banner565

banner622

banner472

banner458

banner457

banner626

31.01.2021, 00:01 13363

Sende mi Brütüs…

İnsan, insanın kurdu olsa da aynı zamanda ‘öğretmeni’ de oluyor. Kötü denilen şeyler insana zaman içerisinde çok şey katıyor; kendine getiriyor. El verdikleriniz iyi çıkarsa şansınıza oluyor ama İyi çıkmazlarsa onlar da kişiyi birer yaşam filozofu haline getiriyor ve bu oyun yüzyıllardır devam ediyor ve devam edecek…

Insanların canını yakan çok şey vardır mutlaka ve onları sıralasak herkese göre değişiklik gösterse de mutlaka kişinin en yakınları veya güvendikleri tarafından ihanete uğraması belki de en sık olan ve insana o kadar da acı veren bir olaydır dersek abartmış olmayız herhalde.
İnsanın değer verdikleri ve / veya yakınları tarafından ihanete uğraması yeni bir şey değildir; insan var oldukça olabildiğine de tekrarlanacaktır. Tarihten günümüze gelen ve bu olayla özdeşleşen olay “Et tu, Brute?” yani, Julius Sezar’ın sözleridir. Latincesi William Shakespeare’ın tiyatro oyunu Julius Sezar’da kullanılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Dilimize, “Sen de mi Brütüs?” veya “Sen bile mi Brütüs?” olarak çevrilen bu söz kişinin en yakını veya en güvendiklerinin ihanetini sergiler.
15 Mart MÖ 44’te Julius Sezar, Marcus Junius Brutus önderliğindeki Sezar’a kızan bir grup senatör tarafından sırtından hançerlenmiştir. Brutus, Sezar’ın en yakın arkadaşıydı. Sezar’ın önce saldırganlara karşı koymaya çalıştığı, fakat Brutus’u görünce, (Et tu, Brutus?) yani, “Sen de mi Brütüs!” dediği, karşı bile koymadığı rivayet edilir.
Bu konu ile rivayetler çoktur, hatta Sezar’ın bu sözleri söylemediğine veya sessizce hiç konuşmadan öldüğünü ya da Yunanca “Sen de mi, oğlum?” dediğini yazar tarihçiler.*
Asıl konumuz Sezar ve Brütüs’ü anlatmak değil tabii ama insanların ‘keşke’lerinde yakınların ihaneti ve aymazlığı tavan yapar. Güvenip, yardım ettiğiniz, elinden tuttuğunuz, bir yerlere gelmesi için destek verdiğiniz, koruduğunuz, kolladığınız insanların bir süre sonra size bayrak açtıklarını, dedikodunuzu yaptıklarını, sizi beğenmediklerini, arkanızdan işler çevirdiklerini duyarsınız ta ki gerçeğin soğuk yüzünü kendiniz yaşayana kadar. İnanmak zaman alır ama inanırsınız sonunda. Geç de olsa kabul edersiniz ve kalbi katılaşmış, daha kendine dönük, daha umursamaz ve daha bir gerçekçi olarak yolunuza devam edersiniz.
İhanetlerin önemli bir görevi kişiyi kendine getirmesi ve bir iç hesaplaşmasının yapılmasını sağlamasıdır. Önemli olan ders burada kime el vereceğinizi, kime el vermeyeceğinizi bilmenizi sağlar. İyi ile kötüyü, yanlış ile doğruyu ayırt etmeyi yani, yılanın başını küçükken ezmeyi öğrenmek önemli derslerden birisidir. Zira insan us dışı bir varlıktır. Kimin ne zaman ne yapacağı belli olmaz. İnsanın bir tarafı her şeye rağmen bir türlü pişmemişse o insan faydadan çok zarar getirecektir. Öyle insanları yüceltmek ve elinde tutmak diğer ‘iyi’lere ve doğruya ihanet olacaktır.
Herkes, “Hamdım, piştim, oldum Elhamdülillah” diyemiyor Mevlana gibi. Çokları çiğ kalıyor, bazıları pişemiyor ve çok büyük azınlık yanıyor olmadan. Çok ama çok azı insanlığın yüz akı olma kıvamına geliyor, ‘oluyor’…
İnsan, insanın kurdu olsa da aynı zamanda ‘öğretmeni’ de oluyor. Kötü denilen şeyler insana zaman içerisinde çok şey katıyor; kendine getiriyor. El verdikleriniz iyi çıkarsa şansınıza oluyor ama iyi çıkmazlarsa onlar da kişiyi birer yaşam filozofu haline getiriyor ve bu oyun yüzyıllardır devam ediyor ve devam edecek…
Belki bu yazıyı okuyanlar, tecrübe haline gelen vefasızlık ve çapsızlık olaylarını önceden görüp de önlemlerini alırlar. Bazıları da var ki, küçük bir el vermede insana ve insanlığa bir ışık olarak geri dönüyor ve içinizi bir güneş gibi ısıtıyorlar. Bunlar da kişi için bir mutluluk ve gurur kaynağına dönüşüyor. Galiba burada ki erdem, kime el verip kime el verilmeyeceğini bilmek olsa gerek…
*Kaynak: tr.wikipedia.org

Yorumlar (0)