01.08.2018, 08:00
4595
Tadını Çıkar, Suyunu Değil…
İnsanları mutlu eden veya onları mutsuzluğa iten davranış kalıplarının ne olduğuna şöyle bir göz atarsanız, işin tadını çıkarmakla suyunu çıkarmak arasında gidip geldiğini görürsünüz.
İnsanların küçük hatalarına göz yumarsınız ama onlar işi azıtır ve olayları dayanamayacak boyuta getirirler. Yakın bir arkadaşınıza zorda kaldığı ve merhamet duygunuza dayanarak borç para veririsiniz ama daha sonra hem paradan hem de dosttan (!) olursunuz. Yemek yemek iyidir ama tıkanana kadar yemek içmek, bu fazla gelir. Bir dostunuzla birkaç kadeh bir şey içmek istersiniz ama kadehler yerini kazanlara bırakır ve kişi ayakta duramayacak duruma gelir. Bir kadına/erkeğe gönül veririsiniz ama o kişi bir değer bilmez ise bir anda sizi, onu sevdiğinize pişman eder. Çalışanlarınıza yakın davranırsınız ama yine halden anlamazlarsa yakınlığınızı kullanmaya başlarlar. Ya öğrencileriniz!.. Biraz kuralları gevşetirseniz sizi paçavraya çevirmek isterler…
İnsanın bu “daha” sorunu evrenseldir. Sınır tanımamak sanki bir kural olmuştur. En yakınlarınızda bile görebilirsiniz. Eşiniz, çocuklarınız, yakınlarınız buna dâhildir… “Haddini bilmek” suç olmuştur ya da bazı “özel insanlara” bahşedilmiş gibidir. Hadsizlik, nobranlık, kadir bilmeme, emanete hıyanet, vefasızlık, pişkinlik, cehalet, bencillik, riya, ikiyüzlülük bir erdemmiş gibi çoklarının üzerinde sırıtıyor ama kimse üzerine alınmıyor…
Birçok öğreti de “orta yol”un iyi olduğu telkin edilir. Az yemenin, içmenin, uyumanın, dostun, konuşmanın, sahip olmanın, zamanı harcamanın, boş işlerle uğraşmamanın orta yolu olması gerektiği anlatılır ama kimse dinlemez. “Daha çok”a sahip olmak ve yapmak erdemmiş gibi kişi o boşluğun bir türlü doldurulamayacağını anlamaz, her şeyin sahibi olmak ister, paranın, malın, mülkün, zamanın, yemenin içmenin, gezmenin, çalışmanın vs. gibi…
Bilmezler ki hayatı kısadır; mutlu anlar azdır, zaman değerlidir. Mutlu olmak önemlidir. Mutluluk vermek, dişe dokunan şeyler yapmak değerlidir. Dostluklara zaman ayırmak, yeşile çevreye sevdalanmak anlamlıdır. Sevmek, sevilmek, değer ve kıymet bilme, paha biçilmezdir. Gülmek, güldürmek, azla yetinmek, sahip olduklarıyla mutlu olabilmek, sevdiğin işi yapabilmek veya seveceği işe yönelmek kıymetlidir. Sevdiklerine zaman ayırmak, eğlenmek, gülmek, beklentisiz ilişki kurmak değerledir ama bunlar sanki masallarda gibi gelir insana…
Bilmiyor değildir insan bu gerçekleri ama ya işine gelmez, ya nasıl yapılacağını bilmez ama ya da umursamaz… Hangisi olursa olsun insan zamanı, hayatı, güzellikleri yaşamalı tadını çıkarmalı ve bunların değerini bilmelidir. Klasik “hazcılıktan” bahsetmiyorum ama mutlu olmayı öğrenmeli insan. Mutlu olmanın içinde mutluluk vermeyi, orta yolda yaşamayı; ne olursa olsun kabullenmeyi ve abartmamayı da kaslarına geçirmelidir.
