TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi krizden sakınmanın reçetesini yazdı: Yeni ekonomik program
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı 24 Haziran’dan sonra seçimle gelecek hükümete “Yeni Bir Hikaye”nin ana başlıklarını gösterdi; toplumu heyecanlandıran, halka umut aşılayan bir gelecek vizyonuna olan ihtiyaca dikkat çekti. TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik ise Türkiye’nin maruz kaldığı ‘izolasyon’a dikkat çekerek yeni döneme böyle girmek istemediklerini söyledi. İstenen, kutuplaşmadan kendini kurtarmış bir Türkiye...
HABER
01.06.2018, 08:55 01.06.2018, 17:25
4528
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı Sabancı Center’da düzenlendi. Toplantının açılış konuşmaları TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik tarafından yapıldı.
Toplantıda Koç Üniversitesi EAF Direktörü Selva Demiralp, İş Yatırım Araştırma Direktörü Serhat Gürleyen, Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Uğur Gürses ve TÜSİAD Başekonomisti Zümrüt İmamoğlu’nun katıldığı ekonomi konulu bir panel gerçekleştirildi.
Toplantıya TÜSİAD YİK Başkan Yardımcıları Arzuhan Doğan Yalçındağ, Ümit Boyner, Ömer Aras ve Agah Uğur'un da aralarında bulunduğu çok sayıda üye katıldı.
Yeni bir hikaye
Tuncay Özilhan, “2007’den bu yana ortalama 12 ayda bir yapılan seçimlerden yorgun düştük. Artık ekonomik ve siyasi ortamın olağanlaşmasını istiyoruz” dedi. Türkiye’nin küresel eğilimleri ne zaman doğru okuyup dünyayla eş zamanlı olarak değişime uyum sağlamışsa, küresel yarışta öne çıktığını hatırlatan Özilhan, “Böyle dönemlerin her birisinin bir hikâyesi, toplumu heyecanlandıran, halka umut aşılayan bir gelecek vizyonu vardır. Bugün de yeni bir hikâyeye ihtiyacımız var. Bu yeni hikâye herkesi kucaklamalı, kimseyi dışarıda bırakmamalı” diye konuştu.
Özilhan, “Ancak herkese temsil edildiği duygusunu güçlü bir şekilde hissettiren bir meclisle ihtiyaç duyduğumuz; kardeşlik, barış, huzur, öngörülebilirlik ve refah içinde yaşama arzumuzu ifade eden bir siyasi vizyonu hayata geçirebiliriz” diyerek seçim sonrası siyasete mesaj gönderdi.
Makroekonomik istikrar
Özilhan ikinci ana başlığın ekonomi olduğunu söyledi ve birinci önceliğin makroekonomik istikrarın sağlanması olduğunu belirtti: “Yüksek enflasyon, uzun vadeli düşünmeyi imkânsızlaştırır; yatırım koşullarını ortadan kaldırırken sabit gelirli vatandaşın da gelirlerini reel olarak azaltır. Merkez Bankası enflasyon ile mücadele için gerekli tüm adımları bağımsız bir şekilde atabilmelidir. TL’nin değerinde son dönemde görülen ve tüm vatandaşları büyük bir endişeye sevk eden baş aşağı gidiş karşısında Merkez Bankası tarafından yapılan müdahale, herkesi rahatlatmıştır. Tercihimiz bu tür müdahalelerin zamanında ve gerekli ölçekte yapılması; piyasalar açısından Merkez Bankası kredibilitesinin güçlü olmasıdır. Şimdi sıra bu müdahalenin yapısal reformlar ve mali disiplin ile pekiştirilmesindedir” diyen Özilhan şu tespitlerini paylaştı:
“İç tasarruflar yeterli değilken kamu açığının artma eğiliminde olması, kaynak ihtiyacını artırıyor. Petrol fiyatlarındaki artış, yılda 50 milyar doları bulan cari açığı körüklüyor. Ekonominin cari açık- bütçe açığı kapanına doğru sürüklendiği düşüncesi, TL’nin değeri üzerinde baskı yaratıyor. Bu değerlendirmeler, Türkiye’nin kredi notunda düşüşlere neden oluyor. Bu durumun önüne geçilmesi için makroekonomik dengeleri tesis edecek bir programın devreye sokulması gerekiyor.”
