Kıdem tazminatı siyasete kurban edilmesin
Türkiye Ekonomik ve Mali Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Hasan Eken, son dönemin güncel konusu kıdem tazminatına alternatif bir bakış sergiliyor.
Hem işçi, hem işveren hem de kamu tarafının çıkarına bir çözüm sunduğunu aktaran Eken, “Yeni modeli tüm siyasi partilerin liderleri ve sendika ve işçi temsilcileriyle paylaştım. Henüz bir eleştiri almadım. Kamuoyu bunu tartışmalı” diyor. Ekonomide son dönemin en güncel konularından birini ‘kıdem tazminatı’ oluşturuyor. İş dünyası ve emek dünyasını yakından ilgilendiren konuya ilişkin işveren, işçi kesimi ve hükümet kanadından farklı açıklamalar yapılıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu gelişmeler sonrası yaptığı açıklamada; “Kıdem tazminatı hususunda adil bir konuma bu işi getirmeden bu şekliyle bu adımı atmak adil değil, doğru değil” dedi.
Konuyla yakından ilgilenen Türkiye Ekonomik ve Mali Araştırmalar Vakfı (TEMAR) Başkanı Prof.Dr. Mehmet Hasan Eken, değerlendirmelerini ve önerilerini KobiEfor’la paylaştı. İş ve emek dünyasında kıdem tazminatının kanayan bir yara haline getirilmesinin doğru olmadığını kaydeden Eken, bir finans iktisatçısı olarak konu üzerinde ciddi araştırmalar yaptığını, tüm kesimlerin onayını alacak bir formülün zor olmadığını söylüyor.
Eken, ilk aşamada mevcut durumun finansal açıdan bir röntgenini çekiyor: “Emek ve sermaye iki üretim kaynağıdır. Üretim için ikisinin de kullanılması şarttır. Emeği ve sermayeyi üretimde kullandığınız zaman bir katmadeğer yaratıyorsunuz. Katmadeğer sermayeye eklendiği için sermaye bu üretim sürecinde katlanarak büyürken emek ise (20 yaşında çalışmaya başlayan kişi 50-60 yaşında tükeniyor) aradan geçen yıllar içinde gücünü kaybediyor. Dolayısıyla kıdem tazminatı insani bir kavramdır, emeğin karşılığı olacak şekilde işçiye şartlı hak olarak veriliyor.
Kıdem tazminatı muhasebe açısından; işletmeler için nakit çıkışına neden olmayan bir işletme gideridir. Ancak maliye açısından karşılığı vergi matrahından indirilebilen bir gider kalemidir. Dolayısıyla işletmeler kıdem tazminatı için karşılık ayırdıklarında kendi tasarruflarında olan ve istedikleri gibi kullanabildikleri bir fon yaratmaktadırlar. Finansal açıdan ise kıdem tazminatı işletmenin iç kaynaklarıyla yarattığı ‘maliyetsiz’ bir sermayedir. Bu ‘sermaye’ işçilerin sayısı ve çalışma yıllarının artmasıyla yıllar içerisinde katlanarak büyümektedir. Unutulmamalıdır ki ‘bedava sermaye’ işçiler için ayrılmış kıdem tazminatı olduğundan, her ne kadar işletmelerin tasarrufunda bulunsa da emanet bir paradır ve işletmenin işçilere olan yükümlülüğüdür.
Kıdem tazminatı fonundaki para işçiye kıdem tazminatı olarak ödendiği zaman ise işletmeden nakit çıkışına neden olmaktadır. Mevcut tartışmalar ise işverenin tasarrufunda olan kıdem tazminatı fonunu (ki şu anda bu fon var ama bütün işverenlerde parça parça halinde duruyor) devasa bir fona dönüştürülmek isteniyor.”
Son dönem tartışmalarda işçi sendikalarının argümanı olan ‘kıdem tazminatı fona devredilemez’ görüşünün de rasyonel olmadığını kaydeden Eken, “Günaydın! Şu anda kıdem tazminatı zaten fonda” diyerek sendikaların ‘fon’dan ziyade ‘şart’ kısmına odaklanması gerektiğine dikkat çekiyor.
Mehmet Hasan Eken, önerisini şöyle açıklıyor: “Kıdem tazminatı mevcut usulde ayrılmaya devam edilmelidir. Ancak ayrılan kıdem tazminatı karşılığı işletmede değil işçinin adına açılmış olan ‘Bireysel Emeklilik Hesabı’na aktarmalıdır. Bu aktarım her ay maaş ödemeleri ile aynı zamanda yapılmalıdır. Birikmiş kıdem tazminatları da işveren tarafından bir ödeme planı çerçevesinde işçinin hesabına aktarılmalı, bu süre işçinin zararına olmayacak bir süreç içinde gerçekleşmelidir.
Böylece kıdem tazminatı fonu işletmelerin bilançolarından ve tasarruflarından çıkarılıp işçilerin kendi tasarruflarına verilmiş olacaktır.
Bireysel Emeklilik Sistemi’nde 10 yılını doldurup işinden ayrılan veya emekli olan işçi tazminatını kayıtsız şartsız çekebilme hakkına sahip olmalıdır. Bireysel Emeklilik Hesabında bulunan kıdem tazminatı işçinin kendi risk tercihleriyle belirleyeceği fonlara yatırılacak ve böylece zaman içerisinde katlanarak büyüyecektir. Buna yüzde 25 devlet katkısı da eklendiğinde büyümenin etkisi daha da artacaktır. İşveren doğal olarak maliyetsiz sermaye kullanımından mahrum kalacaktır. Bunu telafi etmek için işverenlere ‘Bireysel Emeklilik Hesabı’na ödedikleri kıdem tazminatının iki katı kadar vergi matrahından indirim yapmak olanağı getirilmelidir.