Suyunu çıkarmak yerine, tadını çıkarmayı öğrendiğinde insan, aşırılıklardan kaçınacaktır doğal olarak. Kontrol kendisinde olacaktır hayatının. Bu bile mutluluk için yeter. Geriye kalan, bilgisini hayata geçirmek kalıyor insana…
İnsanların küçük hatalarına göz yumarsınız ama onlar işi azıtır ve olayları dayanamayacak boyuta getirirler. Yakın bir arkadaşınıza zorda kaldığı ve merhamet duygunuza dayanarak borç para veririsiniz ama daha sonra hem paradan hem de dosttan (!) olursunuz. Yemek yemek iyidir ama tıkanana kadar yemek içmek, bu fazla gelir. Bir dostunuzla birkaç kadeh bir şey içmek istersiniz ama kadehler yerini kazanlara bırakır ve kişi ayakta duramayacak duruma gelir. Bir kadına/erkeğe gönül veririsiniz ama o kişi bir değer bilmez ise bir anda sizi, onu sevdiğinize pişman eder. Çalışanlarınıza yakın davranırsınız ama yine halden anlamazlarsa yakınlığınızı kullanmaya başlarlar. Ya öğrencileriniz!.. Biraz kuralları gevşetirseniz sizi paçavraya çevirmek isterler…
İnsanın bu “daha” sorunu evrenseldir. Sınır tanımamak sanki bir kural olmuştur. En yakınlarınızda bile görebilirsiniz. Eşiniz, çocuklarınız, yakınlarınız buna dâhildir… “Haddini bilmek” suç olmuştur ya da bazı “özel insanlara” bahşedilmiş gibidir. Hadsizlik, nobranlık, kadir bilmeme, emanete hıyanet, vefasızlık, pişkinlik, cehalet, bencillik, riya, ikiyüzlülük bir erdemmiş gibi çoklarının üzerinde sırıtıyor ama kimse üzerine alınmıyor…
Birçok öğreti de “orta yol”un iyi olduğu telkin edilir. Az yemenin, içmenin, uyumanın, dostun, konuşmanın, sahip olmanın, zamanı harcamanın, boş işlerle uğraşmamanın orta yolu olması gerektiği anlatılır ama kimse dinlemez. “Daha çok”a sahip olmak ve yapmak erdemmiş gibi kişi o boşluğun bir türlü doldurulamayacağını anlamaz, her şeyin sahibi olmak ister, paranın, malın, mülkün, zamanın, yemenin içmenin, gezmenin, çalışmanın vs. gibi…
Bilmezler ki hayatı kısadır; mutlu anlar azdır, zaman değerlidir. Mutlu olmak önemlidir. Mutluluk vermek, dişe dokunan şeyler yapmak değerlidir. Dostluklara zaman ayırmak, yeşile çevreye sevdalanmak anlamlıdır. Sevmek, sevilmek, değer ve kıymet bilme, paha biçilmezdir. Gülmek, güldürmek, azla yetinmek, sahip olduklarıyla mutlu olabilmek, sevdiğin işi yapabilmek veya seveceği işe yönelmek kıymetlidir. Sevdiklerine zaman ayırmak, eğlenmek, gülmek, beklentisiz ilişki kurmak değerledir ama bunlar sanki masallarda gibi gelir insana…
Bilmiyor değildir insan bu gerçekleri ama ya işine gelmez, ya nasıl yapılacağını bilmez ama ya da umursamaz… Hangisi olursa olsun insan zamanı, hayatı, güzellikleri yaşamalı tadını çıkarmalı ve bunların değerini bilmelidir. Klasik “hazcılıktan” bahsetmiyorum ama mutlu olmayı öğrenmeli insan. Mutlu olmanın içinde mutluluk vermeyi, orta yolda yaşamayı; ne olursa olsun kabullenmeyi ve abartmamayı da kaslarına geçirmelidir.
Suyunu çıkarmak yerine, tadını çıkarmayı öğrendiğinde insan, aşırılıklardan kaçınacaktır doğal olarak. Kontrol kendisinde olacaktır hayatının. Bu bile mutluluk için yeter. Geriye kalan, bilgisini hayata geçirmek kalıyor insana…