Özilhan ayrıca; sürdürülebilir büyüme için sektörlerin teknolojik dönüşüme hazır hale getirilmesi gerektiğini belirterek büyümenin meyvelerinin adilce paylaşılmasını istedi.
Acil sosyal önlemler
Özilhan aynı zamanda “kemer sıkma” demek olan önerisine karşı önlemi de seçilecek iktidara önermekten kendini sakınmadı: “Sosyal politika, çeşitli yardım kuruluşlarına bırakılan bir alan değil, güçlü bir kurumsal kapasite ile yürütülen, kuralları titizlikle oluşturulmuş bir devlet politikası olmalı. Bireyler ve bölgeler arası gelir dağılımını daha dengeli hale getirecek uzun vadeli bir strateji yürütülmeli.”
Bilecik: “Bugün artık soru; ‘Nasıl bir büyüme istiyoruz?’ olmalıdır”
TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, küresel durgunluk öncesi ve sonrası küresel ekonomide nasıl farklı dinamikler söz konusu ise Türkiye ekonomisinde de çok farklı gelişmeler söz konusu olduğunu belirterek Türkiye ekonomisinin 2002-2007 dönemi ile 2010-2017 dönemini karşılaştırmalı olarak değerlendirdi. Bilecik, “Bu iki dönem, bize, önemli olanın tek başına büyüme olmadığını çok net bir şekilde gösterdi. Bugün artık soru, sadece “Ne kadar büyüyeceğiz?” değil, “Nasıl bir büyüme istiyoruz?” olmalıdır. İki büyüme dönemi arasında uyguladığımız politikalardaki değişim, elbette küresel eğilim ve gelişmelerden bağımsız değildi. Kriz öncesi küreselleşmenin yükseldiği, ticaretin hızla arttığı bir dönemi yaşarken kriz sonrası bildiğimiz tüm değerlerin sorgulandığı, yatırımların ve ticaretin zayıfladığı bir dönemde bulduk kendimizi. Ancak; ne olursa olsun unutmamalıyız ki, bugün geldiğimiz noktanın asıl belirleyicisi, yaşadığımız tüm gelişmelere bizim nasıl tepki verdiğimiz, küresel düzeyde yaşanan değişim rüzgarlarına hangi politikalarla cevap verdiğimizdir” açıklamasını yaptı.
Türkiye’ye benzer ülkelerin enflasyonda yüzde 3-4 oranına sahipken Türkiye’nin enflasyonunun yüzde 13 olduğunu hatırlatan Bilecik, “Hatta gıda ve enerji hariç enflasyonun bile yüzde 12’ye varmış olması kabul edilir gibi değil. Hepimiz biliyoruz ki enflasyon ile mücadelenin temeli, mali disiplin ve sıkı para politikasıdır. Merkez Bankaları, refah ve büyüme yaratma kurumları değildir. Anayasada da belirtildiği üzere, Merkez Bankası’nın temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır” dedi.
“Peki biz geleceğe ne kadar hazırız?” sorusunu yönelten Bilecik, “Bu yeni küresel büyüme dönemine Türkiye nasıl girecek? Müttefikleri ve ticaret ortakları ile gerilimli, dostları azalmış bir ülke olarak mı?” sorularını yöneltti. Bilecik, şu noktalara değindi: “Biz, geleceğe böyle girmek istemiyoruz. Bizim hayalini kurduğumuz çok güçlü bir Türkiye var. Biz kutuplaşmak-ayrışmak değil, birlikte çalışmak, birlikte yaşamak istiyoruz. Yenilenerek, güçlenerek, rekabet gücümüzü arttırarak büyümek istiyoruz. Küresel dönüşüme ayak uyduracak, yaratıcı, yeniliklere açık, özgür, girişimci nesiller istiyoruz.
Kadınlarımızın erkeklerle eşit şartlarda işgücüne katıldıkları, eğitimleri konusunda önlerine engel çıkarılmayan, şiddete maruz kalmadıkları ve tüm potansiyelleriyle ülkemizin geleceğini kurmaya ortak oldukları bir ülkede yaşamak istiyoruz. Dijital dönüşümün her şeyi kökten değiştirdiği bir çağda, gelecek nesilleri bu yüzyılın gereklerine uygun şekilde yetiştirmek zorundayız. Bu zorunluluk, doğal olarak eğitim sistemimizle ilgili beklentilerimizi de yukarıya çekiyor. Zira, bizden sonraki nesillerin, dünyadaki çağdaşlarından geride kalmalarına tahammül edemeyiz. Bu aynı zamanda, Türkiye sanayisinin, ekonomisinin ve geleceğinin körelmesi anlamına da gelecektir. Şüphesiz, böyle bir seçenek asla söz konusu olamaz!”