Öte yandan işverenler Bireysel Emeklilik Hesabına kıdem tazminatı ödemesi yükümlülüğünü yerine getirmiş olacakları için birikmiş tazminatlar sorun olmaktan çıkacaktır. Ayrıca işveren tazminatlara gelen zamlardan etkilenmeyecektir.”
Mehmet Hasan Eken, yeni modelde sermaye piyasaları için de büyük avantaj sağlanacağını kaydediyor: “Fonların artmasıyla sigorta şirketlerinin kurumsallaşması ve niteliği artacak, SPK’da derinleşme sağlanacak. Ayrıca kıdem tazminatı biriktiğinde işverenin işçiyi çıkarmak yerine mevcut ile devam etme eğilimi oluyor. Bu işçi için garanti subabı olarak algılanıyor. Ama realite böyle değil. İki yapı içindeki birliktelik mecburiyete dönüşüyor. Yeni modelde ise işverenin doğru kişiyle çalışma isteği kolaylaşıyor.”
Yeni modeli tüm siyasi partilerin liderleri ve sendika ve işçi temsilcileriyle paylaştığını kaydeden Mehmet Hasan Eken, henüz bir eleştiri almadığını açıklıyor.
“Yerel kaynaklara dayalı üretim şart”
“Ekonominin mevcut halini tahlil ettiğimizde üç seçenek karşımıza çıkıyor: iç problemler, dış faktörler ve küresel salgın. Mevcut iç problemin kökeni; 2001 yılında getirilen Kemal Derviş’in dizayn ettiği, yüksek faiz, düşük kur politikasıdır. Bu politika ile yerel kaynaklara dayalı üretim modeli büyük darbe almıştır” diyen Eken, geçtiğimiz ay yaklaşık 400 üründe yapılan gümrük vergisini artırma kararının da yerinde bir hareket olmadığını savunuyor: “Dünya Ticaret Örgütü üyesi olarak tek taraflı gümrük vergisini yükseltemezsiniz. Yükseltirseniz diğer ülkelerin başka bir politikası olur. Yerli üretim ‘şak’ diye yapılacak bir gelişme değildir. En az 5 yıla ihtiyaç vardır. Bu süre içerisinde korkarım ki daha yüksek fiyatla ithal etmeye devam edeceğiz.”
“Doları düşürme fetişizminden kurtulmak lazım”
Mehmet Hasan Eken’e göre hükümet ve dolayısıyla Merkez Bankası’nın doları kontrol altına alma fetişizminden kurtulması lazım. Eken, doların kendi haline kalmasıyla Merkez Bankası rezervlerinin erimeyeceğinin altını çiziyor: “Tamamen aldatmaca olan swap gibi uygulamalarla Merkez Bankası’nın bilançosunu makyajlamanın bir anlamı yok. Zaten işe de yaramıyor. Ama bir yol haritası var. Kuru düşük tutarsanız yurtdışından ithal edeceğiniz hammadde ucuz olur ve içeride üretim yapamazsınız. Doları serbest bırakırsanız dolar yükselecek, ithal edilen hammadde fiyatı artacak ve maliyetler artacaktır. İçeride bunu ikame edecek üretim sektörü de kendiliğinden teşvik edilecektir.
Faizde de benzer bir fetişist yaklaşım var. Oysa dolar da faiz de finansal araçlar. Ülke olarak konsantre olacağımız konu ise üretim olmalı. Ülkenin kurtuluşu buradadır.”
Türkiye’nin enflasyonunu da dolara endekslediğini savunan Eken, bu yaklaşımın hiçbir ülke tarafından kabul edilemeyeceğini belirterek enflasyonun ancak üretim ile düşürülmesi gerektiğini dile getiriyor: “Doları serbest bırakın, enflasyona neden olacaktır. Belirli seviyede dengeleyince de içeride üretimin artışıyla bu yavaş yavaş aşağıya inecektir. Mutlaka kararlı olup yerel kaynaklara dayalı üretim öncelikli olmalı. Ülkenin geleceği bu politikadadır.”
“Para basma sürecini kaçırdık”
Mehmet Hasan Eken, 2007 ve 2008 arasında krizden çıkışın yol haritası olarak para basmayı önerdiğini hatırlatıyor: “Yaşanılan bir likidite kriziydi ve Merkez Bankası’nın döviz rezervi çoktu. Evet dolar yükselecek ve Merkez Bankası inanılmaz kar elde edecekti. Kabul görmedi. Şimdi yine krizden çıkmak için para basma yöntemleri konuşuluyor. Oysa şimdi rezervimiz yok. Doların ve Euro’nun yükselmesini komplense edecek kaynak yok. Şu anda bu yaklaşımı doğru bulmuyorum.”
Ülkenin pandemi sürecine kırılgan ekonomi ile girdiğini ve kırılganlığın temellerinin de 2007 ve 2008 yıllarına dayandığını aktaran Eken, o dönem para basılsaydı faizlerin düşeceğini, üretim politikasının da dengeleneceğini, Türkiye’nin yerel kaynaklara dayalı üretim modeline geçiş yapabileceğini savunuyor. Eken, iç piyasada V tipi toparlanma için turizm, tekstil gibi sektörlerin sezonu kaçırmaması gerektiğini de vurguluyor: “Sektörler beklenen çıkışı sağlayamadı. Dolayısıyla V yerine L tipi bir çıkış bekliyorum.”