“Hatt-ı müstakim: Cari açıksız büyümedir”
İktisatçı, Gazeteci Ege Cansen, Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu ‘dönüşüm’ olarak tanımlıyor. Sert ve acı dolu bu dönüşümün en önemli getirisi ise ‘cari açık’ vermeyen ekonomi. Cansen’e göre “diğer” olarak tanımlanacak birçok sorun var. Ama öncelik; cari açıksız potansiyel yüzde 4-4.5 oranında büyümeye geçilmesi.
Duayen Ekonomist Ege Cansen, 1983’ten bu yana Hürriyet (30 yıl) ve Sözcü (7 yıl) olmak üzere iki gazetede köşe yazarlığı, TV’lerde ekonomi sohbetleri yapıyor. Cansen çeşitli sorunlarla birlikte Türkiye ekonomisinin kemikleşmiş sıkıntısının başında ‘döviz fiyatını ucuz tutma’ yaklaşımı olduğuna inanıyor. Sorunun Osmanlı İmparatorluğu’na dayanan bir geçmişi olduğunu savunan Cansen, 1930’lada TL’nin değerini koruma kanunu çıkarıldığını hatırlatarak, Osmanlı’nın ise dış borç kolik olduğunu, dönemi ‘Muhteşem’ olarak nitelendirilen Kanuni Sultan Süleyman’ın dahi 2-3 misli para vererek borç aldığını hatırlatıyor.
Cansen görüşünü şöyle detaylandırıyor: “Tarihten bu yana yabancılardan para almışız. Üretim yetenekleri istenilen oranda gelişmemiş, hep taşıma suyla değirmen döndürülmüştür. Cumhuriyet de buna devam etmiştir. Türkiye’de de yaygın olarak TL’yi değerli tutma gibi bir sakat inanç vardır. Bunun sonucunda da 1947, 1970, 1979, 1980, 1994, 2001, 2008 yıllarında devalüasyon krizleri yaşanmıştır. Kriz denilen şey de TL aşırı değer kaybeder. Aslında kriz denilen şey iktisatta ‘düzeltme’dir.”
“En önemli sorun cari açıktır”
Yaklaşık 40 yıl önce duyduğu ‘Döviz fiyatı yanlışsa ekonomideki kaynak tahsisleri yanlıştır’ ifadesiyle konunun önemini kavradığını ifade eden Cansen, o günden bu yana da iktisatçı olarak bu konuyu kendine dava edindiğini aktarıyor. ‘Ağaç kakan’ gibi bir yaklaşımla bu görüşünü her yerde dile getirdiğini, ülkenin temel sorununun ‘Cari Açık’ olduğunu belirtiyor. Cansen, Türkiye’nin şu günlerde ‘istemeden’ cari açıkta bir düzelmeye girmiş bulunduğunu söylüyor: “Ülkemizin eğitimden demokrasiye, ahlaktan işsizliğe kadar her konuda sorunu bulunuyor. Ama bazen bir sorunu çözmek için sadece ve sadece ona odaklanmak gerekir.” Ekonomiyi bir insana benzeten Cansen, ‘Kemikler kırılıyor, tenimizde acıyı hissediyoruz. Şehirli-köylü insanlar perişan. Ben bu süreci ‘dönüşüm’ olarak anlamak istiyorum” diyor.
“Ekonomi dönüşümden geçiyor”
Hükümet’in ‘dengelenme’ tanımı ile kendisinin ‘dönüşüm’ kavramının örtüşmesini Cansen, “Hükümet’in bir kısmı ile çakışabiliriz. Tesadüf de olabilir. Bilinçli de. Aslında olayların zoruyla örtüşmüş olabiliriz. Ama bir yerden para bulunursa her an bu yaklaşımları değişebilir görüşündeyim. Ama bir gerçeklik var ki; Türkiye bir dönüşümden geçiyor. Umarım dönüşümle birlikte cari açıksız yaşamayı, büyümeyi öğreneceğiz. Böylece ülkemiz ‘sefih’ olmayan, parayla lüks hayat yaşayan, haysiyetsiz yaşamı bırakmış olacak. Kurtulacaktır” görüşüyle açıklıyor.
