Ekonomist Prof.Dr. Aziz Konukman: “Kronik sorunlar büyüme modelinin sonucu”
Prof.Dr. Aziz Konukman, Türkiye’nin büyüme modelinin kronikleşen sıkıntıların ana nedeni olduğunu belirtiyor. Örnek olarak cari açık, enflasyon ve istihdam sorununu gösteriyor.
Ekonomist Prof.Dr. Aziz Konukman, Türkiye ekonomisinin pandemi sürecine kronikleşen ekonomik krizle girdiğini belirterek, “Ülkenin kronikleşen ekonomik sorunları aslında bir sonuçtur. Bunun gerisinde izlenen dış tasarrufa dayalı büyüme stratejisi var. Yani kendi tasarrufunuza güvenerek büyüyemiyoruz. Bu da sıcak paraya dayalı büyüme anlamına geliyor. Son zamanlarda bu olanak da gitmiş durumda” diyor.
İhracat yapıldığı halde ülke olarak sevinilemediğini kaydeden Konukman, yüzde 65 ithal girdilere bağımlılık nedeniyle kazanılan dövizin önemli bölümünün ithal girdiye harcandığını kaydediyor. Diğer bir sorunun; büyüme stratejisine bağlı olarak gelişen cari açık olduğunun altını çizen Konukman, konuya ilişkin şunları söylüyor: “Cari açık dış kaynak kullandığınız anlamına geliyor, kaçınılmaz bir sorun. Ayrıca ‘cari açık finanse edildiği sürece sorun yok’ ifadesi de çok anlamsız. Açık zaten finanse edildiği için ortaya çıkmış.”
“Maliyet itişli enflasyon başladı”
İthal girdilere bağlı sektörlerde kurdan kaynaklı olarak artışların kaçınılmaz olarak fiyatlara yansıdığını dile getiren Konukman, önemli bir uyarıda bulunuyor: “Kurdaki en ufak bir sıçrama ithal girdileri pahalı hale getiriyor. KOBİ’lerin yakından izlediği bir konu ortalama maliyettir. Çünkü maliyetin üzerine kar marjı eklenerek fiyat oluşturulur. İthal girdilere bağlı sektörlerde fiyat artışları gündeme geliyor; o da maliyet enflasyonu olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de bu süreç başlamıştır (Üretici fiyat artışı TÜFE’nin üzerinde). Ekim ayında TÜFE yıllık enflasyon 11.89 iken yıllık enflasyon Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi (YİÜFE) Ekim’de yüzde 18.20 oldu. Bu ileride gecikme ile TÜFE enflasyona yansıyacaktır. Şu anda Türkiye’de yaşanan maliyet itişli enflasyondur. Önümüzdeki dönem maliyet itişli enflasyonu daha net yaşayacağız. Buradan Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) bir çağrıda bulunuyorum: Girdi-Çıktı Tablosu, en son 2012’de yayımlandı. 2021’e girerken bunun güncellenmesi lazım. Maliyet itişli enflasyon sürecinde bazı sektörlerde ithal girdi bağımlılığı düşük bile olsa kur artışı fırsat bilinerek fiyatlarını artırma durumu söz konusu olabilir. Bunların izlenebilmesi için kur artışlarının sektörel fiyatlara etkisini bu güncelleştirilmiş tablo aracılığıyla kamuoyuna açıklanması gerekir. Sonuçlar yayımlandığında hangi sektörlerde haksız yere fiyat artışının yapıldığı tespit edilmiş olacaktır.”
“İstihdam için komisyon kurulmalı”
Ülkenin kemikleşmiş sorunları arasına yüksek işsizliği ekleyen Konukman, milli gelirdeki yüzde 1’lik artışın aynı zamanda istihdama yüzde 1 etki yapması gerekirken bu oranın (istihdamın milli gelir esnekliği) çok gerisinde kaldığını hatırlatıyor. Konukman, “Böyle olunca da sokaktaki insan büyümeyi hissedemiyor, büyümeyi refah göstergesi olarak yorumlayamıyor. TÜİK verisine göre; ne eğitimde ne istihdamda olanı işsizlik oranı yüzde 30.4’e çıkmış durumda. Bu bir felakettir. Meclisin acil toplanıp istihdam için araştırma komisyonu kurması gerekiyor. Ne oluyor da insanlar hem eğitime hem de istihdama katılmıyor? Bu gençleri pandemide gelir seviyesi daha da düşmüş olan insanlar finanse ediyor. Ayrıca TÜİK’in istihdam konusundaki rakamlarının sorgulanır hale gelmiş olması kabul edilemez. TÜİK’i tartışılan kurum olmaktan çıkarmamız gerekiyor aksi halde sağlıklı yol haritası çizemeyiz” diye konuşuyor.
