İSO 12. Sanayi Kongresi
İSO, Türkiye için tehdit oluşturan siyasi, ekonomik ve sosyal alandaki tüm vasatlıkları ortaya koymak ve ortak akılla bütünsel bir sanayi stratejisi geliştirerek sürdürülebilir küresel refaha ulaşmak amacıyla 12. Sanayi Kongresi’ne ev sahipliği yaptı.
İstanbul Sanayi Odası (İSO) 12. Sanayi Kongresi’ni gerçekleştirdi. Kongre’nin öne çıkarılan ana teması, Türkiye’li 76 milyon insanı yüreğinden yakalamıştı:
15 Mayıs’ta İstanbul’da gerçekleştirilen Kongre ‘Vasat’ kısa filminin gösterimi ile başladı. Film, Türkiye tarihinde sanayileşme adımlarının farklı nedenlerle kesildiğini anlatıyordu. Suçlanan yoktu; çünkü Vasat filminin göndermeleri Cumhuriyet tarihinin değişik dönemlerineydi. Fakat, herşeye rağmen “VASAT”a vurgusu çarpıcıydı ve günümüze değiyordu!
“VASAT”ın vurgusunu İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın açılış konuşması izledi. Bahçıvan konuşmasında; ekonomi başta olmak üzere siyasal ve sosyal birçok alandaki gerçekliklerle yüzleşilmesi gerektiğini belirterek, “Çünkü yüzleşme cesareti gösterilmediği için 20. yüzyılı kaybettik. Henüz başında olduğumuz 21. yüzyılı da aynı şekilde kaybetme lüksümüz yok” dedi.
Vasatlık zincirinin 150 yıldan bu yana Türkiye’nin ayağına dolandığını ifade eden Bahçıvan, temel amaçlarının farkındalık yaratmak olduğunu ve bu doğrultuda çalışmalarına devam edeceklerini söyledi. Türkiye’nin kritik eşikte durduğuna dikkat çeken Bahçıvan, şöyle konuştu: “Uygulanagelen, daha çok inşaatçılığa, tüketime ve ranta dayalı ve dış kaynaklara bağımlı büyüme modeli, potansiyelini büyük ölçüde yitirmiş bulunuyor. Ülke ekonomisi ‘orta gelir tuzağına’ hapsolmuş durumda. Demokratik gelişme, toplumun beklentilerinin gerisinde kalmaya devam ediyor. Yeni dünyada en güçlü dönüştürücü kuvvet, bilgidir. Yaygınlaşan belirsizlikleri aşmak ve vasatlıktan kurtulup refah ve esenliğe ulaşmak için yeni bir zihniyet ve yaklaşım gerekiyor. İSO olarak, ‘bütünsel kalkınma’ yaklaşımını öneriyoruz.”
Bütünsel kalkınmanın koşulunun inovasyon olduğunun altını çizdiği konuşmasında Bahçıvan, bankacılık ve finans sisteminin de bütünsel kalkınmanın finansmanına katkı sağlaması gerektiğini anlattı. İnovasyona dayalı büyüme ile yerel ve mikro yatırımların finanse edilmesi gerektiğine işaret eden Bahçıvan, şunları kaydetti: “Finansman için kapsamlı bir vergi reformu zorunludur. Adil vergi reformunun öncelikleri rantların vergilendirilmesi ile kayıt dışılığın önlenmesi olmalıdır. Böylece Türkiye’nin tasarruf oranlarının artırılması sağlanacaktır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği sürecinin başarıyla tamamlanması ülkemizin güç ve olanaklarını artıracaktır.”
