Altın Çağ Anaokulu’ndan etkili öğrenme ortamı: Reggio Emilia ile çocuğun doğasına uygun eğitim
Altın Çağ Anaokulları Kurucusu Uzman Psikolog Ayşegül Ünal Saraç’ın önderliğinde 2-6 yaş grubu çocuklara Reggio Emilia felsefesiyle etkin öğrenme ortamı sunuyor.
Saraç, “Çocukların başkahraman olduğu ve bireyselliklerinin desteklendiği, yaratıcılığın değerli olduğu, teşvik edildiği ve çocukların öğrenme sevincine aşık olduğu bir eğitim programı yaratmayı ilke edindik” diyor.
Çocuğun zihinsel gelişiminin temelinin atıldığı ve hayatı boyunca kullanacağı zihinsel becerilerin şekillendiği 2-6 yaş grubu, ‘Altınçağ’ olarak tanımlanıyor. İsmini bu tanımdan alan Altın Çağ Anaokulu, yola çıktığı 1997’den bu yana “Çocuğa öğretilecek hiçbir şey çocuğun kendisinden önemli olamaz. Çocuğun öncelikle duygusal gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Çocuğun keyif alması, eğlenmesi, mutlu olması öğrenmenin de kendisini oluşturur” yaklaşımıyla eğitim veriyor.
Altın Çağ Anaokulu Kurucu Ortağı Uzman Psikolog Ayşegül Ünal Saraç ile isimlerinden ve bu isim altında verilen eğitimin niteliğini gösteren Reggio Emilia yaklaşımı hakkında konuştuk. Şu anda Acıbadem ve Dragos’ta eğitim veren Altın Çağ Anaokulları’nın felsefesini Saraç, şöyle anlatıyor: “2-6 yaş çok önemli. Bu dönemde gelişim çok hızlı gerçekleşiyor. Öğrenme çok yoğun, dolayısıyla çocuğun deneyimlediği ve öğrendiği her şey, onun geleceğinde önemli bir yapı oluşturuyor. Okul öncesi gelişimi çocuğun hayatının geri kalanındaki eğitim hayatını önemli ölçüde etkiliyor. Altın Çağ’ın bu temel misyonu ve değerleri eğitim ortamına oldukça iyi aktarıldı. Çocukların başkahraman olduğu ve bireyselliklerinin desteklendiği, yaratıcılığın değerli olduğu, teşvik edildiği ve çocukların öğrenme sevincine aşık olduğu bir eğitim programı yaratmayı ilke edindik.”
Klasik eğitim sistemi değiştirilmeli
Saraç, çocukların bireyselliğine bir psikolog olarak daima önem verdiğini ancak klasik eğitim sistemi ile bu bireyselliği desteklemenin neredeyse imkansız olduğunu gözlemlediğini açıklıyor.
Saraç, “Türkiye’de klasikleşmiş eğitim sisteminde daima konuşan, anlatan, yapan ve yöneten öğretmendir. Çocukların rolü ise yalnızca öğretmene uyum sağlamaktır. Çocuklar ne kadar hareketsiz, suskun, uslu çocuk olursa öğretmenin gözdesi olur. Oysa bu kadar hareketsiz, bu kadar meraksız, bu kadar suskun geçen başarılı (!) sınıflarda öğrenme gerçekleşir mi? Tabii ki kocaman bir hayır!” diye konuşuyor. Öğrenmenin belli başlı yolları olduğunun altını çizen Saraç, şu bilgileri veriyor: “Birinci yol: Çocuğun dış dünyaya ve gerçeğin kendisine götürülmesi. Çocuklar neyi öğrenecekse ona dokunmalı, hissetmeli ve yaşamalıdır. Birinci yolda, çocuklar, dış dünyaya ve çevredeki gerçeğe temas ettirilir. Çocuk, toprağa, suya, ağaca, hayvana dokunarak, onları gözlemleyerek öğrenir.
İkinci yol: Dış dünyaya ait gerçeğin bir kısmının sınıfa getirilmesi. Gerçek hayatın risklerine karşın ikinci yol tercih edilir. Çocukların öğrenmesi gereken şeyler sınıfa getirilir ve öğrencinin sınıfa getirilen varlıklarla temas etmesi sağlanır. Sebze, meyve, toprak, hayvan vb. varlıklar mümkün olduğunca sınıf ortamında hazır hale getirilerek çocukların gözlemine sunulur. Sonuçta, çocukların gerçeğin bir parçasıyla etkileşim kurması öğrenmesi açısından etkili sonuçlar verir.
