Marmara Grubu Vakfı Çin’deydi
Marmara Grubu Vakfı Çin Halk Cumhuriyeti’nde düzenlenen Dünya Barış Günü toplantısına katıldı. Marmara Grubu Vakfı’nı temsilen Dr. Akkan Suver, Şamil Ayrım ve Cahit Karakullukçu 19 Eylül-26 Eylül 2014 günleri arasında Çin Halkları Barış ve Silahsızlanma Teşkilatı’nın davetlisi olarak düzenlenen Dünya Barış Günü toplantılarına katıldı. Pekin, Yan’an ve Xi’an şehirlerinde düzenlenen törenlerde konuşan Marmara Grubu Vakfı Başkanı Dr. Akkan Suver, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” prensibini anlattı. Toplantılarda konuşmalarının dışında moderatörlük de yapan Dr. Akkan Suver, Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Ali Murat Ersoy tarafından da kabul edildi. Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki temasları sırasında Dr. Akkan Suver, Şamil Ayrım ve Cahit Karakullukçu görüştükleri şahsiyetlere gelecek yıl yapılacak 18. Avrasya Ekonomi Zirvesi hakkında bilgi verdi. Toplantılara misafir olarak katılan Kıbrıs eski Cumhurbaşkanı Demetris Christofias ile Bangladeş eski Cumhurbaşkanı Hüseyin Muhammet Erşad, Akkan Suver ve arkadaşlarını kabul etti. Dr.Akkan Suver ve arkadaşları ayrıca Çin Halkları Barış ve Silahsızlandırma Teşkilatı Başkan Yardımcısı He Jun ile Çin Dış İlişkiler Bakanlığı Batı Asya ve Kuzey Afrika Bürosu Genel Müdür Yardımcısı Jiang Jianhua tarafından da ayrı ayrı kabul edildi.
Konuya ilişkin Marmara Grubu Vakfı Başkanı Dr. Akkan Suver’in makalesi şöyle:
Yurtta Barış, Cihanda Barış
19 Eylül ile 26 Eylül günleri arasında Çin Halk Cumhuriyeti’ne gittim.
Çin Halkları Barış ve Silahsızlanma Teşkilatı’nın davetlisi olarak 21 Eylül Dünya Barış Günü münasebetiyle Şian şehrinde 37 ülkenin katılımıyla tertiplenen “Uluslararası Barış Gününü Anma” toplantısında Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” felsefesini anlattım.
Bu yazımda; komşularımızla beraber yaşadığımız ve barışa hasret kaldığımız bugünlerde sunduğum konuşmamı sizlerle paylaşmak istedim.
90 yıl önce barış konusunda biz Türkler’e "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibiyle konunun önemini vurgulayan Kemal Atatürk'ün bu önemli dış ve iç politika değerlendirmesinden sözetmek istiyorum.
Yurtta sulh, cihanda sulh, modern Türkiye'nin bir temel ilkesi, Türk dış politikasının da dayanağıdır. 1961 ve 1982 Türkiye Anayasası’nda yeralan, devlet yönetiminde ve her türlü devlet faaliyetlerinde yönlendirici bir nitelik taşıyan, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”, ilkesi, sadece bir parola değil, aynı zamanda bir üstün hukuk kuralıdır.
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi bir taraftan yurtiçinde huzur ve sükûnu, güven içinde yaşamayı, diğer taraftan da milletlerarası barış ve güvenliği hedef tutar. Bu ilke, hem iç politikanın, hem de dış politikanın temel dayanağıdır.
Kemal Atatürk, barışın sadece bir ülkenin sorumluluğunda olmadığını, barışın evrensel olduğunu ve bir yerde acı varken diğer yerde barışın gerçekleşemeyeceğini şu güzel sözlerle dünyaya açıklıyordu:
"Barışın yolunda, nereden bir çağrı geliyorsa, Türkiye onu candan karşıladı ve yardımını esirgemedi. Dünya uluslarının mutluluğuna çalışmak başka bir yoldan kendi esenlik ve mutluluğuna çalışmak demektir. Beşeriyeti bir vücut ve bir ulusu onun uzvu saymalıdır. Bir vücutta parmağın ucundaki acıdan diğer uzuvlar da acı duyar. Dünyanın şu yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne dememeliyiz. Onunla ilgilenmeliyiz."