Kuvvetler ayrımı ilkesine ve çoğulculuğa bağlı, insan hak ve özgürlükleri için güvence sunacak demokratik bir anayasanın yapılmasının önemini koruduğunu vurgulayan Bahçıvan, “Tüm hukuk sisteminin, siyasi partiler ve seçim kanunlarının yenilenmesi gerekiyor. Ekonomik ve toplumsal faaliyetlerin özgürlüğünü güvence altına alan, ‘insan odaklı bir devlet’ yapılanmasına duyulan ihtiyaç giderek artıyor” diye konuştu. Bahçıvan, 21. yüzyılı kazanabilmek için atılması gereken adımları şöyle sıraladı: “Eğitimin kapsayıcı, çoğulcu, nitelikli ve eşitlikçi bakış açısına dayanması, üniversitelerin özerkleştirilmesi, akademik farklılaşma ve uzmanlaşmanın teşvik edilmesi gerekiyor. Ülkemizde patron şirketi anlayışı hakimdir, profesyonellere güven eksiktir, yatay yapı ve ilişkilerden çok dikey yapı ve ilişkiler belirleyici olmaktadır. Güven, şeffaflık ve küresel değişimlere duyarlılık gelişemiyor. Özel sektör ve kamuda girişimci bir anlayışın ülkemizde yerleşmesi sağlanmalıdır. Dijitalleşme ve sosyal medya işbirliği, paylaşma, uzlaşma eğilimlerine destek veriyor. Bu nedenlerle tüm karar alıcıları, kamu yöneticilerini, şirketlerimizi, üniversitelerimizi ve sivil toplum kuruluşlarımızı yeni kuşakları anlamaya, desteklemeye ve önlerini açmaya çağırıyoruz.”
Hükümet ve özel sektör
Kongrenin açılışına katılan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, zenginliğin kaynağının sanayi olduğuna dikkat çekerek, “Üretim demek, sanayi demektir. Sanayi olmadan istihdamı, geliri, zenginleşmeyi arzu ettiğimiz seviyelere yükseltmek mümkün değil. Üretim gücünü diri tutan Almanya, Hindistan, Çin gibi ülkeler krizden daha hızlı sıyrılıp ayakta kaldı, sırtını sadece hizmet sektörüne yaslayan ülkelerin kolayca alabora olduğunu gördük” diye konuştu.
Türkiye’nin sanayileşmede önemli başarılar yakaladığını anımsatan Hisarcıklıoğlu “1990’lardan itibaren sanayimizde, düşük teknolojili ürünlerin yerini, orta teknolojili ürünlerin alması, sanayicilerimiz açısından çok önemli bir başarıdır” diyerek şu değerlendirmeyi yaptı: “Şimdi önümüzde yeni bir mücadele bizi bekliyor. Sanayi ürünü ihracatımızda orta teknolojili ürünlerin payı artarken, ileri teknoloji gerektiren ürün ihracatının payı bir türlü artmıyor. Bu durum sanayimizdeki yapısal dönüşüm ihtiyacını net bir şekilde gösteriyor. Türkiye’yi bir dünya devi yapmak istiyorsak, sanayicilerimizin sorularına hızla çözüm bulmak ve ileri teknoloji üretiminde atılım yapmak zorundayız. Yalnız burada biraz iğneyi de kendimize batırmak istiyorum. Ben Türkiye’nin her tarafını geziyorum. Ortaklık kültürünü bir türlü başaramadık. Oysa kurumsallaşmanın yolu ortaklık kültüründen geçer. Eğer kurumsallaşamazsak, binbir emekle kurduğumuz ve büyüttüğümüz işimiz, bir nesil sonraya kalmaz.”
