Bu devinim üretimi arka plana iterek ticareti ön plana çıkardı. Ticaretin borçlanmaya dayalı yapısı ister istemez finans sektörünü kutsallaştırdı, dokunulmaz yaptı. Ekonomilerin üreterek büyümesi unutuldu, sadece sıcak para ile mümkün “sauna’da büyüme” biçimleri tercih edildi. Sermaye birikimi yüksek olan ülkeler kazandı, olmayanlar kaybetti.
Bakalım ve görelim: Dünya ekonomisinin, finansal araçlarla büyürken bir gün gelip kriz duvarına çarpacağını hemen herkes görmüştü. Bu da gerçekleşti ve 2007 yılında küresel kriz geldi. Bir kaç yıl sonra gerçi görece bir toparlanma gözüktü ama krizin temel dinamiği işlemeye devam ediyor. Avrupa’da durgunluk ve daralma sürüyor. ABD Merkez Bankası FED’in piyasaya saçtığı dolar dağlarını geri çekeceğini söylemesi sıcak para bağımlısı ülkelerde korku yarattı.
Korkunun ecele faydası olmaz. Yapılacak iş üretime dönmektir. İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Sanayinin ve sanayicinin yeryüzü ölçeğinde yeniden önem kazanacağı bir dönemin eşiğindeyiz” diyor. Türkiye’nin tutması gereken yol da budur: Üretime odaklanmak, tüm politikaları bu amaca bağlamak. Peki ama nasıl?
“Sanayinin ve sanayicinin yeryüzü ölçeğinde yeniden önem kazanacağı dönem” geri geliyorsa, eskisinden çok daha sert olacak rekabet koşullarıyla geliyor. Şimdiki halde Türkiye’nin sanayi üretim yapısının yeterince rekabetçi olmadığı da biliniyor. Bütün sorunlar ve çözümleri de bu noktada düğümleniyor. Türkiye’nin sanayi yapısında ciddi bir dönüşüm gerçekleştirmesi şart oluyor. Dahası, bu dönüşümün özellikle ve öncelikle sanayici KOBİ’leri kucaklayacak bir kapsamda olmasına dikkat etmek gerekiyor.
İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın çizdiği politik vizyon önerisine katılmamak mümkün değil: “Sanayideki dönüşümü tetikleyici somut adımların atılması, enerji ve ulaştırma altyapısı ile Ar-Ge ve inovasyonun geliştirilmesi, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaştırılması, yüksek katmadeğerli üretim yapısına geçiş, bu konuda özel havzaların kurulması, aktif işgücü politikası ve eğitimin işgücü talebine duyarlılığının artırılması...”
Bu vizyon elbette ve belki de en başta, finans sektörünün de yeniden yapılandırılmasını gündeme getirecektir. Finans sektörü ile reel sektör arasındaki kredi ilişkilerinde yeni düzenlemelere ve iyileştirmelere ihtiyaç doğacaktır. Türkiye ekonomisinin kırılganlığı gündem olmaktan ancak bu şekilde çıkarılabilir.
Ramazan Bayramı’nızı kutlar; huzur, sağlık, başarı ve mutluluk dolu günler dilerim.
Babacan’ın bu genellemesi Türkiye’nin durumunu dört dörtlük anlatıyor. İşaret ettiği tehlike, yüksek cari açığını “sıcak para” ile kapatmak zorunda olan Türkiye ekonomisinin en büyük korkusudur.
Buna şaşırmamak gerekir. Dünya ekonomisi son 25 yılda DTÖ kuralları içinde devindi. Bu devinim üretimi arka plana iterek ticareti ön plana çıkardı. Ticaretin borçlanmaya dayalı yapısı ister istemez finans sektörünü kutsallaştırdı, dokunulmaz yaptı. Ekonomilerin üreterek büyümesi unutuldu, sadece sıcak para ile mümkün “sauna’da büyüme” biçimleri tercih edildi. Sermaye birikimi yüksek olan ülkeler kazandı, olmayanlar kaybetti.
Bakalım ve görelim: Dünya ekonomisinin, finansal araçlarla büyürken bir gün gelip kriz duvarına çarpacağını hemen herkes görmüştü. Bu da gerçekleşti ve 2007 yılında küresel kriz geldi. Bir kaç yıl sonra gerçi görece bir toparlanma gözüktü ama krizin temel dinamiği işlemeye devam ediyor. Avrupa’da durgunluk ve daralma sürüyor. ABD Merkez Bankası FED’in piyasaya saçtığı dolar dağlarını geri çekeceğini söylemesi sıcak para bağımlısı ülkelerde korku yarattı.
Korkunun ecele faydası olmaz. Yapılacak iş üretime dönmektir. İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Sanayinin ve sanayicinin yeryüzü ölçeğinde yeniden önem kazanacağı bir dönemin eşiğindeyiz” diyor. Türkiye’nin tutması gereken yol da budur: Üretime odaklanmak, tüm politikaları bu amaca bağlamak. Peki ama nasıl?
“Sanayinin ve sanayicinin yeryüzü ölçeğinde yeniden önem kazanacağı dönem” geri geliyorsa, eskisinden çok daha sert olacak rekabet koşullarıyla geliyor. Şimdiki halde Türkiye’nin sanayi üretim yapısının yeterince rekabetçi olmadığı da biliniyor. Bütün sorunlar ve çözümleri de bu noktada düğümleniyor. Türkiye’nin sanayi yapısında ciddi bir dönüşüm gerçekleştirmesi şart oluyor. Dahası, bu dönüşümün özellikle ve öncelikle sanayici KOBİ’leri kucaklayacak bir kapsamda olmasına dikkat etmek gerekiyor.
İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın çizdiği politik vizyon önerisine katılmamak mümkün değil: “Sanayideki dönüşümü tetikleyici somut adımların atılması, enerji ve ulaştırma altyapısı ile Ar-Ge ve inovasyonun geliştirilmesi, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaştırılması, yüksek katmadeğerli üretim yapısına geçiş, bu konuda özel havzaların kurulması, aktif işgücü politikası ve eğitimin işgücü talebine duyarlılığının artırılması...”
Bu vizyon elbette ve belki de en başta, finans sektörünün de yeniden yapılandırılmasını gündeme getirecektir. Finans sektörü ile reel sektör arasındaki kredi ilişkilerinde yeni düzenlemelere ve iyileştirmelere ihtiyaç doğacaktır. Türkiye ekonomisinin kırılganlığı gündem olmaktan ancak bu şekilde çıkarılabilir.
Ramazan Bayramı’nızı kutlar; huzur, sağlık, başarı ve mutluluk dolu günler dilerim.