Türkiye’nin tüm bu çabalarından beklediği yarar, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” anlayışının belirlediği çizgiden sapmadan, dünya çapında barışın sağlanması ve korunmasından başka bir şey olmamıştır.
Bugün, dünya küreselleşmesinin sonucu olarak küçük bir köy haline gelmiştir. Artık gerek ülke içinde, gerek ülkeler arasında karşılıklı bağımlılık (interdependence) olgusu büyük önem kazanmış ve bu olgu insanları ve ulusları birbirinden kopamaz hale getirmiştir. Böylesi bir ortamda, en büyük risk; dünyanın herhangi bir yerinde çıkabilecek siyasal, ekonomik, dinsel etnik vs. nedenlere dayalı bir çatışma ya da anlaşmazlığın (Bosna-Hersek, Afganistan, Irak, Suriye, IŞİD örnek olayında olduğu gibi) kısa bir süre içinde, dünyanın geri kalanını tehdit altında bırakma potansiyelinin eskisine göre çok daha yüksek olmasıdır. Bu nedenle bugün, dünya uluslarının küresel barışı tehdit edebilecek sorunlar karşısında işbirliği yapmak için ortak bir bilince ihtiyaçları vardır. Bu ortak bilinç evrensel çapta kabul gören ve benimsenen bir ilke ile mümkün olabilir. İşte bana göre bu evrensel ilke; bir yandan ülke içindeki görüş ayrılıklarının uzlaşmacı bir yaklaşımla ortadan kaldırılarak, iç barışın sağlanması, diğer yandan bu iç barış ortamında alınan eşsiz destekle gereken çabayı göstererek, önce bölge, ardından dünya barışının sağlanıp, korunması anlamına gelen “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” anlayışından başka bir şey değildir. Bu yaklaşım, dünyanın girift sorunları düşünüldüğünde, ilk anda çok ütopik gibi görünse de söylenebilecek şey en azından imkansız olmadığıdır. En imkansız olana bile hayat kazandıran şey, ona olan inanç ve güvendir. Nitekim Türkiye yıllardan beri “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” anlayışına olan inanç ve güveniyle, bölgesinde sürekli biçimde bir barış ve istikrar adası olarak bu imkansızı zorlamıştır. Kısaca Türkiye bu noktada yerine oturan güzel bir örnektir. Dünya ulusları birbirlerine muhtaç olduklarının bilincine daha ileri seviyede varıp, diğeri olmadan kendisinin de bir anlam ifade etmeyeceği şeklinde bir kanıya ulaşır ve çatışma konularına nazaran, işbirliği alanlarına daha çok vurgu yaparlarsa evrensel bir barışın sağlanması hiç de uzak bir ihtimal değildir.
İnsanlık ancak “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” gibi eşsiz ve evrensel olan bir anlayışın yarattığı ortak bilinçle böyle bir noktaya gelebilir. Bu ilke yardımıyla dünya ulusları bireysel temelde kendilerini ve kendi çıkarlarını ne kadar düşünüyorsa (Yurtta Sulh), aynı şekilde farklı, kültür, dil, din ve ırktan olan başka ulusları da düşünecek ve onları kendi varlıklarının ayrılmaz birer parçası olarak görecektir (Cihanda Sulh). Sonuçta şunlar söylenebilir. Yaklaşık 90 yıl önce Kemal Atatürk’ün büyük bir uzak görüşlülükle ortaya attığı bu evrensel anlayış, bugün insanlığın varlığını barış içinde sürdürmesi için ihtiyaç duyduğu özel bir konumdur. Geleceğin dünyası, varlığını büyük ölçüde savaştan, çatışmadan ve anlaşmazlıktan uzak, barış ve istikrar ortamı içerisinde sürdürebilir. Bu ise ancak önce ülke, sonra bölge ve dünya çapında barışın kurulmasıyla mümkün olabilir. İnsanlık sağduyulu bir şekilde, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” anlayışı içerisinde başka bir dünya olmadığını anlayacaktır.