Değişime ve yeni fikirlere açık olunması gerektiğini dile getiren Hisarcıklıoğlu, Hükümetten ise sanayi stratejisinin ülke gündeminde ön plana çıkmasını ve yapısal dönüşüm ve reform sürecinin ana unsuru olmasını istedi. Hisarcıklıoğlu, şunları aktardı: “Vergi, eğitim, yargı, kamu yönetimi reformlarını, firmaların sağlıklı büyümelerine elverişli hale getirecek şekilde tasarlamalıyız. Şirketlerimizin yeni pazarlara girmelerini destekleyecek olan ihracat ve yatırım sigortası sistemlerini geliştirmeliyiz. İstihdam ve enerji alanında girdi maliyetlerini azaltan reformlara devam etmeliyiz. Dünyanın 17. büyük ekonomisiyiz ama lojistik performans endeksinde 27. sıradayız. Rekabetçi olmak, sanayileşmeyi Anadolu’ya yaymak istiyorsak, ulaşımdaki bu sıkıntıyı çözecek altyapıyı kurmalıyız. OSB’ler ile demiryolu ve liman bağlantılarını güçlendirmeliyiz. Akaryakıt üzerindeki ağır vergi yükleri, hem rekabet gücümüzü azaltmakta, hem de kayıt dışılığı teşvik etmektedir. Enerjiyle ilgili yüksek vergileri belli bir vade içinde azaltmalıyız. Sanayicilerimizin yurt dışı taşımacılık maliyetlerine, Hazine desteği sağlamalıyız. Uzak Doğu kaynaklı ithalatın yol açtığı haksız rekabete karşı üretici sektörlerimizi korumalıyız. Piyasa denetim ve gözetim sistemlerini güçlendirmeliyiz. İş barışını bozacak adımlardansa uzak durmalıyız.”
TOBB sanayi haritasına talip
Hisarcıklıoğlu, bölgesel ve ulusal üretim kapasitelerinin tespit edilmesine yönelik veri toplanması amacıyla sağlıklı bir sanayi envanterinin oluşturulmasına ihtiyaç olduğunu belirterek, “Uluslararası yatırımları Türkiye’ye çekebilmek amacıyla, sektöre özgü yatırım yerlerinin tespit edilmesi ve yatırım yeri envanterinin de çıkarılması gerekiyor. Biz TOBB olarak elimizi taşın altına koymaya ve Türkiye’nin sanayi haritasını çıkarmaya hazırız” dedi.
Son yıllarda hükümetin Ar-Ge için ayırdığı kaynakları hızlı artırmasını memnuniyetle karşıladıklarına işaret eden Hisarcıklıoğlu, şu noktalara değindi: “Ar-Ge’ye yapılan harcamalardan istediğimiz verimi almak için fikri mülkiyet ve eğitim alanlarını da geliştirmemiz gerekiyor. Eğer bir girişimcinin yaptığı yenilik hemen kopyalanıyorsa ne yenilikçiliğin ne de girişimciliğin serpilmesini bekleyebiliriz. İleri teknolojinin kaynağı ise üniversitelerimiz olmak zorunda. Bu nedenle, devletimizden üniversitelerimizin işleyişini, günümüz küresel ekonomisinin şartlarıyla uyumlu hale getirmesini bekliyoruz. Üniversitelerin OSB’ler bünyesinde araştırma enstitüsü kurmaları teşvik edilmeli. Ayrıca mesleki eğitim hamlesini hızlandırmak zorundayız. Nitelikli eleman açığını kapatmak için, OSB içinde özel meslek liselerinin kurulmasına yönelik çalışmalara hız verilmeli.”
Sermaye piyasaları kurumsallaştıracak
Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Dr. İbrahim Turhan, Türkiye’de Gayrisafi Milli Hasıla’nın (GSMH) artırılmasının yatırımdan geçtiğini vurgulayarak, her yıl yüzde 23’lük yatırım ihtiyacı ve yüzde 15’lik tasarruf gereksinimi bulunduğunu belirtti. Bu sürecin, reel sektörün yeniden yapılandırılmasıyla gerçekleştirilebileceğini anlatan Turhan, Türkiye’de bankacılık sektörünün, güçlü bir duruşla yoluna devam ettiğini dile getirdi. Sermaye piyasalarının güçlendirilmesinin önemine işaret eden Turhan, şöyle konuştu: “Sermaye piyasalarının reel sektöre sağladığı bir diğer katkı da sürdürülebilirlik. Sanayicilerimizi, sermaye piyasalarında gelişmeleri adına Borsa İstanbul’a davet ediyoruz. Sermaye piyasalarıyla yakınlaşınca kurumsallaşma artacaktır. Sermaye piyasaları şirketlerimizin kurumsallaşması ve gelecek yüzyılla yüzleşmelerine imkan sağlayacak faktörlerin başında gelmektedir.”