Ülkede bütçe açığının kontrol edilemediğini ve dolayısıyla çifte açık ile karşı karşıya kalındığını aktaran Konukman, “4749 sayılı Borçlanma Yasası, torba yasa ile devre dışı bırakılıyor. Bu yasanın borç limitiyle ilgili 5. maddesi genel bütçe açığı kadar net borçlanmaya izin veriyor. Ayrıca iki istisna tanıyor. Birinci yüzde 5’lik limit artırımını Maliye Bakanlığı’nın oluruna bakıyor, ikinci yüzde 5’lik borçlanma hakkını Cumhurbaşkanlığı kararına bağlıyor. Bunun ötesinde kanun borçlanmaya izin vermiyor. Ancak gelin görün ki sözünü ettiğimiz torba yasa ile kanun geçici madde eklenerek limit aşılıyor. İstisnalarla birlikte ulaşılan borçlanma limiti iki misli artırılıyor. Bunun adı yasa dışı borçlanmadır. Ayrıca böyle olacaksa bütçe yapmaya gerek yok. Geçici madde ile kanunun özünü oluşturan borçlanma limitlerine istisnaya dayanan madde koyamazsınız. Meclisi bu konuda duyarlı olmaya çağırıyorum” diye uyarıyor.
Net borçlanma limitinin artırılmasının aynı zamanda net iç borç tutarının yükselmesi anlamı taşıdığını aktaran Konukman, merkez bankasının bu durumda politika faizini yükseltmek riskiyle de karşı karşıya kalacağını öngörüyor: “Bu bağ şu şekilde kurulacaktır: net dış borçlanma tutarı azaldığı için net iç borçlanma giderek yükselecektir. Bu ise faizleri yukarı doğru çekecektir.” Konukman, bu durumda özel sektörün fonlama maliyetinin yükselecek olması nedeniyle yatırım yapmaktan uzaklaşacağına, böylece tüm fonları kamunun tüketmek durumunda kalacağına işaret ediyor. Konukman bu yaklaşımın aynı zamanda ekonomi için kırılma anlamına geleceğine değinerek görüşlerini şöyle aktarıyor: “İç borçların faizler üstüne yaratacağı olumsuz durum nedeniyle özel sektörün yatırım yapma şansı sıfıra düşer. Birçok işletme yatırım yapmak yerine iç borç senetleri alma kuyruğuna girecektir.”
“Ak Parti imkansız üçlemenin peşinde”
Ak Parti’nin ekonomi politikasını ‘imkansız üçleme’ şeklinde tanımlayan Aziz Konukman, şu bilgileri veriyor: “Sermaye hareketleri serbest iken faizi para politikası ile belirleyebilirsiniz. Bağımsız para politikası uygulayabilirsiniz. Ama aynı anda sabit döviz kuru takıntısı yaparsanız döviz rezervlerini eritecek kısıtlayamaya gideceğiniz düzenlemeler oluşur. Bunun maliyetini Ağustos’ta görmüştük. Oysa sermaye hareketlerinde serbest ve bağımsız para politikası olursa kurunuz dalgalı olacaktır. Finans piyasasına entegre olunması hedefleniyorsa gereği yerine getirilmeli. Sermaye hareketleri serbest kalacak diyorsa hem kur hem faizi eş anlı belirleme sevdasından vazgeçmeli. Ayrıca Merkez Bankası’nın bağımsızlığı titizlikle korunmalıdır. Çünkü Merkez Bankaları bu sistemde finansal piyasaların taleplerine göre davranmaya kurgulanmıştır. O nedenle her ülkede bu kurumun başına uluslararası finans çevrelerince akredite edilmiş insanlar seçilir.”
“Yeni KİT’ler kurulmalı”
Ekonomist olarak sermaye hareketinin kontrolünden yana olduğunu dile getiren Konukman, kendi görüşünü ise şöyle aktarıyor: “Merkez Bankası’nın bağımsızlığını uygun görmüyorum. Siyasal iktidardan bağımsız Merkez Bankası olmaz. Ama Merkez Bankası, siyasi iktidarın kontrolünde ama araçlarında bağımsız olur. Bunun yolu da planlı ekonomidir. Yerli üretime, yeniden ithal ikameye dayalı sanayi planı yapılmalıdır. Yeni Kamu İktisadi Teşebbüsler (KİT) kurularak kamu öncülüğünde planlama ile sermaye hareketlerinin kontrol edildiği, sabit kurun benimsendiği bağımsız para politikasının izlendiği düzleme geçebiliriz. Böyle bir ortamda hiç kuşkunuz olmasın toplumun üretim, istihdam, geçim kaygılarını dikkate alan bir finansman kuruluşu olacaktır.”
“Destek ve teşvikler yetersiz”
Pandemi sürecinde hayata geçirilen Ekonomik İstikrar Kalkanı programı ve ardından gelen destek ve teşviklerin yeterli olmadığının altını çizen Aziz Konukman, şunları söylüyor: “Sosyal koruma kalkanı çerçevesinde bugüne kadar toplam 41.4 milyar TL teşvik verildi. Milli gelirimizin 2020’de gerçekleşme tahmini 4 trilyon 851 milyar TL idi. Verilen destek tutarı ise 41.4 milyar TL. Milli gelire böldüğümüzde yüzde 0.9 destek sağlanmış. Bu tabloya bakınca kalkan ifadesinin yerinde bir tanım olmadığını görüyoruz. Yurtdışında bu tür desteklere ‘helikopter para’ diyoruz. Ama bizde ise ‘drone para’ denmesi daha uygun. Fakat görüyoruz ki vatandaşa ‘drone para’ verilmek yerine tam tersine IBAN numarası verilerek vatandaştan para toplanmıştır.”