Ekonomist Prof.Dr. Veysel Ulusoy: “Yüksek büyüme aldatıcı zenginliğin işaretidir”
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Veysel Ulusoy, açıklanan büyüme rakamlarını eleştirerek, “Ekonomik büyüme rekorları kırmıyoruz. ‘Rekor kırıyormuşuz’ gibi yapıyoruz. Son 5-6 yılda durgunluğu derinden yaşayan ekonomimizde baz yılı (dönemi) etkisiyle önümüze gelen bir büyüme verisinin yüksek seviyede gözükmesi aldatıcı bir zenginliğin işaretidir” dedi.
Ekonomist, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Veysel Ulusoy, Türkiye ekonomisinin uzun zamandır ‘orta gelir tuzağı’ ve en kırılgan 5 ülke arasında olduğunu belirterek, uygulanan ekonomik yaklaşımlar çerçevesinde gelişmiş bir ekonomiye kavuşulması için uzun yılların geçmesi gerektiğini savundu. Büyüme rakamlarının de gerçeği yansıtmadığını savunan Ulusoy ile Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu konuştuk.
Büyüme rakamlarında rekor kırıyoruz, bu büyüme gerçek mi? Siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Ekonomik büyümede rekorları kırmıyoruz. Rekor kırıyor muşuz gibi yapıyoruz. Son 5-6 yılda durgunluğu derinden yaşayan ekonomimizde baz yılı (dönemi) etkisiyle önümüze gelen bir büyüme verisinin yüksek seviyede gözükmesi aldatıcı bir zenginliğin işaretidir. Büyüme geçen yılın aynı dönemine kıyasla hesaplandığı için geçen yıldan kalan küçülmeye göre artışı ifade eder. Türkiye ekonomisinde son yıllarda hissedilir bir büyüme yaşanmadığı gibi 2020 yılı pandemi sürecinde de verilere yansımayan bir üretimsizliğin varlığından bahsedebiliriz. Bir ekonomik büyümede kararlı ve ülkenin potansiyelinin etrafında hafifçe dalgalanması beklenir. Büyüme verilerinde ani dalgalanmalar genel olarak istenmeyen sonuçlardır. Buna ek olarak, büyümeden beklenen sonuç ise onu toplumun tüm kesimlerine yansıyacak kıvama getirmektir. Diğer bir ifadeyle her kesimin büyümeden adil bir pay almasının ortamını oluşturmak esastır. Maalesef bu son durumu göremiyoruz ülkemizde.
Ekonomide en güncel konu Merkez Bankası’nın faiz kararı? Sağlıklı bir ekonomi için süreç nasıl olmalı? Siz faiz oranlarında bir indirim bekliyor musunuz?
Merkez Bankaları temel olarak fiyatlar genel seviyesi kararlılığını sağlamak amaçlı kuruluşlardır. Banka çoğu zaman istihdamı artırıcı para politikasını da kullanarak üretim alanındaki politikalara da yardımcı olur. Bilinenin aksine Merkez Bankası faizi belirlemez, öte yandan faizi etkileyen faktörlere müdahale ederek faizin değişimine ya da düşmesine katkıda bulunur. Piyasa tarafından belirlenen faiz kararını da sanki bir düğmeye basar gibi ya indirir ya da artırır. Sağlıklı bir ekonomide faiz oranı tek hane ve enflasyonla paralellik arz eder. Türkiye ekonomisi için doğal büyüme oranımız olan yüzde 5’i kararlı bir şekilde sürdürmek ve bazı zamanlarda da onun üstüne çıkmak için yatırımların ulusal tasarruflarla yapılması bunun için de faizin tek haneli ve yine büyüme oranına yakın olması beklenir. Öte yandan günümüzde enflasyon oranının yüzde 20’leri yakaladığı ortamda faizi onun altında belirlemek söz konusu tasarrufları azaltarak büyümeye olumsuz etki edecektir. Bununla beraber yüksek faizde yatırımın fiyatı olması nedeniyle aynı yönde etkili olacaktır. Merkez Bankası’nın bağımsızlığını kullanarak karar verebilmesi durumunda bir faiz indirimi geleceğini beklememek gerekir.
Ekonomideki enflasyon, faiz ve kur baskısı ne kadar sürdürülebilir?
Türkiye ekonomisi enflasyon, faiz ve kur baskısı içindedir. Merkez Bankası rezervlerinin zayıflığı, ithalata dayalı ara ve sermaye malı bağımlılığının yüksekliği, 2018’den bu yana etkisini hala devam ettiren ekonomik türbülansın kalıcılığının yarattığı makroekonomik dengesizlikler bu baskıların daha önümüzdeki dönemlerde süreceğinin işaretini veriyor bize. Bununla beraber, yapıcı ve kapsayıcı bir ekonomik reform programının yürütülmesi bu yönü tersine çevirebilir. Temel olarak faiz, kur ve enflasyon (sade anlamıyla fiyatlar) piyasa kuvveti ve dinamikler ile belirlenen bir üçlüdür. Buna ücretleri de eklemek gerekirse dörtlü grup ekonomideki diğer faaliyetlerin ve genelde de Merkez Bankası ve üretim tarafında sorumlu kuruluşların kontrolündeki değişkenlerin etkisi altındadır. Faizin ve enflasyonun düşürülmesinde en etkili ortak payda ise verimliliğin ta kendisidir. Bu aynı zamanda ücretlerin artmasını ve büyümeyi sağlayan temel faktördür. Doğal olarak, Merkez Bankası para politikası ve hükümetin gelir ve harcama politikası faizin ve enflasyonun ne kadar sürdürülebilir olup olmadığını belirleyen kontrol değişkenleridir. En uygun para politikası ise eldeki olanaklar dahilinde yapılır. Swap (para değiş-tokuşu) işlemleri ile şişirilmiş bir Merkez Bankası rezervleri ile gelirsizlik kaynaklı düşük vergi gelirleri her iki kanadın da harcama ve müdahale etkisini azaltmak ile kalmıyor, faizin de daha çok yukarılarda konumlanacağının bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Temmuz ayında hiper enflasyon sürecinden bahsetmiştiniz. O sürecin içinde miyiz?
