Pandemiye kırılgan ekonomi ile yakalandık; Türkiye 2020’de yüzde 5-7 aralığında küçülecek
Misafir akademisyen olarak Columbia Üniversitesi’nde çalışan Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ceyhun Elgin, “Türkiye için 2020 3. çeyreğinden itibaren bir toparlama bekliyor olsa da bu tahminler şu an için çok bulanık ve sürekli değişiyor.
Kesin olan bir şey var ki, 2020 genelinde büyük ihtimalle yüzde 5, hatta karamsar tahminlere göre yüzde 7’nin de üzerinde bir küçülme yaşayacağız” dedi. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ceyhun Elgin, Türkiye ekonomisinin pandemi öncesinde de oldukça kırılgan olduğunu belirterek, “Salgının zamanlaması Türkiye için ne yazık ki oldukça talihsiz oldu. Basit bir karşılaştırma yaparsak; ABD ekonomisi salgına yüzde 3.6 seviyesinde bir işsizlik oranı ile girerken Türkiye’de Ocak 2020’de işsizlik oranı yüzde 13.8 idi. Buna ek olarak kamu maliyesi, para politikası boyutlarında da sınırlarına dayanmış bir Türkiye ekonomisi vardı. Bu durum ne yazık ki krize karşı uygulanabilecek politikalarda politika yapıcının elini güçleştiriyor, çok fazla manevra alanı yok” dedi.
Prof.Dr. Elgin, salgının birkaç sektör dışında (gıda, temizlik-hijyen) hemen hemen her sektörde ciddi olumsuzluk yaratacağını hatırlatarak, “Sektörlerde devletin haklı olarak aldığı tedbirler nedeniyle ciddi bir arz şoku yaşanıyor. Ancak tedbirler gevşemeye başladıktan sonra da bu olumsuzluk talep şoku anlamında devam edecek, zira hem salgın korkusu hem de ekonomik olumsuzluklar nedeniyle firma ve hane-halkı taleplerinde ciddi düşüşler olası. Her ne kadar uluslararası kuruluşlar Türkiye için 2020 3. çeyreğinden itibaren bir toparlama bekliyor olsa da bu tahminler şu an için çok bulanık ve sürekli değişiyor. Kesin olan bir şey var ki, 2020 genelinde büyük ihtimalle yüzde 5 hatta karamsar tahminlere göre yüzde 7’nin de üzerinde bir küçülme yaşayacağız” diye konuştu.
Prof.Dr. Elgin, sadece Türkiye için değil dünyadaki tüm ülkelerin 2020 yılını zorlu geçireceğini söyleyerek ‘yeni normale’ 2021’in yaz aylarından önce dönmenin mümkün gözükmediğini paylaştı.
“Toparlanmayı öngörmek zor”
Ekonominin nasıl bir toparlanma süreci yaşayacağına ilişkin de soru işareti bulunduğunu kaydeden Ceyhun Elgin, “U, V, L, ya da W şeklinde toparlanma olabilir. Bu biraz da ekonomik krizin süresine ve geliştirilen politikaların etkisine bağlı. Bu noktada olabilecek en iyi senaryo V şeklinde hızlı bir toparlanma” dedi. Elgin, görüşlerini şöyle aktardı: “Ancak bu noktada unutulmaması gereken şey şu: Burada biraz da devletler eliyle salgını kontrol altına almak amacıyla haklı ve bilinçli olarak yaratılan bir kriz var. Halk sağlığı krizi bitmeden, salgın sona ermeden, ekonomik krizin de tam olarak sona ermesi ne yazık ki mümkün değil. O nedenle her ne kadar ekonomi politikaları salgın sonrası ekonomik krizden çıkışta rol oynayabilecek olsa da öncelik mutlaka salgını bitirmek ya da kontrol altına almak olmalı.”
Bu dönem için Türkiye’nin ciddi borç yükü olduğunu hatırlattığımız Prof.Dr. Elgin, şunları söyledi: “An itibariyle şirketlerin döviz açık pozisyonu yılın ilk iki ayında 9.4 milyar dolar gerileyerek 170.4 milyar dolar oldu. Bireyler ve bankaların pozisyonları ile birlikte toplam döviz pozisyonu 25.2 milyar dolarlık açık ile 2010 yılından beri en düşük seviyesine geriledi. Tabii bu borcun kapatılması ve düşüşü esnasında firmaların dolara yönelmesi de doların TL karşısındaki değerlenmesinin arkasındaki nedenlerden birisi. Yine de 170 milyar dolar çok düşük bir rakam değil firmaların döviz pozisyonları konusunda çok daha dikkatli olmaları gereken bir süreçten geçtiğimiz de açık.”
