01.12.2014, 08:29
17382
Başarıyı kendinde aramak
İş dünyasında çarpık bir algı giderek yaygınlaştı. Kazanamayan ve kaybeden; “reformlar yapılmadı, ondan böyle oldu” diyerek topu taca atıyor.
Reformlar “uygun ortam” içindir, ekonomik başarıyı destekler fakat asıl soruyu kendimize sormamız gerekir: “Ben reform yapabiliyor muyum?”
Türkiye 2023 yılında ‘Orta Gelir’den çıkıp ‘Üst Gelir Grubu’ ülkeler sınıfına geçmeyi “milli bir iddia “ olarak benimsedi. Bu hedef; Türkiye’nin sayıları 300 bini bulan imalatçı işletme envanteri hesaba katılarak belirlendi. Demek ki bu işi sen, ben, o... tek tek ve birlikte gerçekleştireceğiz. O halde her birimizin “reformcu” olmamız, yapı ve zihniyet reformu yaparak kurumsal bir değişim sürecine girmemiz gerekiyor.
İmalatçı iş dünyasında “reform yolu”, aynı zamanda üretilen ürün ve hizmet esaslı “markalaşma yolu”dur. Türkiye’den ne kadar çok marka çıkarsa 2023 hedefimiz o ölçüde realize olabilecektir. Bunu düşünerek bu sayımızın kapak konusunu “markalaşma” olarak saptadık.
Tereddüt etmeye, çekinmeye hiç gerek yok. İster mikro ya da orta ölçekli, ister tek başımıza bir girişimci olalım, önümüzdeki sekiz yılda markalaşmayı hedef seçip önümüze koyalım, bunun stratejik planını yapalım, işletmemiz için gereken reformları peşpeşe ve hızla gerçekleştirip “markalaşma yolu”na girelim.
300 bin üretici işletmenin hep birlikte markalaşma yolculuğuna çıktığını düşünün. Kesin, 9 yıl sonra bunların içinden binlerce yerel, yüzlerce ulusal ve en azından 8-10 global marka çıkacaktır. Zaten Türkiye’nin 2023 yılında yüzünü ağartacak olan da bu markalar olacaktır. Unutulmamalı; marka olanlar karlılığını 3-5 kat daha artıracaktır ama marka olamayanlar da “yaşayabilir” olmanın temelini atarak kazançlı çıkacaklardır.
“Yapamam!” yoktur; çünkü her ürün ve hizmet ve her kurum “marka” olabilir; yeter ki bilgi, irade, yaratıcılık ve sabırla desteklensin. Geriye, “müşterinin isteğine göre” üretmek kalıyor. Zaten müşteri istemedikçe asla marka olunamaz; markalaşmanın değişmez felsefesi “müşteri memnuniyeti” olmuştur.
Markalaşma sürecinin bir ayağı elle tutulabilen fiziki olgular üzerinden ilerler. Bu ayakta kalite, inovasyon yatırımları yeralır. Türkiye’de bunlara erişilebilir destek yeterince bulunmaktadır.
Sürecin diğer ayağı ise ‘subjektif’ olgular üzerinden ilerleyecektir. Bu ayakta kararlılık, moral, duygu, moda, estetik, tatmin, kültürel yakınlıklar, alışkanlıklar, tarihi veya etnik değerler, imajlar, algılar ve nihayet girişimcilik yeralır.
Bu iki ayağı birlikte çalıştırın, markalaşma yolculuğu başlamış olacaktır.
Son olarak şunu eklemek uygun olur: Gerçekleştirdiğinizin bilinmesi, farkedilmesi, tanınması gerekir. Tanınmak eskiden çok zordu ve enbüyük markalaşma yatırımı buraya yapılırdı. Ancak günümüzde durum değişti. Tanıtım artık sembolik yatırımlarla mümkün olabiliyor. Çünkü, artık internet var, sosyal medya var, dijital yayın ve klasik reklam mecraları var.