Üçüncü yol: Çevre temsilcilerinin kullanılması. Doğaya ve dış dünyaya ait gerçek varlıkları her zaman sınıf ortamına getirmek mümkün değildir. Bu durumda öğrencilerin gerçekle temas etmesi de her zaman çok kolay değildir. Örneğin, gezegenleri, vahşi hayvanları, başka ülkeleri öğrenmesi, birinci ve ikinci yolla mümkün değildir. Bu nedenle, dış dünyanın gerçeği değil, temsilcileri ile öğrenci etkileşime girer. Sınıflardaki kitaplar, bilgisayarlar, maketler, modeller, panolar vb. hepsi gerçeğin temsilcisidir. Öğrenciler bunlar üzerinden gerçeğe ait bilgiler edinirler.
Bu üç yol değerlendirildiğinde, en etkili öğrenme birinci yolla, en etkisiz öğrenme ise üçüncü yolla gerçekleşir. Okullar ve sınıflar, öğrencilere daha çok üçüncü yolla öğrenme ortamı sunar. Yani, okullar ve sınıflar en etkisiz öğrenme ortamlarıdır.” Saraç, okul ortamında yaşanan birçok sorunun da temelinde bu yaklaşım olduğunu belirtiyor.
Peki çözüm ne?
Uzman Psikolog Ayşegül Ünal Saraç’a göre çocuklara keşif ve merak duygusunu yaşatacak ortamlar sunmak, ilgilerini daha uzun süre ayakta tutuyor. Bunun yolu da farklı eğitim programlarından geçiyor. Saraç, çocukların zihinsel potansiyellerinin yüzde 75’ini oluşturduğu okul öncesi yıllarında onlara daha verimli olmanın yolunu Reggio Emilia felsefesinde bulduklarını söylüyor. Reggio Emilia İtalya’da bir kasabanın adı. Bu kasabada Malaguzzi isimli eğitimci önderliğinde güçlü bir çocuk imajı, çok rollü öğretmen, zengin ve eğitici bir çevre, güçlü ilişkiler, proje tabanlı öğrenme gibi yaklaşımın prensipleri ortaya çıkıyor. Saraç, bu yaklaşımla 5 yılı aşkın süredir ilerlediklerini ve ‘Etkili öğrenme ortamları nasıl yaratmalıyız?’ sorusuna Reggio Emilia yaklaşımında çözüm bulduklarını açıklıyor: “Reggio Emilia Yaklaşımı’na göre; ‘iyi eğitimci’ yoktur, ‘kendini geliştirmeye, değişmeye açık eğitimci’ vardır. Çağdaş öğretmen anlayışına paralel olan bu yaklaşımda, öğretmenler transformasyona açık olur. Çünkü her çocuğun, her sınıfın, her okulun kendine has bir kültürü oluşturulur. Öğretmene düşen görev ise bu kültürü iyi tanıyıp, buna uygun plan hazırlamak. Çünkü Reggio Emilia okullarında öğretmen çocukları dinler. Öğretmen bazen çocuğun arkasında onu anlamaya çalışarak, bazen çocuğun yanında onu direk destekleyerek, bazen de onun önünde onu daha ileri çekmek için provoke eder. Başarılı öğretmen projelerle meşgul olan çocukları keyifle gözlemleyerek devam eder ve yeni fikirleri görmeye çalışır.”
Çocuğun ihtiyaçlarına uygun içerik
Saraç, Reggio Emilia Yaklaşımı’nın tüm dünyada saygı duyulan önemli bir erken çocukluk eğitimi yaklaşımı olduğunun altını çiziyor. Reggio Emilia Eğitim Danışmanı Doç.Dr. Z. İnan, “Türkiye’de okul öncesi eğitim kurumlarında, çocuğun eğitim ve öğretim sürecine yeni bir ışık tutan, çocuğun doğasına uygun eğitim vermeyi amaçlayan bir eğitim sistemidir. MEB Okul Öncesi Eğitim Programları’nda sıkça vurgulanan, çocuğun gelişimine, ilgi, istek ve ihtiyaçlarına uygun olarak plan hazırlama mantığı ile çok sıkı örtüşmektedir” diye konuşuyor. Saraç, şu noktaya dikkat çekiyor: “Ve biz tüm Altın Çağ ekibi de çocuklar gibi, iyi vakit geçirmek ve öğrenmek istiyoruz. Öğrenmekten heyecan duymayan bir yetişkin, çocuğa esin kaynağı olmayı başaramaz.”