Borsa İstanbul’un NASDAQ ile gerçekleştirdiği işbirliğinin önemine de değinen Turhan şu açıklamayı yaptı: “NASDAQ ile Türkiye’nin ekonomik güvenliğini ön plana alacak, güçlendirecek bir ortaklık anlaşması gerçekleştirdik. Bu anlaşma Türkiye’yi ve Borsa İstanbul’u tam manasıyla teknolojik olumsuzluğa karşı kendi kendine yeterli hale getirecek. F-16 Projesi, Türkiye’nin gerçekleştirdiği uzay sanayisine ilişkin uydu projesi ne kadar önemliyse bu projede de o kadar önemli bir adım atmış durumdayız. İşte bu adımlarla kurumsal yatırımların gelişmesini, ülkemizin kaliteli ve uzun vadeli sermaye finansmanına kavuşarak dıştan gelebilecek şoklara karşı daha dirençli olmasını, reel sektörümüze uygun imkanlarla borç değil sermaye sağlamayı kendisine misyon olarak edinen Borsa İstanbul bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da reel sektörün, Türk sanayisinin yanında olmaya devam edecektir.”
Sürdürülebilir kalkınmanın yolunun yatırım ve üretimden geçtiğini kaydeden Turhan, ancak Türkiye’nin tasarruflarının yatırım için yeterli olmadığını hatırlattı. Sermaye piyasalarının aynı zamanda makroekonomik risklerin sınırlandırılması açısından da büyük bir önem taşıdığını belirterek, “Borçluluk oranlarının artması reel sektör firmalarımızı krediye mahkum hale getirir. Borçluluk oranlarının artması ülkenin risk algısını da olumsuz etkiler. Halbuki sermaye piyasaları sermayeyi güçlendirdiği, sermaye artırma imkanı sağladığı için mevcut problemlerin çözümü konusunda son derece önemlidir” dedi.
Okyay: “Türkiye vasattır”
İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay, Türkiye’nin pek çok gelişmişlik göstergesinde ortalama ülkeler arasında olduğunu belirterek, “Türkiye ortalama geliri 30 bin doları aşkın 500 milyon insanın yaşadığı AB gibi bir pazar yanıbaşındayken ihracatının yüzde 3’ünün ileri teknoloji ürünlerinden oluştuğu ve az gelişmişlerin sert rekabetine maruz kaldığı için vasattır” dedi. Türkiye’nin vasatlığı hak etmediğini dile getiren Okyay, Türkiye’nin orta gelir tuzağına takılmamak, sürdürülebilir büyüme için ihtiyaç olan kaynağı sağlamaya devam etmesi için iyi bir eğitim sistemine, yüksek teknolojik donanıma, cesarete ve kararlılığa ihtiyaç olduğunu belirtti.
Fukuyama: ‘Türkiye’nin büyümesi
Kongrede Stanford Üniversitesi Siyasal Bilimler Profesörü Francis Fukuyama, ‘Kalkınma Modelleri ve Jeopolitiğin Geri Dönüşü’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Fukuyama, dünyanın soğuk savaş sonrasında iki dönem bitirdiğini ve şu anda zorlu olan üçüncü bir döneme girmek üzere olduğunu belirtti.
Yeni dönemde, gelişmekte olan piyasaların küresel ekonomide baskın olmasının sonuna gelindiğinin görüleceğini vurgulayan Fukuyama, gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin büyüme modelinin, yabancı yatırıma dayalı olduğu için birtakım sorunlar teşkil ettiğini dile getirdi. Türkiye’nin sürdürülebilir büyümesinin demokrasiye bağlı olduğunu belirten Fukuyama, Türkiye’nin tasarruf oranının düşük olduğunu ve insan sermayesine ise yeterince yatırım yapılmadığını söyledi. Türkiye’nin ciddi bir dönüm noktasında olduğunun altını çizen Fukuyama, şöyle konuştu: “Orta gelir statüsünü başarıyla elde ettiniz. Yüksek gelir statüsüne geçmek bir ülke için farklı gelişmeler gerektirir. Türkiye’de orta sınıf, oransal olarak Çin’den daha fazla. Son dönemde Hükümet’e yönelik protestolar, sosyal bir küresel orta sınıfın yükselişinin kanıtı niteliği taşıyor. Siyasi sürdürülebilirlik, katılımı destekleyen bir niteliğe kavuşmalı. Türkiye, şimdiye kadar oluşturduğu herkese açık siyasi sistemi daha da geliştirecektir. Ekonomik büyüme, bu anlayışla mümkün olacak.”
