31.05.2017, 08:00
7696
Yaşam Biraz Çelişkidir…
Çocukken anı yaşar ve fazla beklenti içinde olmadan anın keyfini çıkarmaya çalışırız. Yarın kavramı yoktur çocuklukta; eğlenir, anı yaşar ve aç-tok demeden yüksek bir enerji ile hayatın tadını çıkarmaya çalışırız sanki hiçbir sorunumuz yokmuş gibi… Şanssız olanlar vardır çocukluklarında; dünyanın yükünü çeken, ev geçindirme telaşında olan milyonlarca çocuk işçi de dünyamızın gerçeklerindendir maalesef…
Gençliğe geçiş sıkıntılı olsa da aşırı bir özgüven, her şeye isyan ederiz ve anne babamızdan başlayarak hiçbir şeyi beğenmemeye başlarız gücümüz olsa dünyayı değiştirmeye odaklanırız. Sanırız ki dünyanın merkezi biziz ve her şeyin kendi etrafımızda döndüğünü düşünürüz. Gelecekte sıkıntılar yaşamayı düşünsek de yine de umursamayız fazla. Olmak ve yapmak istediklerimiz vardır kafamızda, bir de hayallerimiz, aşklarımızın yanında…
“Gelecekte her şey iyi olacak” hipnozuyla bizi kandırırlar, bizim kendimizi kandırdığımız gibi. İnanmasak bile inanmak isteriz bu sözlere ama bazen de başka seçeneğimiz yoktur…
Makam, mevki sahibi olur, para kazanır ve bir yerlerden hayatı yakalamaya çalışırız ama bir bakarız ki umutlarımız azalmaya, mutsuzluklarımız artmaya, insana ve hayata dair güvenimiz azalmaya başlar. Hiç de düşündüğümüz gibi değildir hayat. İnsanlara kızarız; onları güvenilmez buluruz ve hayal kırıklıkları gündelik yaşamın kendisi olmaya başlar gittikçe…
Yaş almaya başlarken yorulmaya başlarız; eski şevkimiz kalmaz artık. Bir yandan yaşlanma sonucu oluşan hastalıklar başlar ufaktan. Bedenimiz düşüncemize yetişememeye başlar; bize “sen artık yaşlanıyorsun dostum” der. Oysa yapacak ve yaşayacak daha çok şey varken.
Çoluk çocuk, onların okulu, mürüvveti, ülkenin ve dünyanın gidişatı derken yorgunluklarımız artmış, enerjimiz azalmış ve artık yavaş yavaş dinlenmeye, sakin yerler aramaya başlarız. Eskiye ve anılara sarılmaya; bir zamanlar görmeye tahammül edemediğimiz insanları bile özlemeye başlarız. Var olmaktan hiçliğe giden bu yolda ürpermeye başlar ve buna direnecek bazı hamleler yaparız, saçma ve gereksiz olduğunu bile bile…
Aslında, “her doğum ölüme giden bir yolculuktur” derken düşünenler haksız da sayılmıyorlar. Ölümün ne olduğunu henüz tam olarak bilemesek de korkmaya ve sevmeye çalıştığımız ama sevemediğimiz; yalan dediğimiz bu yaşama sıkı sıkı sarılmaya başlarız bile bile…
Yaşamın bir çelişkiler ve zıtlıklar yolculuğu olduğunu kavrarız sonunda. Her şeyin göreceli olduğunu ve belki de bir “ses bırakmak” olduğunu kavrar buna da “bilgelik” deriz sonunda…
Yaşam böyledir işte. Kabul etmek lazım acısıyla tatlısıyla… Sevmeyi, kendimiz olarak yaşamayı, paylaşmayı ve bizi biz olmaktan alıkoyan şeylere de direnerek yaşamayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz. En değerli şeyin “anlamlı ve değecek bir yaşam” olduğunu haykırmalı ve bu yolda yolcu olmayı kabul etmeliyiz…
Dostluk ve sevgiyle…
Gençliğe geçiş sıkıntılı olsa da aşırı bir özgüven, her şeye isyan ederiz ve anne babamızdan başlayarak hiçbir şeyi beğenmemeye başlarız gücümüz olsa dünyayı değiştirmeye odaklanırız. Sanırız ki dünyanın merkezi biziz ve her şeyin kendi etrafımızda döndüğünü düşünürüz. Gelecekte sıkıntılar yaşamayı düşünsek de yine de umursamayız fazla. Olmak ve yapmak istediklerimiz vardır kafamızda, bir de hayallerimiz, aşklarımızın yanında…
“Gelecekte her şey iyi olacak” hipnozuyla bizi kandırırlar, bizim kendimizi kandırdığımız gibi. İnanmasak bile inanmak isteriz bu sözlere ama bazen de başka seçeneğimiz yoktur…
Makam, mevki sahibi olur, para kazanır ve bir yerlerden hayatı yakalamaya çalışırız ama bir bakarız ki umutlarımız azalmaya, mutsuzluklarımız artmaya, insana ve hayata dair güvenimiz azalmaya başlar. Hiç de düşündüğümüz gibi değildir hayat. İnsanlara kızarız; onları güvenilmez buluruz ve hayal kırıklıkları gündelik yaşamın kendisi olmaya başlar gittikçe…
Yaş almaya başlarken yorulmaya başlarız; eski şevkimiz kalmaz artık. Bir yandan yaşlanma sonucu oluşan hastalıklar başlar ufaktan. Bedenimiz düşüncemize yetişememeye başlar; bize “sen artık yaşlanıyorsun dostum” der. Oysa yapacak ve yaşayacak daha çok şey varken.
Çoluk çocuk, onların okulu, mürüvveti, ülkenin ve dünyanın gidişatı derken yorgunluklarımız artmış, enerjimiz azalmış ve artık yavaş yavaş dinlenmeye, sakin yerler aramaya başlarız. Eskiye ve anılara sarılmaya; bir zamanlar görmeye tahammül edemediğimiz insanları bile özlemeye başlarız. Var olmaktan hiçliğe giden bu yolda ürpermeye başlar ve buna direnecek bazı hamleler yaparız, saçma ve gereksiz olduğunu bile bile…
Aslında, “her doğum ölüme giden bir yolculuktur” derken düşünenler haksız da sayılmıyorlar. Ölümün ne olduğunu henüz tam olarak bilemesek de korkmaya ve sevmeye çalıştığımız ama sevemediğimiz; yalan dediğimiz bu yaşama sıkı sıkı sarılmaya başlarız bile bile…
Yaşamın bir çelişkiler ve zıtlıklar yolculuğu olduğunu kavrarız sonunda. Her şeyin göreceli olduğunu ve belki de bir “ses bırakmak” olduğunu kavrar buna da “bilgelik” deriz sonunda…
Yaşam böyledir işte. Kabul etmek lazım acısıyla tatlısıyla… Sevmeyi, kendimiz olarak yaşamayı, paylaşmayı ve bizi biz olmaktan alıkoyan şeylere de direnerek yaşamayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz. En değerli şeyin “anlamlı ve değecek bir yaşam” olduğunu haykırmalı ve bu yolda yolcu olmayı kabul etmeliyiz…
Dostluk ve sevgiyle…