Toplantıda Koç Üniversitesi EAF Direktörü Selva Demiralp, İş Yatırım Araştırma Direktörü Serhat Gürleyen, Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Uğur Gürses ve TÜSİAD Başekonomisti Zümrüt İmamoğlu’nun katıldığı ekonomi konulu bir panel gerçekleştirildi.
Toplantıya TÜSİAD YİK Başkan Yardımcıları Arzuhan Doğan Yalçındağ, Ümit Boyner, Ömer Aras ve Agah Uğur'un da aralarında bulunduğu çok sayıda üye katıldı.
Yeni bir hikaye
Tuncay Özilhan, “2007’den bu yana ortalama 12 ayda bir yapılan seçimlerden yorgun düştük. Artık ekonomik ve siyasi ortamın olağanlaşmasını istiyoruz” dedi. Türkiye’nin küresel eğilimleri ne zaman doğru okuyup dünyayla eş zamanlı olarak değişime uyum sağlamışsa, küresel yarışta öne çıktığını hatırlatan Özilhan, “Böyle dönemlerin her birisinin bir hikâyesi, toplumu heyecanlandıran, halka umut aşılayan bir gelecek vizyonu vardır. Bugün de yeni bir hikâyeye ihtiyacımız var. Bu yeni hikâye herkesi kucaklamalı, kimseyi dışarıda bırakmamalı” diye konuştu.
Özilhan, “Ancak herkese temsil edildiği duygusunu güçlü bir şekilde hissettiren bir meclisle ihtiyaç duyduğumuz; kardeşlik, barış, huzur, öngörülebilirlik ve refah içinde yaşama arzumuzu ifade eden bir siyasi vizyonu hayata geçirebiliriz” diyerek seçim sonrası siyasete mesaj gönderdi.
Makroekonomik istikrar
Özilhan ikinci ana başlığın ekonomi olduğunu söyledi ve birinci önceliğin makroekonomik istikrarın sağlanması olduğunu belirtti: “Yüksek enflasyon, uzun vadeli düşünmeyi imkânsızlaştırır; yatırım koşullarını ortadan kaldırırken sabit gelirli vatandaşın da gelirlerini reel olarak azaltır. Merkez Bankası enflasyon ile mücadele için gerekli tüm adımları bağımsız bir şekilde atabilmelidir. TL’nin değerinde son dönemde görülen ve tüm vatandaşları büyük bir endişeye sevk eden baş aşağı gidiş karşısında Merkez Bankası tarafından yapılan müdahale, herkesi rahatlatmıştır. Tercihimiz bu tür müdahalelerin zamanında ve gerekli ölçekte yapılması; piyasalar açısından Merkez Bankası kredibilitesinin güçlü olmasıdır. Şimdi sıra bu müdahalenin yapısal reformlar ve mali disiplin ile pekiştirilmesindedir” diyen Özilhan şu tespitlerini paylaştı:
“İç tasarruflar yeterli değilken kamu açığının artma eğiliminde olması, kaynak ihtiyacını artırıyor. Petrol fiyatlarındaki artış, yılda 50 milyar doları bulan cari açığı körüklüyor. Ekonominin cari açık- bütçe açığı kapanına doğru sürüklendiği düşüncesi, TL’nin değeri üzerinde baskı yaratıyor. Bu değerlendirmeler, Türkiye’nin kredi notunda düşüşlere neden oluyor. Bu durumun önüne geçilmesi için makroekonomik dengeleri tesis edecek bir programın devreye sokulması gerekiyor.”
Özilhan ayrıca; sürdürülebilir büyüme için sektörlerin teknolojik dönüşüme hazır hale getirilmesi gerektiğini belirterek büyümenin meyvelerinin adilce paylaşılmasını istedi.