Türkiye’de sürdürebilir ekonomik büyümenin, demokrasinin sürdürülebilirliğine bağlı olduğuna dikkati çeken Fukuyama, ekonomik rekabet için demokrasinin önemini vurguladı. Twitter, Facebook gibi sosyal medya araçlarının belli kişilerin siyasi amaçlarına hizmet etmeyeceğinin de altını çizen Fukuyama, “Günümüzde güç tamamen bilgiye dayalıdır. Bilgiyi elinde tutan, gücü de elinde tutar. Sosyal medya araçları da bilgiyi çok kişiye ve ucuz sunduğu için dünyada örgütlenmeyi sağlamaktadır” dedi.
Türkiye’de kadınların işgücüne daha fazla katılması gerektiğini belirten Fukuyama, bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirdi: “Eğer bir toplum kadınların ekonomiye katılmasını bloke ederse kendini iş gücünün yüzde 50’sinden mahrum bırakır. Günümüzde kadınlar erkeklerden daha iyi eğitim almaktadır. Daha iyi eğitim almış yüzde 50’yi ekonominin dışında tutmak önemli bir gücü engellemektir. Bildirgede de önerildiği gibi (İSO’nun Kongre Bildirgesi); bunun için sadece hoşgörü yetmez, kadının cesaretlendirilmesi gerekmektedir. Nitelikli beşeri sermaye, bütünsel kalkınmanın ve onun başlıca unsurları olan teknolojik gelişmelerin en önemli unsurudur. Türkiye'nin beşeri sermayesini hızla geliştirmek için bütünsel bir stratejiye ihtiyacı vardır.”
Çin’in büyümesi aksayacak
Francis Fukuyama, ekonomik mucize gerçekleştiren Çin’in 2008 krizinden yara almadan kurtulmasının, hükümetin altyapıya ciddi kaynak ayırmasına bağlı olduğunu belirtti. Çin modelinin gelecek 10 veya 20-30 yılda sürdürülemeyeceğini dile getiren Fukuyama konuyla ilgili öngörülerini sıraladı: “Çin eski ihracata dayalı modelin yerine daha çok iç tüketime dayalı modele geçmeyi düşünüyor. Bunun için ciddi sorunlarla karşı karşıya. Örneğin ülkede kırsal kesimde yaşayan 500 milyon civarındaki yoksul kesimin işgücüne katılımı direkt mümkün değil. Hükümetin bu insanları kırsal kesimden alıp apartman dairelerine yerleştirmesiyle piyasaları geliştirmesi mümkün olmayacak. Çin’in siyasetten ekonomiye yüzleşmesi gereken çok sorunu bulunuyor.
“Çin’deki tarım toprağının yüzde 20’si, gıda üretiminde kullanılamayacak ölçüde sanayiden dolayı kirlenmiş durumda. Şu anda Çin’de büyüme yüzde 7.4 e düşmüş. Yüzde 5 ila 6’dan fazla yıllık büyüme sağlamaları mümkün görünmüyor.
Orta sınıf siyasi değişimin lokomotifi. Bu dünyanın her yeri için geçerli. Çin’deki 300 ila 400 milyon arasındaki orta sınıf, taleplerini hükümete iletmekte oldukça etkili. Hükümetin istikrarı da bu taleplere ne kadar cevap verebileceğine bağlı. Çünkü Çin zenginleştikçe sosyal olarak geliştikçe bu talepler de gelişecek. Orta sınıf demokrasinin lokomotifidir.
