banner565

banner622

banner472

banner458

banner457

banner626

01.01.2014, 08:22 3044

Türkiye Ekonomisinde Büyüme ve Küresel Rekabet

Türkiye ekonomisinde 2013 yılı kapanırken baktığımızda iki ana başlıkta konuyu değerlendirmek mümkündür. Birincisi büyümedir. İkinci pencere ise küresel rekabette nerede olduğumuzun sorgulanmasıdır. Ekonominin büyümesi açısından baktığımızda; 2001 yılında ülkenin yaşadığı büyük ekonomik kriz ve sonrası yaşanan ekonomi programı dizaynı ve sonraki yıllara akan uygulaması ile ivme, denge ve finansal yapının yeniden düzenlenerek güçlendirilmesi sağlanmıştır. Program uygulama sürecinde 2008’de yaşanan ve dünyada küresel finansman krizi olarak ortaya çıkan kırılmada da ülke ekonomisinin diğer ülkelere göre ayakta kalabilmesini ve öne çıkmasını sağlamıştır. 2002 yılında yüzde 6.2 ve sonrasında sırayla 5.3 - 9.4 - 8.4 - 6.9 - 4.7 - 0.7 - (-4.8) - 9.2 - 8.8 ve 2012’de 2.2 büyüyen ekonomi vardır. 2008 yılına kadar geçen dönem dünyada olumlu trendlerin ortalama yüzde 5 büyüme ortamının gelişen ekonomileri olumlu desteklediği bir dönem olmuştur. Türkiye kurgusu güçlü finansal yapısı ve ekonomi programının arkasındaki siyasi duruşun güçlülüğü ile dünyada büyük büyüme oranlarını yakalayan bir ülke konumuna gelmiştir. Çin ile yarışan büyüme rakamları ülkeler krizlere girerken ekonominin güçlü desteği olmuştur. Bu tablonun verdiği cesaret ile 2023 hedefleri 500 milyar USD ihracat, 1 trilyon USD dış ticaret hacmi gibi hedefler ortaya konulmuştur. Halen 17 büyük ekonomi arasında yer alan Türkiye için 10 büyük ekonomi içinde olma öngörülmüştür.2013 yılı tahminlerine göre ekonominin yüzde 4 üzerinde büyüyeceği düşünülmektedir. Baktığımızda 10 yıl ortalaması (2003-2012) olarak yüzde 5.2 büyüdüğünü görmekteyiz. Türkiye ekonomisinin 10 yılda 3 kat büyüdüğü ifade edilirken bilim çevrelerince yüzde 63 olduğunu 2002’de 73 milyar olan ekonominin 2012’de 118 milyar liraya çıktığını kişi başına milli gelirde ise enflasyon oranından arındırılınca yüzde 43’lük büyüme olduğunu ortaya koydular. Türkiye büyümüştür. Kişi başı GSYİH 2002’de 3492 USD’den 2012 sonunda 10.500 USD’ı aşmıştır. Ancak gelir dağılımındaki çarpıklık devam etmektedir.
Bu büyümeye karşın Türk ekonomisinin kırılganlığı “Cari açık” olarak tanımlandı. Cari açık ile büyüme arasındaki ilişki, büyümenin ihracat/ ithalat bağlantısı ile ilişkilendi. Sanayimizin ithal ara malı kullanımı oranının yüzde 70’e çıktığı bu dönemde ara malı üreticileri için zorluklar belirdi. İhracat için gerçekçi kur politikası talebi baskılarına karşın MB bu politikasından vazgeçmedi. MB Başkanı yılsonu 1.92 kur söylemleri ile kararlılığını 2013’ün sonuna kadar taşıdı. Günlük döviz satışları ile tutulmaya çalışılan yükselişlerin başka faktörlerin de etkisiyle tırmanmayı önleyemediği görülüyor.
Cari açık artarken ülke borçlanabilme yeteneği ile sürdürülebilirliği korumak için giderek zorlaşan ve daralan finans piyasaları gerçeği ile karşı karşıya kalmıştır. Peki son 10 yılda 350 milyar USD’a ulaşan bu açık nasıl kapatıldı? 2002 yılında 130 milyar USD olan ülke dış borçları, 2012 sonunda 377 milyar USD’ye çıktı. Burada olumlu olan tek nokta GSYİH içindeki payında olan gerilemedir. Yüzde 56.2’den yüzde 42.8’e gerilemiştir. Özelleştirme ile dönemde 36.2 milyar USD gelir elde edilmiştir. 2008 krizlerinden itibaren ve özellikle 2011 küresel krizinden sonra özelleştirme piyasası durgunluğa girmiştir.
