Prof.Dr. A. Suut Doğruel: “Sanayici çıkışı sağlar”
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İngilizce İktisat Bölümü Başkanı Prof.Dr. A. Suut Doğruel, bir ekonomist olarak iyimser olacak konjonktürde olunmadığını belirterek, “Kısa vadede çıkış yolu görmüyorum. Yapılacak tek şey sanayi ağırlıklı üretimin yolunu açmaktır. Bu da yaratılacak ekosisteme bağlıdır” diyor.
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. A. Suut Doğruel’e göre Türkiye’nin en büyük sorunu yeteri kadar üretemediği için büyüyememek. Oysa Türkiye’nin Cumhuriyet’ten bu yana oluşturduğu sanayi kültürü ve bilgi birikimi istenilen büyümeyi sağlayacak potansiyeli barındırıyor. Türkiye’nin yıllık yüzde 5-6 bandında rahatlıkla büyüme kapasitesi bulunduğunu aktaran Doğruel, “İyimser değilim. Evet günümüzde konjonktürden kaynaklı sıkıntılı durumdayız. Uygulamaya çalışılan tüketimi artırarak büyüme modelini ise bu dönem uygulamak doğru değil. Zira biz bunu 2008’li yıllarda yürüttük ve o akımın sonuna geldik. Üreterek büyüme dışında bir alternatifimiz yok” diyor. Ekonomide yaşananları ‘kısır döngü’ kavramıyla nitelendiren Doğruel, “İnsanlar riski gördükçe daha az tüketiyor. Daha az tüketim daha az büyüme anlamına geliyor. Daha az büyüme istihdamda küçülme olarak karşımıza çıkıyor. Bu bir kısır döngüye gidiyor. Muhtemelen dövizdeki artış da devem ederse bu kısır döngü kuvvetlenerek sürecektir. Yakın zaman için ‘olumlu’ manada bir kırılma beklemiyorum” diye konuşuyor.
“Dibin de dibi vardır”
Yaşananları bir ekonomist olarak kriz olarak tanımlayamayacağını aktaran Suut Doğruel, yaşananları iktisadi boyuttan ziyade siyasi olarak nitelendirdiğini ancak son koşulda ekonomiyi de etkilediğini aktarıyor. Ekonomi Yönetimi’nin ‘dibi gördük’ açıklamalarını da gerçekçi bulmayan Doğruel, şunları söylüyor: “Dibin de dibi vardır. ‘Dibi gördük’ demek rehavettir. 2002 yılından bu yana uygulanan ekonomi politikalarını başarılı bulmuyorum. Zira reel ekonominin gelişimi bakımından 2002 yılından bu yana doğru tercihlerin yapılmadığını düşünüyorum. Finans ve inşaata ağırlık vermek ülke açısından kalıcı büyüme yolu değildir. Bu bir siyasi tercihtir. İktisat politikası her zaman için bir kaynağın bir yerden biri yere aktarılmasıdır. Bu tercihlerde bir taraf fayda görürken bir taraf zarar görebilir. Ama bunu siyaset belirler. Farklı farklı ülkelerde farklı farklı hükümetlerin kentsel rant üzerinden büyüme stratejilerini geçmişte gördük. Ancak kentsel rant kalıcı büyüme sağlayamaz, kısa vadeli bir hareket sağlar. Türkiye olarak da bu sektörlerde aşağıya doğru iniş trendindeyiz.”
Sanayisizleşme ticari açığı artırdı
Suut Doğruel’e göre Türkiye ekonomisinin büyüme stratejisi 2000’li yıllarda kırıldı. Bugüne kadar siyasi elitlerde hep sanayinin belli oranda desteklediğini kaydeden Doğruel, bu tarihten sonra ise üretimden ziyade büyümeye odaklanıldığını ve bunun yöntemlerinin değiştirildiğini aktarıyor. Sanayinin bir nevi geri plana itildiğini dile getiren Doğruel, şunları söylüyor: “Biz iktisatçılar bu değişime yapısal dönüşüm diyoruz. Türkiye’de dönüşüm; sanayinin ağırlığının azalması, hizmetler sektörünün payının yükselmesi olarak kendini gösterdi. Ancak bu dönüşüm Türkiye için erken sayılabilecek bir dönemde gerçekleşti. Türkiye’nin bir sanayi altyapısı ve birikimi vardı, ancak üretim kapasitesi olarak istenilen noktalara gelmemiştik. Genellikle gelişmiş ekonomilerde sanayinin payı yüzde 30-35’lere ulaşıldığında yapısal dönüş gerçekleştirilir. Bizde ise bu oran yüzde 25’lerde iken bu değişim başladı. Dolayısıyla sanayisizleşmeye erken girildi. Bu değişim ülke açısından kötü oldu. Bunun sonucunu gördük ve görüyoruz. Ticari açığımız bunun en önemli göstergesi.”