Çin açısından en önemli sıkıntı sistemdir. Çin’in yavaşlamasından Brezilya ve Hindistan da olumsuz etkilenecektir. ABD’deki gelişmelerle birlikte jeopolitik değişimler olacak. ABD ham petrol ihracatçısı bir ülke haline geldi. Jeopolitik kavram geri dönüyor. Çin ve Rusya gibi iki büyük güç toprak alışverişine girebilir. Ortaya askeri ihtilaf ve çatışma çıkabilir.”
Büyümenin kaynağı hukukun üstünlüğü
Hükümetin hesap verir olmasının toplumun gelişimine kaynak oluşturduğunu dile getiren Fukuyama, başarılı ekonomilerde hesap verirliğin demokrasi, hukukun üstünlüğü anlamına geldiğini anlattı: “Toplumlarda siyasi açıklık fazla ise rant ekonomisi gelişir. Otoriter rejimlerin kendini muhafaza etmesi bu yolla olur. Bazı kişiler sistemde zengin olur ama girişimcilik enerjisi, yeni şirketlerin kurulmasına değil siyasete gider, enerji buraya kaçmış olur. Dünyada gerçek demokrasilerde bağımsız refahı yaratan gerçek özel sektördür. Hükümetin alanının dışında olan sektör refahı yaratır.”
Küreselleşmeden kaçınılmaz
Sanayi Kongresi’nde Çin-Hindistan Enstitüsü Kurucu Ortağı Haiyan Wang, ‘Akıllı Küreselleşme’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. 21. Yüzyıl’la yüzleşmenin 21. Yüzyıl’ı tanımlayan teknoloji ve küreselleşme ile kucaklaşmak olduğunu söyleyen Wang, küreselleşmenin kaçınılmazlığının altını çizerek, hiç kimsenin bununla mücadele etmeye kalkışmaması gerektiğini belirtti. Yapılabilecek tek şeyin küreselleşmeye akıllı bir yaklaşımda bulunmak olduğunu söyleyen Wang, aptal küreselleşmeyi yapmamak için nelerin yapılacağını anlattı.
Konuşmasında Türkiye’ye de değinen Wang’ın görüşü şöyle: “Türkiye’nin yabancı yatırım stokuna baktığımızda Türkiye’ye gelenlerin yüzde 70’inden fazlası Avrupa’dan geliyor. Ancak dışarı gidenlerin yüzde 15’i Avrupa’ya gidiyor. Şimdi, bu zaman içinde değişebilir mi? Asya ile olan dış ticaretin şekli değişebilir mi? Tabi ki değişebilir. Çünkü küresel ekonomide de şekil değişikliği yaşanıyor. Türk şirketlerinin bazıları hakim oyuncular. 10 yıl sonra tekrar bu sahneye çıkarsam bu sayfanın Türk şirketleriyle dolacağını şimdiden görebiliyorum. Özellikle gelişen piyasalardan kişi akışı Avrupa’da 10 katına çıkmış durumda. Bunun başını Çin çekiyor. Yine 35 milyon turistin Türkiye'ye geldiğini söyleyebiliriz. Ancak bunların arasında Asyalı sayısı çok az.
Asyalılar henüz bu güzelliği keşfetmemiş bulunuyorlar. Sizin nasıl hazineler sunduğunuzu bilmiyorlar. Öğrenirlerse akın akın geleceklerdir. Özet olarak bütün trendler teknoloji, ticaret, sermaye, insan akışından bilgi akışına kadar her bir noktaya baktığımızda sadece çok kutuplu değil çok daha bütünleşmiş bir manzara görüyoruz. Küresel ortam bu hale geldiğine göre bunun ülkeler açısından anlamı nedir?”
