Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Atilla Çifter: “Önlem alınmazsa Arjantin olabiliriz”
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Atilla Çifter, “Fiyat artışından kaynaklı ciddi bir krizle karşı karşıyayız. Reel gelir eriyor ve döviz kuru kontrolden çıktı. Buna ben ‘yüzen’ kriz diyorum. Risk primi ve borçlanma maliyeti açısından kırılgan 5’liden negatif ayrıştık. Önlem alınmazsa Arjantin olabiliriz” dedi.
Atınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Ekonomist Doç. Dr. Atilla Çifter’e göre fiyat artışından kaynaklı olarak ülke ciddi bir krizle karşı karşıya. Reel gelirin eridiğini ve döviz kurunun kontrolden çıktığını aktaran Çifter, “Dolar kurundaki son 1 aylık hareketlilikle Türkiye’nin kredi temerrüt takası (Credit Default Swap/CDS) yani risk birimi 450’ye ulaşarak Kenya’nın üstüne çıktı” dedi. Merkez Bankası’nın faiz indirimi ve üst düzey yöneticilerin görevden alınmasıyla geleceğe yönelik kaygıların arttığını söyleyen Doç.Dr. Atilla Çifter, “Risk primi ve borçlanma maliyetleri açısından Türkiye en kırılgan 5’li olarak tanımlanan ülkeler arasından negatif ayrıştı. Yani Hindistan, Endonezya, Brezilya, Güney Afrika’dan ayrılarak onlardan daha kırılgan hale geldik. Türkiye belirli önlemleri almaz ve kontrolü kaybederse ikinci bir Arjantin olabiliriz” diye konuştu.
2001’de ciddi likitide krizi olduğunu ve risk priminin 800’lerin üstüne çıktığını hatırlatan Çifter, görüşünü şöyle açıkladı: “2001 krizini acı reçete ile atlattık. 2001’i kısmen iyi atlatmamızın bir nedeni de şirketler ve vatandaşların borçlanma düzeyleri düşüktü. Şu anda ise ülkenin gerek vatandaş gerek kurumlarında ciddi borçlanma sorunu var. Şu andaki yapı 2001’den daha kritik. Dolayısıyla acil önlemlerin yer aldığı bir reçeteye ihtiyaç var. Para politikası, maliye politikası ile hukuk ve demokrasi alanında yeni bir hikayeye ihtiyacımız var.”
İnşaat bazlı büyüme modelinin bugünlerin taşlarını döşediğini hatırlatan Çifter, şunları ifade etti: “Mega inşaatlardan vazgeçilmeli. Çünkü ülkemiz sermaye eksikliği olan, kaynakları sınırlı bir ülke. Oysa halen daha inşaat bazlı ilerliyoruz. Kamunun kaynaklarını verimsiz kullandık. Kamu garanti fonlu ihaleler yapıyoruz. Maliye politikalarında geçiş garantili, ödeme garantili ihalelerden vazgeçilmeli. Demokrasi endekslerinde, yoksulluk endekslerinde ve yönetişim alanında sıkıntıdayız. Merkez Bankası ile ilgili gelişmelerde bu sıkıntıları net görebiliyoruz.”
“Merkez Bankası’ndan faiz indirimi gelebilir”
1 Eylül’de dolar kurunun 8.30 olduğunu ve Merkez Bankası’ndan en erken 2022’de faiz indirimi beklediklerini hatırlatan Çifter, “Konjonktürel olarak Merkez Bankası’nın 2021 yılında faiz indirmeden pas geçeceğini öngörüyorduk. Hatta 23 Eylül’de piyasa araştırmasında faiz indirimi öngörüsünü sadece tek bir kurum yapmıştı. Faiz indirimi sürpriz oldu. Faiz kararıyla dolar kuru 9.20’yi geçti. Ülkenin risk primi ise 450 üzerine çıkarken 10 yıllık tahviller yüzde 20’yi geçti. Görevden almaları da gözden geçirirsek 2021 bitmeden başka faiz indirimleri de olabilir.” Faiz indirim kararının erken olduğunun altını çizen Çifter, ikinci bir faiz indiriminde ise döviz kurunun ve enflasyonun raydan çıkabileceğini paylaştı.
“Brüt rezervin yüksekliği swap’lardan kaynaklanıyor”
Bir ekonomist olarak ana muhalefet partisi liderinin Merkez Bankası ziyaretini de ilk kez gördüğünü kaydeden Çifter, görüşlerini şöyle aktardı: “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankası Başkanı’nı ziyaret etmesi politik açıdan değerlendirilmesi gereken bir konu. Ancak görüşmede Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun Para Politikası Kurulu kararından bir hafta önceki açıklamaları faiz kararının ne yönde gidebileceğini göstermesi açısından önemli. Başkan, ‘Merkez Bankası güçlüdür. Rezervlerimiz 125 milyar dolara yaklaşmıştır. Herkesin bu rakamları açıklaması Merkez Bankası’nı daha güçlü kılacaktır. 7 ayda 35 milyar dolara yakın gerçek rezerv artmıştır ve bu ülkemizin gücünü göstermektedir’ dedi. Ama brüt rezervden bahsediliyor. Oysa Merkez Bankası’nın 125 milyar dolar rezervi olsaydı döviz kuru 9.20’ye gelmezdi. Çünkü Merkez Bankamız net rezervde eksi 40 milyar dolar üzerindedir.”
