Yıllar Geçerken…
İnsan gençken, gençliğin enerjisi ve toy olmanın cesaretiyle her şeyi yapabileceğini düşünüyor ve geleceğe çoğunlukla umutlu bakıyor. Kafasındaki insan, dünya ve gelecekle ilgili o kadar farklı algılar var ki onu gerçek sanıyor ve korkusuzluğun verdiği cesaretle abartılmış bir özgüvenle dolaşıyor. Büyüklerinin yaptıklarını beğenmiyor, sözlerine inanmıyor, onları çağdışı buluyor ve kadim bilgileri küçümsüyor.
Yıllar geçtikçe insan, hayatın hiç de sandığı gibi olmadığını anlayınca korkuyor, ürküyor ve geçmişin bilgi ve bilgelerine kulak vermek gerektiğini duyumsuyor ve aşırı özgüven yerini kaygılara, endişelere ve korkulara bırakıyor. İnsan zamanla ürkekleşiyor ve tecrübe edindikçe, ayakları yere basmaya başlıyor ve daha gerçekçi düşünmenin önemini anlıyor.
Zaman geçip orta yaşlara geldikçe bazıları şanslı oluyor; iş, aş ve arkadaşlarını dengeleyerek daha düzenli bir hayata geçerken yeterince şanslı olamayan ve sisteme veya kendine kurban gidenler daha mutsuz bir yaşlılığa doğru umutsuzca savruluyorlar…
Ellili yaşların ortasına veya sonuna gelip altmışlı yaşlara merdiven dayayınca enerji azalıyor, bilgelik artıyor ama yılların yükü ve yıpranmışlığı insanın önüne bir engel olarak geliyor. Hele sorunlar denizinde yüzmüş, kötü beslenmiş, kendini unutup başkalarının mutluluğuna odaklanmışsa hayatın yükü daha ağır oluyor. Zamanından önce yıpranıyor; şansı varsa mutluluk kırıntılarıyla idare etmek zorunda kalıyor.
Çok az azınlık ise mutlu ve kendisiyle barışık hayat yaşayabiliyorlar zira onlar hayatın bilgeliklerini ve kadim bilgilerini hayata geçirmiş; kendini yönetmede ustalaşmış oluyorlar. Az da olsa birileri başarıyor daha dengeli ve dingin hayatı.
Çoğunluk ise hayatı bir oyun olarak değil bir savaş olarak görüyor. Savaşmak bitmiyor ve son nefesine kadar savaşmaya zorlanıyor. Yıpranıyor ama yapacak başka bir şey olmuyor, zira bazıları şanslı olamıyor ne yazık ki çok açıdan. Kendinle sorunları hallediyorsun, eşinin, çocuklarının veya başkalarının sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalıyorsun. Hayatında olan insanlarla bağlılıklar ve yükümlülüklerden dolayı tek başına mutluluk ve dinginlik olmuyor. Birisinin sorunu, senin sorunun oluyor ve hayat böyle akıp geçiyor. Bazen kişi kendi durumundan daha kötü olanları görünce şükrediyor ama daha sonra “aynı tas, aynı hamam” durumunda yaşamaya devam ediyor.
Her türlü soruna rağmen yaşamayı becerebilenlere hayranlık duyuyorum. Sahrada bir vaha misali parlıyorlar. Onlardan öğrenecek çok şey var aslında. Hayatı kolaylaştıran bu insanları koruma altına almak lazım, zira başkalarına ilham veriyor ve esin kaynağı oluyorlar.
Kimisi onları kıskanıyor ama gereksiz bir kıskançlık. Bence öğrenmeli onlardan nasıl yaşanacağını ve kulak vermeli tecrübelerine. İşimize yarayacak çok şey anlatabilirler tabii duymak isteyenlere...
Bizi ileriki yaşlarda yani enerjimizin azaldığı ama tecrübelerimizin arttığı yıllarda kurtaracak olan tek şey bu bilgiler olacaktır. Kendimizi sevmeye, koşulsuz kabul etmeye, anlamaya ve sürekli öğrenmeye ihtiyacımız var. Peşinden koşacağımız bir amaç, güzel bir uyku, sağlıklı, az ve öz yemek, müzik, doğa ve birkaç iyi arkadaş ve başımızı sokacağımız bir yuva, temel ihtiyaçlarımız ve mutlu bir yaşam için yeter de artar bile. Fazlasına gerek kalmayabiliyor.