‘Hangi ülkeler küresel ekonomilerde ne yapacak?’ Sorusunu yönelten Wang, Türkiye’nin çok iyi bir konumu olduğunu ancak bu konumun yalıtılmış değil tamamen entegre olmuş bir konum olduğu için iyi olduğunu söyledi. Wanga, “Yumuşak güç yetenekleri olan bir ülke Türkiye. Ne Amerika ne hatta Çin bir hegemonya gücü gibi davranmıyor artık. Artık kazanan ülkeler koalisyon kuran ülkelerdir” diye konuştu. Wang, şu ifadeleri kullandı: “Liderlerinin işbirliğine açık olduğu, eşgüdüme açık olduğu ülkelerdir bu yumuşak güç yeteneği olan ülkeler. Sadece yurtiçinde istikrarı sağlamazlar. Yurtdışında komşularla da istikrar sağlarlar. Demografi önemli. Ancak Hindistan gibi Türkiye gibi genç nüfuslar bir güç oldukları kadar bir yük de olabilirler. Eğer eğitimleri yetersizse, eğer istihdam imkanları azsa, özel sektör büyümüyorsa ülkeyi zorlarlar. Gayri safi yurtiçi hasılanın eğitime baktığımızda Finlandiya gibi ülkeler yüzde 6 harcıyorlar. Güney Kore, Brezilya yüzde 8 harcıyor. Türkiye’ye baktığımızda yaklaşık yüzde 2.9’da kalıyor.” Wang daha sonra küreselleşme konusuna değinerek küreselleşmenin başarı getirdiğini, Beko, Ülker (Godiva) örnekleriyle açıkladı.
Vasatlık kader değil de nedir bu topraklarda?
12. Sanayi Kongresi’nin son bölümünde “Türkiye’de Vasatlık ile Yüzleşme Paneli” gerçekleştirildi. Sabah Gazetesi Ekonomi Müdürü Dr. Şeref Oğuz’un moderatörlüğünde yapılan panele; İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nazım Ekren, İSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Kongre Program Komitesi Başkanı Adnan Dalgakıran, Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton, Sen De Gel Derneği Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Betil, Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır konuşmacı olarak yer aldı. Şeref Oğuz; “Vasat öldürür. Geri bıraktırır ama sıra dışını öldüren de yine vasatdır” dedi.
Nazım Ekren: Panelde ilk sözü alan İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nazım Ekren vasatlıkla ilgili olarak şunları söyledi: “Ekonomi politik açıdan baktığımızda üzerinde durmamız gereken en kritik konu özel sektörün, iş dünyasının, kamu otoritesinin, elbette üniversitenin süreçte birlikte rol almaları gerekiyor. Ekonomik güç dengesinin Batı’dan Doğu’ya kayma ihtimali için yeni dinamiklerin, yeni alışkanlıkların, farklı tercihlerin de ön plana çıkacağını ifade etmek gerekir. Buradaki en önemli faktör Türkiye’nin vasat olarak adlandırdığımız ortamdan kurtulabilmesi için vasatlığı bireysel ve şirket bazında, ama aynı şekilde bireyin, şirketin ve devletin de rahat yaşayabileceği bir şekilde aşmalıyız; hem özgürlük olmalı hem kaliteli farklılık üretebilmeliyiz. Evrensel kurallar setiyle de bütünleştirilmiş olmalı.”
Adnan Dalgakıran: İSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Kongre Program Komitesi Başkanı Adnan Dalgakıran ise vasatlığın riyakar topraklarda yeşerdiğini belirterek, Türkiye insan gerçeğinin altını çizdi: “Kimse kendi gibi değildir. Kendi hikayesini yazmaya çalışanların canına okunur. Herkes başkasının hikayesini yazmaya çalışır. Türk ekonomisi de böyledir. Bakın X konusunda Almanya’da üretim yapan 4 tane firma görürsünüz, ama aynı konuda Türkiye’de 64 tane görürsünüz. 20 yıl sonra Türkiye Avrupa’nın en yaşlı nüfuslarından biri haline gelecek ve de en cahili. Bu kaç kişinin umurunda bu topraklarda. Hepimizin umurunda mı? Ama böyle bir durum var. Yarın çocuklarımız böyle bir yerde yaşayacak. Buraları kurtarıcıların topraklarıdır. Sürekli bir kurtarıcı bekler ve kendilerini kurtarsın diye bekler.”