Türkiye özellikle ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) baskısı altında bir sürece girdi. Resmi verilere göre bu maliyet unsuru daha tüketici fiyatlarına (TÜFE) yansımamış gözükse de bunun önümüzdeki dönemde TÜFE’yi yükseltmesi beklenir. Diğer bir ifadeyle talep darlığından kaynaklanan etkenlerin düzelmesi ile birlikte TÜFE’de artışlar olacaktır. Eğer yukarıda bahsettiğim programlar uygulanmazsa; hiper enflasyona gidecek yolun taşlarını dizmiş olacağız. Bu kapsamda ithalata ve dolayısıyla dövize bağımlılığı azaltmak, ulusal kaynaklı yatırım fonları oluşturmak, sonuçta da ulusal geliri artırmak amaç olmalıdır.
Dövize bağlılığın sürdüğü ve turizm gelirleri dahil mal ve hizmet ihracatında eşik noktasını aşamadığımız sürece yüksek enflasyon oranının daha da artacağını söylemek yanlış olmaz. Yıllarca dillendirilen ama bir türlü programa alınamayan ‘ithal ikamesi’ sürecindeki gecikme de enflasyonu tetikleyen bir unsur olarak her zaman karşımızda duracaktır. Genel olarak ‘bebek endüstriler’ diye adlandırdığımız, yeni ve verimli oluşumların desteklenmesi veya ortaklığına bağlı bir üretim planlaması belki de ithal ikamesini önümüzdeki dönemlerde hızlandıracak sonuçlar doğurabilecektir. Burada yeni fikirlerlerin, devlet yatırım ortaklığı ile üretime dönüşmesinin önemini anlatmaya gerek yok. Ama gerekli ve kalıcı olması beklenen ise devlet ortaklı (destekli değil) sürecin ilk kuruluş ve gelişme aşamasında derinden hissedilmesidir.
Ekonomimizin kemikleşmiş sorunları olduğu ifade ediliyor, bu ifadeye katılır mısınız, sizce bunlar nedir?
Katılırım. Özellikle, dış ticaret açığı ve rezervlerdeki erime, yüksek enflasyon, faiz ve döviz kuru bunların arasında öne çıkanlardır. Ekonomik büyümede dışa bağımlılığın göstergesi olan aramalı ve sermaye malının ithalatımız içindeki payının yüzde 90’lardan aşağı gelmemesi, en kronik sorunumuz olarak önümüzde bekliyor. Son 40 yılda en kırılgan ülkeler grubundan hiç çıkamayan ekonomimizde, maliyet temelli fiyat baskısı ile döviz gereksinimi tabanlı bir üretim yapısında bir gelişme sağlanamamıştır. Bunun nedenlerini de düşük verimlilikte ve düşük seviyedeki insan sermayesi kaynağında gözlemlemekteyiz.
Salgın döneminde verilen destek ve teşvikleri nasıl değerlendiriyorsunuz? İyi bir sınav verilmiş midir?
Salgın döneminde elle tutulur bir devlet teşviki (yardımı) verilmedi halka. Teşvik kapsamında işverenlere verilenler ise etkisiz bir kapsamda kaldı. Tüm ödemeler de zaten işsizlik fonundan, yani zaten çalışan ve işverenlerden yapılan kesintilerden oluşan fondan verildi. Özetle; devletin bütçesinden pandemi sürecinde çalışan ve işverene bir meblağ aktarılmadı. Halbuki, modern ekonomilerde ulusal gelirin ortalama yüzde 20’lerin üzerinde bir oranının halka karşılıksız dağıtıldığını gördük.
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin bir çıkış yolu var mı? Varsa hangi yöntemler izlenmelidir?
Bu yaklaşım ve politikasızlık ile yok. Zaten her kapitalist ülkede olduğu gibi bizde de gelir dağılımı bir sorun olarak görülmediği için bunu düzeltecek bir ekonomi politikası aracı uygulanmamaktadır. Gelir dağılımının düzelmesinde en önemli yaklaşım aslında çalışanın verimine göre ücret seviyesinin ve gelirinin belirlenmesi ve bu amaçla yapının kurulması gerekir. Aslında verimlilik-ücret dengesi ekonomik krizleri önlemede de bir filtre görevi yapabilir zira yüksek gelir ve tasarruf aynı zamanda kriz anlarında bile talebi devam ettirecek özelliklere sahiptir.