Acil sosyal önlemler
Özilhan aynı zamanda “kemer sıkma” demek olan önerisine karşı önlemi de seçilecek iktidara önermekten kendini sakınmadı: “Sosyal politika, çeşitli yardım kuruluşlarına bırakılan bir alan değil, güçlü bir kurumsal kapasite ile yürütülen, kuralları titizlikle oluşturulmuş bir devlet politikası olmalı. Bireyler ve bölgeler arası gelir dağılımını daha dengeli hale getirecek uzun vadeli bir strateji yürütülmeli.”
Bilecik: “Bugün artık soru; ‘Nasıl bir büyüme istiyoruz?’ olmalıdır”
TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, küresel durgunluk öncesi ve sonrası küresel ekonomide nasıl farklı dinamikler söz konusu ise Türkiye ekonomisinde de çok farklı gelişmeler söz konusu olduğunu belirterek Türkiye ekonomisinin 2002-2007 dönemi ile 2010-2017 dönemini karşılaştırmalı olarak değerlendirdi. Bilecik, “Bu iki dönem, bize, önemli olanın tek başına büyüme olmadığını çok net bir şekilde gösterdi. Bugün artık soru, sadece “Ne kadar büyüyeceğiz?” değil, “Nasıl bir büyüme istiyoruz?” olmalıdır. İki büyüme dönemi arasında uyguladığımız politikalardaki değişim, elbette küresel eğilim ve gelişmelerden bağımsız değildi. Kriz öncesi küreselleşmenin yükseldiği, ticaretin hızla arttığı bir dönemi yaşarken kriz sonrası bildiğimiz tüm değerlerin sorgulandığı, yatırımların ve ticaretin zayıfladığı bir dönemde bulduk kendimizi. Ancak; ne olursa olsun unutmamalıyız ki, bugün geldiğimiz noktanın asıl belirleyicisi, yaşadığımız tüm gelişmelere bizim nasıl tepki verdiğimiz, küresel düzeyde yaşanan değişim rüzgarlarına hangi politikalarla cevap verdiğimizdir” açıklamasını yaptı.
Türkiye’ye benzer ülkelerin enflasyonda yüzde 3-4 oranına sahipken Türkiye’nin enflasyonunun yüzde 13 olduğunu hatırlatan Bilecik, “Hatta gıda ve enerji hariç enflasyonun bile yüzde 12’ye varmış olması kabul edilir gibi değil. Hepimiz biliyoruz ki enflasyon ile mücadelenin temeli, mali disiplin ve sıkı para politikasıdır. Merkez Bankaları, refah ve büyüme yaratma kurumları değildir. Anayasada da belirtildiği üzere, Merkez Bankası’nın temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır” dedi.
“Peki biz geleceğe ne kadar hazırız?” sorusunu yönelten Bilecik, “Bu yeni küresel büyüme dönemine Türkiye nasıl girecek? Müttefikleri ve ticaret ortakları ile gerilimli, dostları azalmış bir ülke olarak mı?” sorularını yöneltti. Bilecik, şu noktalara değindi: “Biz, geleceğe böyle girmek istemiyoruz. Bizim hayalini kurduğumuz çok güçlü bir Türkiye var. Biz kutuplaşmak-ayrışmak değil, birlikte çalışmak, birlikte yaşamak istiyoruz. Yenilenerek, güçlenerek, rekabet gücümüzü arttırarak büyümek istiyoruz. Küresel dönüşüme ayak uyduracak, yaratıcı, yeniliklere açık, özgür, girişimci nesiller istiyoruz.
Kadınlarımızın erkeklerle eşit şartlarda işgücüne katıldıkları, eğitimleri konusunda önlerine engel çıkarılmayan, şiddete maruz kalmadıkları ve tüm potansiyelleriyle ülkemizin geleceğini kurmaya ortak oldukları bir ülkede yaşamak istiyoruz. Dijital dönüşümün her şeyi kökten değiştirdiği bir çağda, gelecek nesilleri bu yüzyılın gereklerine uygun şekilde yetiştirmek zorundayız. Bu zorunluluk, doğal olarak eğitim sistemimizle ilgili beklentilerimizi de yukarıya çekiyor. Zira, bizden sonraki nesillerin, dünyadaki çağdaşlarından geride kalmalarına tahammül edemeyiz. Bu aynı zamanda, Türkiye sanayisinin, ekonomisinin ve geleceğinin körelmesi anlamına da gelecektir. Şüphesiz, böyle bir seçenek asla söz konusu olamaz!”