İbrahim Betil: Sen De Gel Derneği Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Betil ise rakamlarla Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yerini hatırlatarak, “Ben bu devleti yüzyıllardır çok başarılı görüyorum. Vasatı sürdürmekte başarılı. En büyük başarısı bu. Bunu da büyük bir bilinçle yapıyor diye düşünüyorum” dedi. Betil, şöyle konuştu: “Ama bunun yıllardır bu şekilde sürdürülmesi tek tip insanla, ideolojik bir formatlamayla mı oluyor, yoksa bir devlet tercihi mi? Bu konuyu ben epey düşündüm ve şöyle bakıyorum; dış borcun gayrisafi milli hasılaya oranı itibarıyla Türkiye’nin konumu beş büyükler arasında bu noktada. Dünyada üretimdeki yerimiz sadece bir kere ilk 15’e girmişiz. 1980 ile 2010 arasında 2010 yılında ilk 15’e girmişiz üretimde; yok böyle bir şey. Kişi başına baktığınız zaman bu ekonomide Kazakistan’dan daha iyi durumdayız Lübnan’dan gerideyiz. Eğitim insanı geliştirir diyoruz. Son yıllarda eğitime yapılan katkılar biraz arttı ama ona rağmen Türkiye 174 ülke içinde 144’üncü sırada. Bu bir stratejik tercihtir, başka bir şey değil. Bütün bu rakamlar herkesin önünde.”
İshak Alaton: Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton, kişisel yolculuğunun izini sürerek vasatlıktan kurtulmanın yollarına değinerek sorgulamayı ve neden böyledir sorusunu tartışmayı da öğrenmemiz gerektiğini belirtti. Alaton şöyle konuştu: “Gençlik yıllarımda, benim için Türkiye bir hapishaneydi. 1950 yılında karar verdim, ben bu hapishaneden kaçacağım dedim. O zaman 20-21 yaşındaydım. Bir yolunu buldum İsveç’e gittim. Üç sene kaldım. Sosyal demokrat gençlik koluna yazıldım. Düşünün ki bir parti akşam kurslarıyla partisine inanan gençleri eğitiyor ve ben de o eğitimin içinde yer aldım. Neden eğitim bu kadar topallıyor Türkiye’de?”
Bekir Ağırdır: Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır ise şunları söyledi: “Ben kader olduğuna inanmıyorum. Ama icat çıkarma diyen bir toplumun çocuklarıyız. Çünkü özgüven eksikliği var. Sorun çözmede eksikliği var. Çünkü bu topraklarda 25 yaş altı üniversite mezunu sayısı yüzde 12. Toplam nüfusun da sadece yüzde 40’ı üretimin içinde. Toplumda hukukun üstünlüğüne inanç yok. Korkulara teslim olmak vasata teslim eder.”
12. SANAYİ KONGRESİ BİLDİRİSİ
İstanbul Sanayi Odası’nın 12. Sanayi Kongresi ‘21. Yüzyıl’la Büyük Yüzleşme’ temasıyla gerçekleştirildi. İSO, Kongre Bildirisi şu başlıklara ve konulara değindi:
- Vasatlıktan Bütünsel Gelişmeye: Amacımız; küresel, bölgesel, yerel ve sektörel trendlerle ülkemizi, kurumlarımızı ve yaşamlarımızı dönüştürecek yeni fırsatlara odaklanmak ve bu temelde ortak aklın yeni stratejiler üzerinde birleşmesine olanak sağlamaktır.
- Toplumumuzun Beklentisi, Her Bakımdan Gelişmiş Bir Ülkede Yaşamaktır.
- Bütünsel Kalkınma Önerimiz: Yeni küresel koşullarda temel gerçek şudur: Kalkınma ancak ekonomik gelişmişlik, sosyal gelişmişlik, insani gelişmişlik, sürdürülebilir ve yönetişim unsurlarının aynı anda ve birbiriyle uyumlu olarak gelişmesi halinde sağlanabilir.
- Her alanda inovasyon.
- Yeni Teknolojik ve Sektörel Yönelişler.
- Adil Bir Vergi Düzenlemesi İhtiyacı.
- Dünyada Bütünleşmeye Devam Etmeliyiz: Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği sürecinin başarıyla tamamlanması ülkemizin güç ve olanaklarını artıracaktır.
- Ana Halka Öğretmenlerimizi Güçlendirmektir.