TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu
Dr. Zümrüt İmamoğlu, Türkiye ekonomisinin son verilerinin ‘resesyon’ yani durgunluk anlamına geldiğini aktardı.
TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu: “Ekonomi resesyonda” Türkiye ekonomisinin son verilerinin ‘resesyon’ yani durgunluk anlamına geldiğini aktaran TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu, “Ancak şimdilik küresel rüzgar arkamızdan esiyor. Bu bize soluk aldırır, zaman kazandırır. TL’deki değer kaybı da Ortadoğu, Asya ve Afrika pazarı için lehimize işliyor. Bu süreçte yapısal reformları çıkarabilirsek Türkiye’nin rekabet gücü açısından önünde fırsat penceresi olacaktır” dedi.
Ekonomideki son verileri değerlendirmek adına TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu ile TÜSİAD’ın merkezinde bir araya geldik. Rakamların tamamında ekonominin küçüldüğünü dile getiren İmamoğlu, “Yaşanılan teknik olarak resesyondur. Yani durgunluk. Son verilerde bu noktada sürpriz değil. Ekonominin küçülmekte olduğunu biliyoruz” dedi. Yaşanılan krizle birlikte işsizliğin artmaya devam ederken üretimin daraldığını aktaran İmamoğlu, “Talep tarafında da zayıflık devam ediyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönem talepteki daralmayla birlikte üretimin bir miktar daha aşağıya gelmesi mümkün” diye konuştu.
Bu dönem Hükümet’in aldığı önlemlerle kurda istikrarı sağlamış olmasını başarı olarak nitelendiren İmamoğlu, küresel rüzgarın da şimdilik arkamızdan estiğinin unutulmamasını istiyor. İmamoğlu, Türkiye’nin Ağustos’ta yaşanan diplomatik kaynaklı ekonomik kriz öncesinde ciddi kırılganlıkları olduğunu ve TÜSİAD olarak kontrollü bir yavaşlama önerisinde bulunduklarını hatırlatarak, “Dünyada dış politika daha dalgalı hale geldi. Ülke olarak içeride kendimizi güçlendirmek zorundayız zira kırılganlıklarımız hala daha devam ediyor. Ekonominin daraldığı bir dönemde bir fırsat olabilir” uyarısını yapıyor.
“Banka bilançolarında kırılganlık var”
Ekonomideki kırılganlıklara; banka bilançolarında duran geri ödenme ihtimali düşük olan döviz cinsinden kredileri örnek gösteren İmamoğlu, şu noktalara değiniyor: “Şu anda ekonomide kredilerle genişleme imkanı yok. Zaten bu faiz oranlarında talep de çok zayıf. Bankaların kredi mevduat oranı yüzde 120’ye gelmiş durumda. Bu şu anlama geliyor; mevduat verdiğiniz krediye yetmiyor, gidip yurtdışından borç alıyor. Çözüm bankaları daha fazla borçlandırıp daha fazla kredi vermek değil. Çözüm; bankaların mevcut dövizli kredilerini, borçlarını bilançolarından çıkarmaktır. O nedenle mevcut geri ödenmeyecek duruma düşmüş dövizli kredilerle ilgili bir temizle mekanizması kurulması gerekiyor. Buna ister geçmişte olduğu gibi ‘İstanbul Yaklaşımı’ deyin ister başka bir şey. Bu sorun çözülmeli.” Şu anda takibe düşen kredilerin bilindiğinin ancak bilançolarındaki sorunlu kredi miktarının tespit edilmediğinin altını çizen İmamoğlu, “İkinci kademe denilen ve bankaların kendi senaryolarına göre ileride takibe düşebilecek dediği riskli grup daha önemli. Bankalar bunu tespit edebilir. Bir kısmı ödenemeyen bu krediler nasıl bir fonla karşılanacak bunu tabii bilemeyiz. Ancak geçmiş dönemlerde olduğu gibi bir kısmı kamu borcuna dönüşebilir. Rakam büyükse dışarıdan da finansmana ihtiyaç duyulabilir. Önemli olan bu yükün ne kadar büyüklükte olduğudur” görüşünü açıklıyor. Türkiye’de iyi regülasyon olduğu sürece hiçbir bankanın batmayacağının altını çizen İmamoğlu, Kredi Garanti Fonu’nun etkisini ise şöyle açıklıyor: “2016’da yaşanan ekonomik daralmada biraz da panikle KGF normalden daha fazla kullanıldı. 3-4 ayda 200 milyar TL’lik kefalet sağlandı. O dönem dışarıya borcumuz yüzde 47 idi. Bu rakam Haziran 2017’de yüzde 52’ye çıktı. Bu artış büyümeyi yüzde 7.4’e çıkardı ama kaynağı dış borçtu. Şimdi ise o borcun ödenmesi gerekiyor. Bu tür uygulamalar büyümemizi sağlıyor ama kısa süreli. Bizim hedefimiz sürdürülebilir büyümedir.”
