Mecburi istikamet
Küresel kriz yapacağını yaptı, geride ağır yaralı bir dünya ekonomisi bıraktı. Toparlanma yıllar alacak. Bu süreçte ülke ekonomileri için elbette bazı “mecburi istikamet”ler olacak. Aksini düşünen yok.Türkiye ekonomisi 2003’ten buyana “başarı” dediğimiz bir performans yakaladı, dünya ekonomisinin hızlı büyümesine yaslanarak yıllık ortalama yüzde 5.1 büyüme kaydetti. Bunu da iç tasarruf açığını dışarıda bulduğu bol ve ucuz para ile kapatarak sağladı. Krizden etkilendi fakat sarsılmadı. Ancak “başarı”nın karşılığı kırılganlık yaratan cari açık oldu ve geldik yeni bir 10 yılın eşiğine.
Önümüzdeki 10 yıl geçmiş 10 yıldan çok farklı olacak, bu besbelli. Çünkü dünya ekonomisi artık yavaş büyüyecek. Bol ve ucuz para bulunamayacak. Ülkeler ayaklarını yorganına göre uzatacak. Büyüme dinamikleri değişecek. Herkes kendi mecburiyetlerine uyacak.
Önümüzdeki 10 yılda Türkiye’nin en önemli mecburiyeti, cari açığını önce hemen düşürmek, ardından sıfırlamak olacak. Çünkü “sürdürülebilir büyüme”si buna bağlı. Bu genel mecburiyet, bir çok özel mecburiyetleri de beraberinde getiriyor.
Cari açığı hemen düşürmek lazımsa –ki öyle– bütçe disiplini, kredi hacminin kontrolü, kredilerin sektörel dizaynı, iç pazardaki büyüme dinamiklerinin normalleştirilmesi gerekiyor. Türkiye bunu gördü, lazım gelen önlemleri aldı ve alıyor. Olumlu sonuçlarını da Mart sonu itibarıyla devşirmeye başladı.
Önümüzdeki 10 yıla damgasını vuracak olan ekonomik faaliyet konularına bir paket olarak baktığımızda ulusal ortak görevlerimizi şöyle özetlemek mümkün:
Üretim yapımızı kurumsallaştırıp, verimli kılmak. Daha fazla katmadeğer yaratacak yüksek teknolojili bir ortam ve yapı kurmak. Ar-Ge’ye dayalı, esnek bir ihracat modeli ile ürünlerimizin rekabet gücünü artırmak. Hizmet sektörü ihraç potansiyelimizi büyütmek. Cari açığı azaltacak yüksek katmadeğer sağlayan teknolojik sektörleri teşvik etmek. Özel sektörün bakış açısına ve önceliklerine dayalı, sonuç odaklı bir reform planı ile yatırım ortamını, yerli ve yabancı yatırımcı için iyileştirmek. Doğu ve Güneydoğu’yu, kendi potansiyeliyle bütünleşmiş, alternatif pazarlara yönelik bir kalkınma çizgisine sokmak...
Risk yok mu, yapılabilir mi?
Risk yok, istenirse yapılır!
Son on yılda yıllık ortalama 12.4 milyar dolar seviyesinde doğrudan yatırım çekmiş bir ekonomiden söz ediyoruz. Türkiye önümüzdeki 10 yılda dünyanın cazip üretim alanlarından biri olmaya devam edecektir; bu ilgi güçlenerek sürmektedir.
Tek eksiğimiz, içinde “istikrar”ı bulacağımız eko-sistemdir.
Bu eko-sistem, ekonomik olarak yüzde 41.5’lik payla hala en büyük pazarımız olmaya devam eden Avrupa, siyasi olarak da Avrupa Birliği’dir. Önümüzdeki 10 yılın sürdürülebilirliğinin politik ve ekonomik çerçevesi, AB tam üyeliğini hedef alan süreçtir. Bu süreç Türkiye için konjoktürel bir tercih olmaktan öte, “vazgeçilmez”dir.
Türkiye’yi kendi içine çekme olasılığı olan olumsuz–kritik bir bölgesel ortamdayız. Türkiye’nin AB’lileşmesinin güçlenmesi bölgesinin olumsuz ortamına karşı bağışıklık kazanmasıdır. Bu istikamette giden bir Türkiye dünyanın geri kalanından da asla uzaklaşmaz. Avrasya ile İpek Yolu ile Türkiye’nin derin duygusal ve somut ekonomik çıkar bağları var. Türkiye bu coğrafya ile ekonomik bağlarını Tercihli Ticaret Anlaşmaları, Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmaları, Ekonomi ve Ticaret Ortaklık mekanizmalarıyla güçlendirebileceğini geçmiş 10 yılda zaten kanıtladı.
O halde ‘tarihsel takıntı’ olarak değil hukuk ve demokrasinin de somut bir gelişmiş toplum standardı olarak “Mecburi istikamet Avrupa”!