Cansen, ekonomik dönüşümün bundan sonra hiç olmazsa doğru istikamette ve rezil olmadan, ona buna el açmadan kendi ekonomimizi yönetme anlayışının geliştirilebilmesi için bir fırsat olarak görülmesini istiyor: “Eşyanın zoruyla bunu öğrenecek olabilmemiz bile çok değerli.” Bu arada konjonktürel olarak ‘tek başına’ bırakılma algısına ilişkin; “Onlar bize ‘hayır’ olsun diye değil, bizi belirli siyasi çözümlere zorlamak için kaynak vermiyorlar. Örneğin; Kürt meselesi ve Kıbrıs meselesi gibi. Ellerindeki kaynağı baskı olarak kullanıyorlar” diyor.
“Meseleler çözülemez ama yönetilebilir”
AK Parti’ye göre ‘dengelenmenin’, Ege Cansen’e göre ‘dönüşümün’ ne kadar süreceği de önemli. Cansen, bu süreçlere geçmeden önce Kürt ve Kıbrıs meseleleri’nin varlığını kabul edip, aklın bir kenarında tutulmasını istiyor. Cansen, Türkiye ekonomisinin çok kısa zamanda dengeli hale gelebileceği ve cari açıksız büyüme modeline geçebileceği görüşünde: “Türkiye’nin bugünkü insan gücüyle Türk ekonomisini namerde muhtaç olmadan ama onlarla beraber düzgün hale getirebiliriz.”
Ege Cansen, bir takım kültürel ahlaksızlıklar dışında vasatın üzerinde yetenekli bir millet yapısına sahip olunduğunun altını çiziyor: “Bir Alman değiliz ama bir yamyam da değiliz. Alman’a daha yakınız. Emniyet şeridinden gitmek gibi bir takım kültürel sorunlarımız ise çözülemez ama yönetilebilir. Çünkü milletimiz trafik polisinin çakarını görünce şeridine girer. Ben milletimin yapısını biliyorum. Kartal olup uçamayız ama koşarız. Net olarak Türk milleti sanayileşmede, üretim yeteneğinde AB toplumunun yüzde 60-65’ini beceri itibariyle yakalamıştır.”
Cansen’e göre asıl mesele; cari açıksız büyümede rayına giriyor muyuz, girmiyor muyuz? Ya da irade olarak bu yönde mi ilerliyoruz, zorunlu olarak mı?
“Üretemiyoruz tezi gerçekçi değil”
Türkiye ekonomisi 2019 itibariyle cari açıksız bir sürece girmiş bulunuyor. Cansen dönüşümün en önemli çıktısı olarak bu gerçekliğin görülmesi gerektiğini savunuyor: “Türkiye’de cari açık 0’dır. Ne üretiyorsak kendimiz üretiyoruz. Ve ülke olarak aldığımızdan daha fazlasını satıyoruz. Bu önemli kazanımı korumak gerekiyor.” AK Parti döneminde cari açığın milli gelire oranının yüzde 5 olduğuna dikkat çeken Cansen, açıklıyor: “Milli gelir katmadeğer toplamıdır. Tüketimimizin yüzde 95’ini kendimiz üretiyoruz. Boğulduğumuz yer yüzde 5’tir. ‘Türkiye’de üretim yok’ demek yanlıştır. Bu sene bu oran yüzde 0’dır. Türkiye’nin 450 milyar dolar net borcu var. Türkiye, bugünkü durumundan dolayı yüksek faizle borçlanmaktadır. Oranı yüzde 6-7’dir. Sadece bu oranlar nedeniyle borcumuza karşılık ödenen faiz şu anda 30 milyar dolardır. Bu rakam cari açığın hesabına girendir. Diğer bir deyişle bu kadar faiz ödemesek 30 milyar dolar artıdayız. Faiz olmasa cari fazlamız var demektir. Bu 30 milyar doları niye ödüyoruz derseniz de o da eskiden yenilen nanelerden dolayıdır. Üretim vardır, Türkiye üretip satmaktadır. Kendi kendine yeterlilik diye bir şey yoktur. O iyi bir şey de değildir.”