Rezervlerin ülkeler arasındaki swap anlaşmalar nedeniyle yüksek görüldüğünü hatırlatan Çifter, “Swapların amacı yerel para ile ticareti sağlamaktır. Anlaşmalı olduğumuz ülkelere kendi paramızı veriyor karşılığında döviz alıp kasaya koyuyoruz. Ama farklı bir ihtiyaç için swapları kullanmak pek mümkün değil. Türkiye’nin ticaret kompozisyonu uygun değil. Biz Çin’den ürün alıyoruz ve Avrupa’ya satıyoruz, dış ticaret açığımız ülkeler arası eşit değil ve swap anlaşmalarının ticari amaçla kullanımı çok sınırlı” dedi.
“Maliye politikası, para politikası ve hukuktan başlanılmalı”
Uzun süredir Türkiye’nin gündeminde olan ‘Faiz inerse enflasyon iner’ tezinin iktisat teorilerine aykırı olduğunu hatırlatan Çifter, “Faiz oranını enflasyon ve risk primi belirliyor. Merkez Bankası, politika belirlerken uzun vadeli faizleri indirecek şekilde hareket etmelidir. Uzun vadeli faizler yukarı doğru gidiyorsa Merkez Bankası önlem almalıdır. Ülkemize ise Merkez Bankası faiz oranını artıran bir yapıya dönüştü. Demek ki uygulanan politikada hata var” diye konuştu.
Atilla Çifter, Türkiye’nin çıkışı bulabilmesi için üç ana grubu kapsayan bir alanda acı reçete kullanması gerektiğini belirterek, bunların; maliye politikası, para politikası ve hukuk olduğunu paylaştı: “2015’te yüzde 250 risk primi ile çalışıyorduk. Şimdi ise 450 risk primimiz var. Dolar kuru yıl bitmeden yüzde 24 getiri kazanmış. Bunların her birini düşününce yapılması gerekenlerin önemi ön plana çıkıyor. Maliye politikasında; geçiş garantili ihalelerden vazgeçilmeli. Mevcut anlaşmalar da TL’ye çevrilmeli. 2001’den çıkış için acı reçete kullandık. Yeni bir reçeteye ihtiyaç var. Enflasyonu kontrol altına almak, para girişi sağlamak gerekiyor. Yatırım kaçıyor, onu durdurmalıyız. Bu düzenlemeleri Ak Parti de yapabilir, başka parti de yapabilir. Hatta bu reçete sadece ülkemizin sorunu değil. ABD ve AB’nin de sorunu. ABD parasal genişlemeyi 2 katının üstüne çıkardı ve tüketici enflasyonu yüzde 5’in üzerinde. Demek ki aynı problem orada da var. Ama biz ülke olarak krizimizin üstüne krizler ekledik. Örneğin; enflasyon krizinin üstüne Merkez Bankası’nın bağımsızlığı krizini ekledik.”
Atilla Çifter, üretici fiyat endeksinin yüzde 40’ın üzerinde, tüketici fiyat endeksinin ise yüzde 20’nin altında olduğunu ve bu farkın bir şekilde tüketiciye yansıtılacağını öngördü: “Enflasyon devam edecek. Döviz kurunun enflasyona etkisi kaçınılmaz. Mazotta ÖTV kalmadı. Devlet artık ya destek verecek ya da döviz kuru üzerinden akaryakıt fiyatları artacak.”
“Yüzen’ krizle karşı karşıyayız”
Ekonomist Atilla Çifter’e göre fiyat artışından kaynaklı olarak ülke ciddi bir krizle karşı karşıya. Reel gelirin eridiğini ve döviz kurunun kontrolden çıkmakta olduğunu hatırlatan Çifter, 2001’den farklı olarak ‘yüzen’ bir krizle karşı karşıya kalındığını açıkladı. Krizi hükümet de biliyor, vatandaş da. Mevcut yaşanılan krizin 2001’den farkı; krediler yüzüyor, öteleme yapıyoruz. Yani yüzen bir krizle karşı karşıyayız. Borçlanma maliyeti, döviz kuru, enflasyon, faiz oranı ve işsizlikte iyiye gidiş yok. Türkiye’de işsizlik düşüyor ama bir yılda 720 bin kişi istihdam piyasasından çıkıyor.”
Mevcut görüntüde 2023’ün dahi kurtarılamayacağını paylaşan Çifter, “Dünya parasal daralmaya geçecek. Bizden de para çıkışı olacak. Çünkü gelişmiş ülkelerde yüksek enflasyon riski var. Şimdiden bazı sorunları çözmeliyiz ki 2022 ve 2023’ü daha hafif ortamda geçirelim” dedi. Ülkede yönetimin ciddi mega inşaat bağımlılığı olduğunu savunan Çifter, “Çanakkale Köprüsü kendini karşılamayacak. Bunun gibi birçok proje hayat geçirildi. Mega inşaat bağımlığı ile kıt kaynakları betona yatırdık. Oysa bu tür projeler zenginleşen, refah seviyesi artan ülkelerde yapılır. Bizim kaynakları uzun vadeli istihdam sağlayacak üretim yatırımlarına harcamamız gerekir” diye konuştu.