Prof.Dr. Elgin, kriz ortamlarında ödeme güçlüklerinin yaşanabileceğini ancak bunun bankaların durumunu sarsacak bir noktaya gelmeyeceğini savundu. Enflasyon ya da dolar kuru konusunda, en azından salgın bitene kadar yüksek beklentilerin olmaması gerektiğine değinen Elgin, normal şartlarda çift haneli enflasyon ya da TL’nin değer kaybının kimsenin arzu ettiği gelişmeler olmadığını ancak içinde bulunulan durumun olağanüstülüğünün bu göstergeleri şu an için ikincil sırada önemli kıldığı aktardı: “İçinde bulunduğumuz halk sağlığı krizi bittiğinde ise yapılabilecek şeyler onlarca yıldır iktisat yazınında konuşulan şeyler, o açıdan Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Öncelikli olarak ekonomiye yön veren kurumların bağımsızlığı, özellikle de para politikası otoritesi olan TCMB’nin bağımsızlığı oldukça kritik.”
“Türkiye’nin alabileceği tedbirler var”
Yüzyılda bir yaşanan olağanüstü bir dönemden geçildiğini dolayısıyla dünyanın nereye gideceği konusunda tahmin yapmanın doğru olmayacağını savunan Ceyhun Elgin, “Tabii ki diyalektik her zaman baskın çıkar zira dünya devamlı değişiyor. Ancak ben korumacı politikaların, ticaret bariyerlerinin bu krizden zaferle çıkacağına inanmıyorum ve hala daha çevreci, daha eşit, daha barışçıl bir dünya hayalimi ve umudumu koruyorum” diye konuştu.
Halk sağlığı krizi sona ermeden ekonomik krizin sona ermesinin mümkün olmayacağının altını çizen Elgin, sektörlerde etkileri farklı olsa da hem bir arz hem de bir talep krizi yaşandığını, halk sağlığı krizi bittikten sonra da talep krizinin etkisini çok daha sert göstermeye başlayacağını öngördü: “Mevcut işsizlik oranı, özellikle genç nüfus yoğunluğu ve genç nüfus işsizliği ve tüketime dönük ekonomik yapıyla üretim ve yatırım ikliminin yaratılması kolay değil. Bu noktada doğru kamu politikalarının dizaynı ve uygulaması oldukça önemli. Tüketime değil üretime yönelik bir anlayışı benimsemek gerekiyor.”
Elgin; yürütülmesi gereken politikaları ise şöyle sıraladı:
• Kayıt dışı istihdam edilenlere yönelik gelir desteği uygulamalarının artırılması gerekiyor.
• Farklı sektörlerin krizden farklı oranlarda etkilendiği gerçeğinden hareketle sektör bazlı destek/teşvik politikaları uygulamak oldukça elzem.
• Düşük faizli kredi şeklindeki destek politikalarından ziyade, istihdam koruyucu hibe politikalarının da düşünülmesi gerekiyor. (ABD’de uygulanan payroll protection program gibi).
• Her ne kadar gelirin ve istihdamın düşüşü engellense de insanların dışarıya çıkmadığı ve bu geliri harcamadıkları bir ortamda yine de talebi canlandırmak için yeterli olmayabilir. Bu durumda da merkez bankalarına atfedilen son kredi mercii (lender of the last resort) örneğinde olduğu gibi, University of California at Berkeley’den Gabriel Zuchman ve Emmanuel Saez’in önerdiği geçici bir süre için devletin son alıcı mercii (buyer of the last resort) olarak bu sektörlerde bizzat talebi kendisinin yaratması uygulaması başlatılabilir.
“IMF’ye yaklaşımda sıkıntı var”
Ekonominin sıkıntılı olduğu dönemlerde IMF’den destek alınması hususunda bu kadar çekingen davranılmasını anlamakta güçlük çektiğini dile getiren Ceyhun Elgin, görüşlerini şöyle aktardı: “Tabii ki IMF ile bir stand-by anlaşması vs. imzalanması söz konusu olsa bunda çekingen davranılması kabul edilebilir, zira bu tür anlaşmalar IMF tarafından empoze edilen ciddi koşulların uygulanmasını gerektiriyor ve bu ortamda siyasi iktidar haklı olarak bu koşullara bağlı kalmak istemeyebilir. Ama kuruluşundan beri üyesi olduğumuz IMF’de ortak bütçeye sunduğumuz katkının bir fonksiyonu olarak, belirli bir miktar (ki alınabilecek kredi miktarı Nisan ayında tüm ülkeler için bir miktar artırıldı) koşulsuz şartsız (tabii bazı teknik şartlar olabilir, her şeyden önce IMF ile biraraya gelmeyi gerektirir) kredi kullanım hakkımız mevcut. Bu doğrultuda Türkiye’nin neredeyse 10 milyar dolarlık bir kredi kullanım hakkı mevcut.”
Türkiye’de şu anda kamu borcu vs. açısından böyle bir kaynağa ihtiyacı olmaması yaklaşımı olabileceğini dile getiren Elgin, ancak kaynağın olumlu yanlarının da görülmesi gerektiğini şöyle dillendirdi: “Kaynağın iki türlü olumlu etkisi var. 1) Miktardan bağımsız bu kaynağın uluslararası kuruluşlarla koordinasyonun ve etkileşimin devam ettiğini göstermesi açısından bir yarar sağlar. 2) 10 milyar dolar (ya da 70 milyar TL) kriz ortamında etkili bir teşvik ve destek programı ile değerlendirilirse Türkiye’nin kendi başına açıkladığı 100 milyar TL’lik paket kadar etki gösterebilir.”