Borsa sıcak paranın ilgi odaklarından biridir. BİST’te yabancı yatırım payı ortalama yüzde 62’dir. Bu halen sığ olan BİST için bir risk oluşturmaktadır. 2013 yılı içinde Gezi Parkı ve yılın sonlarında patlak veren yolsuzluk operasyonları bu bağlamda kaygı verici gelişmeler olmuştur. Türkiye’nin jeopolitik konumunun getirdiği güçlükler ve dört bir tarafındaki istikrarsızlık ve yüksek ateş elbette risklerini arttıran unsurlardan biridir. Türkiye yeni yılla birlikte bir seçim maratonuna girmektedir. Seçim dönemlerinin para politikalarındaki etkisi her zaman genişleme yönünde olmuştur. Dış politik risklere iç siyasi sürecinde mutlaka bu bağlamda etkileri kaçınılmaz gözükmektedir. FED’in varlık alımını sınırlayan kararları kuşkusuz alanı daraltmıştır.
Ülkenin ekonomik performansından sözederken kıyaslama açısından fotoğrafa bakmakta yarar vardır. Bunun en önemli göstergelerinden biri de Dünya Ekonomik Forumu WEF tarafında her yıl yayınlanan Küresel Rekabet Endeksi’dir. Temel gereklilikler, “Verimlilik Arttırıcılar ve İnovasyon (Yenileşim) ve Çeşitlilik Faktörleri” olarak 3 ana grupta 12 alt kategoride yapılan değerlendirmeler sonucu Türkiye’nin verimlilik odaklı ülkelerden yenileşim odaklı ülkeler topluluğuna geçiş sürecinde olduğunu görüyoruz.
Türkiye olarak küresel rekabette neredeyiz? Büyüme konusundaki gelişmeyle rekabet dengesi ne durumda?  Uzun yıllardır 60’ncı sıralarda olan Türkiye Küresel Rekabet Endeksi’nde büyük bir sıçrama yaparak 2012-13 yılında 43. sıraya yükselmiştir. 12 faktör arasında en başarılı puanı ise 5.3 ile ülkeler arasında 15. sırada olduğu “iç pazar büyüklüğü”dür. Türkiye’nin küresel krizden diğer ülkelere göre daha az etkilenmesinin altında rol oynayan faktörlerden biri de budur. Türkiye’nin öne geçmesindeki fırsatı yaratan dengeyi koruyabilmesinin yanısıra önde olan bazı ülkelerdeki gerilemedir. 2011 yılı birçok ülke için küresel krizden kaynaklanan bir kırılım noktası olmuştur. Rekabet pazarındaki sıraları da kaymıştır. Sürdürülebilir bir kalkınma, istikrarlı ve dengeli bir sürecin sonunda gerçekleştiğini gördüğümüz bir sonuçtur. Dalgalanmalarda dönemsel sıçramalar yerine kalıcı tablolar oluşturmak önemlidir. Küresel rekabet endeksi bize göstermiştir ki yalnızca başkalarının gerilemesi değil, sizin kendinizin gerçekleştirdiği ilerlemeler kalıcılığı sağlar. Uluslararası piyasalardaki iyileştirmelere karşı yerinizi öne çekebilmek için ataklarınızı sürdürmek gerekir. Yol haritasında iyileştirmeleri ve öncelikleri stratejik anlamda yeniden planlama gereği vardır. Sürdürülebilirliğin esası sürekliliktir.

Türkiye 10 yılı geride bıraktığı ekonomi sürecinde başarılara karşı riskleri de yaşayarak gelişime devam etmiştir. 2013 büyümenin sürdüğü yıllardan biri olmuştur. Ancak ülkenin ilerlemesinde aşılacak engeller ve ulaşılacak hedefler açısından artık “Türkiye teknolojileri iyi kullanan değil, üreten bir ülke olma’’ zorundadır. Bir taraftan dengeli kalkınma, diğer yandan tasarımda zenginleşen ve yenileşime fırsat veren açılıma ve politikalara kavuşmak durumundadır.  

Yorumlar (0)