“Büyümede dalgalanma azaltılmalı”
Zümrüt İmamoğlu’na göre iş dünyasının en büyük sıkıntısı büyümedeki dalgalanma. Zira işadamları yatırım planlarını ekonomideki gelişmelere göre yürütüyor. Geçmişte yaşanan yüzde 7 ve üstü tüm büyümelerin dengesiz olduğunu kaydeden İmamoğlu, görüşlerini şöyle aktarıyor: “Ekonomide gerçekten dengeler var. Bu dengeyi regülasyon ve politikalar ile sağlayamazsanız ekonomi kendisi krizlerle dengesini bulmaya çalışır. Türkiye ekonomisi yüksek ve potansiyel büyümesinin üzerinde bir noktaya itilmişti. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmamıştık. Şimdi ekonomi dengelenmeye çalışılıyor.” Ülkenin mevcut resesyondan çıkması için hükümet eliyle gerçekleşecek mekanizmaların önemli olduğunu aktaran İmamoğlu, o mekanizmaların olmaması halinde ise ekonomide ‘U’, ‘L’ ye giden bir süreç olabileceğini, yaşanılanın ‘V’ tipi olması için bahsedilen mekanizmaların kurulması gerektiğini savunuyor.
Seçim sonrası için politika tercihleri önemli
TÜSİAD, 2019 yılı ekonomi öngörüsünde ağırlığı yüzde 1 büyümeye veriyor. Seçim sonrası politika tercihlerinin önemli olduğunu aktaran İmamoğlu, seçim sonrasında sıkı mali ve para politikasının devam edeceğine inanıyor: “Bütçe açığını dengelemek adına ÖTV ve KDV’de bazı vergi artışları gelebilir. Çünkü ithalattaki düşüşten kaynaklı vergi gelirleri kısıtlı kalacak. 2019’un dördüncü çeyreğinden itibaren büyümeye geri dönebiliriz.”
“Çıkış üretim ekonomisinden gelir”
Yaşanılan ekonomik durgunluktan çıkışın adresi olarak “Verimlilik artışıyla daha rekabetçi bir ekonomiye geçmek zorundayız” görüşünü sunan İmamoğlu, aksi halde büyümeye devam edilemeyeceği uyarısını yapıyor. Bu dönem ekonomide hem hane halkı hem KOBİ’lerin borçlu olduğunu hatırlatan İmamoğlu, “Dolayısıyla hem faiz hem kur artışları ekonomiye çok zarar veriyor. O zaman ne yapacağız? Finansal istikrarı sağlayacak politikaları devreye almalıyız. Bunun yöntemi de sıkı para ve mali politikadır. Bu şekilde enflasyonu düşürürken kurun stabil kalmasını sağlayabiliriz. Bu ikisini tutturunca ister istemez verimlilik artırıcı reformlar yapmamız lazım. Büyüme de buradan gelecektir. Üretim ekonomisi denilen kavram da budur” açıklamasını yapıyor.
“Yapısal Reformlara öncelik verilmeli”
İmamoğlu’na göre üretim ekonomisinin yolu yapısal reformlardan geçiyor. TÜSİAD’ın bu anlamda önemli çalışmalara imza attığını hatırlatan İmamoğlu, kavram kargaşası yaşanmaması adına ise şu ifadeleri kullanıyor: “Vergi konusu bir reformdur. Yaygın ve adaletli bir sistemimiz yok. Eğitim konusu bir reformdur. Çünkü verilen eğitim bugünün dünyasının ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Yargı alanı reform gerektiriyor. Yatırımcı yargıya gittiğinde hakkını arayabileceğini hissetmeli. Tarım alanında artık herkes bir reform yapılması gerektiği konusunda hemfikirdir. Bunlar yeni alanlar değil, TÜSİAD olarak yıllardır söylüyoruz, ülkenin çıkışı buradan gelecek.”
Dr. Zümrüt İmamoğlu: “IMF tüm dünyada sevilmez”
Son dönemlerdeki IMF’nin yeniden gündem maddesi olduğunu hatırlattığımız Zümrüt İmamoğlu görüşlerini şöyle aktardı: “IMF döviziniz bittiğinde gitmek durumunda olduğunuz bir kurumdur. Bunun alternatifi ise borcunuzu ödememektir. Türkiye’nin döviz cinsinden borcu var. Ödeyebildiğimiz sürece de sorun yok. Ama Merkez Bankası rezervleri bitmeye doğru gidiyorsa yurtdışından borç bulamıyorsanız ve borcu ödemek için IMF, yangın söndürücü gibi mecburiyettir. Gelir bazı koşullar sunarak borç verir. IMF’ye durup dururken gidilmez. 2001’de dış borcumuzun milli gelire oranı yüzde 56 idi. Onu yüzde 35’lere düşürmüştük. Şimdi ise bu oran yeniden yüzde 53’e çıktı. Ne yapılmalı? O borcu nasıl ödeyeceğimizin planını yapmak zorundayız. Hükümet bu süreçte sıkı mali duruşunu sürdüreceğini zaten aktardı.” Kamu maliyesini disiplin altına alması nedeniyle IMF’nin tüm dünyada sevilmeyen bir kurum olduğunun altını çizen İmamoğlu, “Tüm dünyada ekonomik krizlerin nedeni yüksek borçluluk ve sorumsuzca harcamadır. Hükümetler kendi sorumsuzluğunun bedelini vatandaşa ödetirken IMF’yi gerekçe gösterir. IMF’nin en büyük hatası her ülkeye özgü bir yaklaşımı yoktur. Aynı şablonu kullanır. IMF’den doğru yararlanmak için kendi ekonomisinin sorunlarını iyi anlayan, liyakatlı bürokratlara ihtiyaç vardır. Ama işin özünde ekonomide doğru adımlar atıldığında IMF bir mecburiyet değildir.”