Başarının engellerini önce kendimizde aramayı öğrendiğimizde markalaşmamız kolay olacaktır.
Reformlar “uygun ortam” içindir, ekonomik başarıyı destekler fakat asıl soruyu kendimize sormamız gerekir: “Ben reform yapabiliyor muyum?”
Türkiye 2023 yılında ‘Orta Gelir’den çıkıp ‘Üst Gelir Grubu’ ülkeler sınıfına geçmeyi “milli bir iddia “ olarak benimsedi. Bu hedef; Türkiye’nin sayıları 300 bini bulan imalatçı işletme envanteri hesaba katılarak belirlendi. Demek ki bu işi sen, ben, o... tek tek ve birlikte gerçekleştireceğiz. O halde her birimizin “reformcu” olmamız, yapı ve zihniyet reformu yaparak kurumsal bir değişim sürecine girmemiz gerekiyor.
İmalatçı iş dünyasında “reform yolu”, aynı zamanda üretilen ürün ve hizmet esaslı “markalaşma yolu”dur. Türkiye’den ne kadar çok marka çıkarsa 2023 hedefimiz o ölçüde realize olabilecektir. Bunu düşünerek bu sayımızın kapak konusunu “markalaşma” olarak saptadık.
Tereddüt etmeye, çekinmeye hiç gerek yok. İster mikro ya da orta ölçekli, ister tek başımıza bir girişimci olalım, önümüzdeki sekiz yılda markalaşmayı hedef seçip önümüze koyalım, bunun stratejik planını yapalım, işletmemiz için gereken reformları peşpeşe ve hızla gerçekleştirip “markalaşma yolu”na girelim.
300 bin üretici işletmenin hep birlikte markalaşma yolculuğuna çıktığını düşünün. Kesin, 9 yıl sonra bunların içinden binlerce yerel, yüzlerce ulusal ve en azından 8-10 global marka çıkacaktır. Zaten Türkiye’nin 2023 yılında yüzünü ağartacak olan da bu markalar olacaktır. Unutulmamalı; marka olanlar karlılığını 3-5 kat daha artıracaktır ama marka olamayanlar da “yaşayabilir” olmanın temelini atarak kazançlı çıkacaklardır.
“Yapamam!” yoktur; çünkü her ürün ve hizmet ve her kurum “marka” olabilir; yeter ki bilgi, irade, yaratıcılık ve sabırla desteklensin. Geriye, “müşterinin isteğine göre” üretmek kalıyor. Zaten müşteri istemedikçe asla marka olunamaz; markalaşmanın değişmez felsefesi “müşteri memnuniyeti” olmuştur.
Markalaşma sürecinin bir ayağı elle tutulabilen fiziki olgular üzerinden ilerler. Bu ayakta kalite, inovasyon yatırımları yeralır. Türkiye’de bunlara erişilebilir destek yeterince bulunmaktadır.
Sürecin diğer ayağı ise ‘subjektif’ olgular üzerinden ilerleyecektir. Bu ayakta kararlılık, moral, duygu, moda, estetik, tatmin, kültürel yakınlıklar, alışkanlıklar, tarihi veya etnik değerler, imajlar, algılar ve nihayet girişimcilik yeralır.
Bu iki ayağı birlikte çalıştırın, markalaşma yolculuğu başlamış olacaktır.
Son olarak şunu eklemek uygun olur: Gerçekleştirdiğinizin bilinmesi, farkedilmesi, tanınması gerekir. Tanınmak eskiden çok zordu ve enbüyük markalaşma yatırımı buraya yapılırdı. Ancak günümüzde durum değişti. Tanıtım artık sembolik yatırımlarla mümkün olabiliyor. Çünkü, artık internet var, sosyal medya var, dijital yayın ve klasik reklam mecraları var.
Başarının engellerini önce kendimizde aramayı öğrendiğimizde markalaşmamız kolay olacaktır.