Peki döviz kurundaki mevcut durum gerçeği yansıtıyor mu?
Ege Cansen’e göre bu sorunun tek bir yanıtı var: cari açık vermeden potansiyel olan yüzde 4-4-5 büyümeye geçilen andaki dolar kuru doğrudur. Eğer bu dolar kuruyla cari açıksız büyümeye geçemiyorsak doların biraz daha yükselmesi gerekiyordur. Yani doların 4 veya 5 TL olması önemli değildir. Cansen, devalüasyonun TL’nin değerini düşürdüğünü ve otomatikman bunun enflasyona yansıdığını kaydediyor: “Devalüasyon enflasyon farkının ortadan kaldırılmasıdır. Açı daralana kadar birbirini kemirerek dengeye ulaşırlar.”
“Merkez Bankası kapatılabilir”
Döviz fiyatını dışarıdan para girişleri bozuyor. Bunu engelleme veya dengeleme görevi Merkez Bankası’nın görev tanımında yer alıyor. Cansen, “Türkiye çift paralı bir ülkedir: döviz ve TL. Almanya’da veya Fransa’da böyle bir gerçeklik yoktur. Türkiye’de neyin faizi indi? Mevduatın yüzde 50’den fazlası döviz. Dövizde faizler yüzde 2.5-3 aralığında. Gayet düşük. Konu faiz ise faiz tasarrufu ve mevduatı etkiliyor. Ama en düşük faiz dövizde. Gariban Merkez Bankası, faizi indirdim, çıkardım diyor. Aslında kumda oynuyor. Bana kalsa Merkez Bankası’nı ya kapatır ya da 150-200 kişilik kurum haline getirirdim. Çünkü elindeki TL ile ekonomiyi yönetemiyor” diye konuşuyor.“Kazanmak için kaybetmek gerekir”Ekonomi sadece ekonomi ile yönetilmiyor. Siyaset Türkiye’de ekonomi ile göbekten bağlı. Ege Cansen bu gerçeklikle Türkiye’nin en önemli siyasi konusu olan Kürt Meselesi’ni şöyle değerlendiriyor: “Kürt meselesinde Türk toplumunun kararlığı ve ne kadar fedakarlığa katlanacağı önemli. Çünkü ABD ve AB bu konuya fena halde takmış durumda. Kürdistan’ı kurmak istiyorlar. Irak’ta ve Suriye’de bunu başardılar, kala kala Türkiye kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bu sorunu Osmanlı’dan miras almıştır. Millet aynı dinden gelenleri kapsadığı için Kürtler ayrılmamıştır. Rum ilkokulu vardır ama Kürt ilkokulu yoktur. Çünkü Kürt ve Türk aynıdır.
Beni asıl düşündüren husus; PKK, Kürt meselesinden çıkmıştır ama kendi başına problem olmuştur. Zaman zaman Kürtleri PKK’dan kurtarmak gerektiğini düşünüyorum. Ya da HDP’yi PKK’nın patentinden nasıl kurtarabiliriz? PKK, Kürtleri terörize ediyor. Bana kalırsa bu meseleyi içeriye almak en doğrusu. Bundan önce ne olduğu önemli değil. Buradan nereye gideceğimiz önemlidir. Suriye’den komple çıkalım. Kendi davamızı kendi hudutlarımız içine alalım. Biliyoruz ki bazı problemler çözülmez ama yönetilebilir. Türkiye Kürt meselesinde bu yöntemi kullanabilir. Ayrıca şunu unutmamak lazım; kaybetmeyi göze almayan kazanamaz. Sonunda barışı kazanacaksak bir şeyi kaybedeceğiz.”