MB Kararları ve dalgalanma
Türkiye ekonomisi 2013 Mayısı’nda FED kararıyla gerilime girmiş, TL ilk altı ayda yüzde 15 değer kaybetmişti. 17 Aralık’ta başlayan siyasi gerilimin etkisiyle de TL bir ay içinde yüzde 15 daha değer kaybetti. Toplam kayıp yüzde 30’u buldu. Döviz kurunun yükselişine set çekmek isteyen Merkez Bankası 28 Ocak Kararları’yla faiz oranlarını, piyasanın beklentisinin de üstünde artırdı.
Merkez Bankası’nın faizleri sert şekilde artırması, enflasyon beklentilerindeki ve fiyatlama davranışlarındaki bozulmanın engellenmesi için alınmış bir önlemdir. Çünkü Türkiye’nin; makro ekonomik göstergeleri açısından –cari açığına rağmen– olumsuz bir tablo henüz yoktur, son 9 ayda yüzde 4’lük bir büyüme ortalaması tutturulmuştur ve nihayet büyümede reel sektör yatırımları artmaktadır. Bu nedenle MB kararları yaratacağı etkiler yönünden ele alınmalıdır.
Kararlar ekonomiyi yavaşlatmak gibi kısa vadeli olacağı umulan bir maliyetler baskısı yaratacaktır. Bu göze alınmıştır çünkü MB faiz dışı araçlarla defalarca farklı yöntemlerle müdahale ettiği halde, döviz kurundaki yükselişe set çekmeyi başaramamıştı.
İş dünyasının bir kesimi, ekonomiyi iyice daraltma pahasına faizi yükseltme tercihini “geçici bir maliyet” olarak değerlendirdi ve temkinli biçimde olumlu karşıladı. Türkiye'nin fon girişinde kısa vadede sorun yaşamayacağı bir ortamın sağlandığı düşünüldü. Piyasanın dengeye getirilmesi ve makro ekonomik istikrarın korunması bakımından faiz yükseltme kararının faydasını zararından çok gördü.
İş dünyasının önemli bir kesimi de gereksiz ve zamansız olduğunu düşünerek faiz artırımına karşı çıktı. Bu kesimin endişesi ‘yüksek faiz, düşük kur’ sarmalına geri dönüş ihtimalinden kaynaklanıyor.
MB Kararları’na rağmen piyasada halen süren belirsizlik ve dalgalanmadan hareketle iş dünyasının seslendirdiği talepler şöyledir: 2014 yılı büyümesi üzerinde olumsuz etki oluşturmaması için politika faizi artırımının, kredi faizlerine hemen ve aşırı şekilde yansıtılması engellenmelidir. Faiz artırımının KOBİ’ler ve tüm diğer işletmeler üzerindeki yükünün hafifletilmesi için istihdamı, yatırımları ve dolayısıyla büyümeyi artıracak ek tedbirler acilen alınmalıdır. AB ile müzakere sürecinde uzun bir kesintiden sonra yeniden aralanan kapının ardına kadar açılması, bu bağlamda yeni ve yoğun bir yapısal reform sürecinin başlatılması, Türkiye’nin ekonomik büyüme ve gelişme konseptinin güçlendirilmesi açısından da kaçınılmazdır. Siyasi demokrasi ve dünyaya güven veren bir hukuk devletinin kurumsal inşası bakımından iş dünyasının seslendirdiği gür talepler siyasetin bütün aktörlerince sorumluluk bilinciyle benimsenmeli ve müşterek bir “güçlü Türkiye” hedefi haline getirilmelidir.
Bu sayımızın kapak konusunu, Şubat ayı içinde İstanbul’da yapılacak ve dergi olarak medya sponsoru olduğumuz iki Zirve oluşturuyor. Bunlardan biri; 4-6 Şubat tarihlerinde yapılacak 17. Avrasya Ekonomi Zirvesi, diğeri de 13-14 Şubat’ta İstanbul’da yapılacak 10. KOBİ Zirvesidir. Her ikisi de devlet-siyaset-iş dünyası katılımlı, biri ulusal ve biri de uluslararası nitelikte olan bu Zirvelerin dışarıya yansıtacağı profil, –önceki zirve deneylerimizden de biliyoruz ki– Türkiye’nin isterse çözemeyeceği sorunu, azmederse varamayacağı akli bir hedefi olmadığıdır.
Katılımcı iş dünyası bu zirvelerde önüne koyduğu sorunları, Türkiye’nin vizyonuna uyarlanmış bir sorumlulukla ele almakta, sağduyu ve ortak akılla çözmeye çalışmaktadır