Sanayi sektörü güçlü ülkeler krizlere daha dayanıklı
Hükümet, 2008 sonrasından başlayarak küçük küçük üretimin önemine değinen görüşler sunmaya başladı. Son yıllarda ise bu ifadeler daha üst perdeden dillendiriliyor. Bunun için teşvik ve desteklerin sağlandığını kimse inkar etmiyor. Ancak…. Türkiye tarihine bakıldığında şu hemen dikkat çekiyor; teşvikler üretimi harekete geçirmek için yeterli bir neden değil. Zira üretici veya yatırımcı teşvikten ziyade ekosisteme ve istikrara odaklanıyor.
Suut Doğruel, şu andaki konjonktürün kısmen yatırımcı aleyhine olduğunu söylüyor: “En başarılı teşvik modeli 1960’larda uygulandı. Makro politikalar da buna göre tasarlanmıştı. Ekosistemi yaratılmıştı. Yatırımcıya en az 5-10 yıllık güven sağlanmalı. Üretimi artırmanın sihirli bir değneği yok. Türkiye gibi gelişen bir ülkede sanayinin payı yüzde 30’lar olmalı. Çünkü sanayi aynı zamanda krizlere karşı koruma sağlıyor. 2008 yılında da gözlemledik sanayisi güçlü ülkelerin krizde dayanıklılığı daha da fazla oluyor. Almanya bunun tipik bir örneğidir.”
Sanayicinin olası sıkıntıda piyasadan kolay kolay çekilmeyeceğini savunan Doğruel, krizlerden çıkışta da sanayicinin daha iyi refleks göstererek bu sürece katkı sağladığını belirtiyor. 2008 sonrasında birçok ülkede üretim ağırlığının değişmeye başladığını ifade eden Doğruel, “Gelişmiş ülkeler krizden sonra yeniden üretim ağırlığına dönmeye başladı. Tabi bu katmadeğeri yüksek alanlara oldu. Uçak sanayi, iletken teknolojisi, nano teknoloji alanları ağırlık kazandı. Daha basit işler ise yine ucuz işgücünün olduğu ülkelerde kaldı” bilgisini veriyor.
Türkiye’nin sorunu sermaye değil işgücü
Uzmanlık alanı ‘büyüme teorisi’ olan Suut Doğruel, Türkiye’nin sanayileşmesi gerektiğini belirtirken bir noktaya dikkat çekiyor: para bulunur ama ya insan kaynağı. Çünkü eğitimsiz genç nüfus ciddi bir sorun. Doğruel, şunları aktarıyor: “Türkiye dinamik ve genç bir ülke. Ancak Türkiye bu dönemi bitirmeye hazırlanıyor. Çok çalışacak insan var ama nitelikli bir eğitimi yok. İnsanlarımızın çok üretken olduğu dönemlerinde küçük hesaplarla verimliliğini düşürüyoruz. Uzun vadeli bir eğitim politikası oluşturamadık. Dolayısıyla Türkiye’nin işgücü potansiyelinin niteliğini değiştirmesi gerekiyor.”
Devlet teknoloji üretsin
Üretim, üretim ve üretim. Peki nasıl üretim? Suut Doğruel, üretimin de stratejiye bağlanması gerektiğini düşünüyor. Bu stratejisinin içinde tabi ki teknoloji yoğun üretim ağırlık kazanıyor. Orta ve üst teknoloji yoğun üretimin de küçük şirketlerin harcı olmadığını savunan Doğruel, şu öneriyi getiriyor: “Teknoloji yoğun üretim gerekirse kamu eliyle sağlanmalı. Devlet burada öncü olmalı. Çünkü teknolojik üretimin yolu büyük fonlardan geçiyor. Ayrıca tek başına da bu yetmiyor. Fonlar aynı anda 5-6 projeye aktarılmalı. Bu projeler içerisinde 1 tanesi veya 2 tanesi başarılı olur. Başarısızlık da burada göz önünde bulundurulmalı. 25 kişiye teşvik vermek ile Ar-Ge’de istenilen sıçrama sağlanamaz. Burada KOBİ’ler ve girişimciler de es geçilemez. KOBİ’lerin yaptığı yenilikçilik veya parlak fikirler dışlanmadan daha büyük ölçekli yapılarla bu alana yoğunlaşmalı. Teknolojinin teşvikinde korumak, yaygınlaştırmak ve çeşitlendirmek gerekiyor.”