Ekonomik iyimserlik
Türkiye ekonomisinin 2017 yılı performansına topluca baktığımızda belli bir toparlanma ivmesinin yakalandığını görüyoruz. Olumlu ve hepimizi umutlandıran gelişmelerden biri ihracatta gerçekleşti.
İhracatın 2017 yılı boyunca seyri, tarihi rekor olan 157 milyar doları bu yıl aşabileceğini gösterdi.
İyileşme ihracatın miktarından ibaret değil; yapısında da iyileşme gözleniyor; orta ve orta yüksek teknolojili ürün ihracatının genel ihracatımız içindeki payının artmakta olduğu görünür hale geliyor.
2017 yılı ekonomik perfonsımızın göstergelerinden biri de büyüme oldu. Büyüme yılın ilk yarısında öngörüleni aştı ve yüzde 5.2 seviyesine ulaştı. Yıl sonu ekonomik büyüme gerçekleşmesi yüzde 6-7 civarında tahmin ediliyor. Biz bundan, Çin ve Hindistan’ın ekonomik büyümesi ile kıyaslanacak bir başarının yakalanmasının mümkün olacağını anlıyoruz. Ayrıca Türkiye ekonomisinin büyüme dinamiklerinde de iyileşme olduğunu da kaydetmeliyiz. Çünkü TÜİK verileri 2017’nin ilk üç çeyreğinde sanayi sektörü yüzde 5.3 büyürken İnşaat sektöründeki büyümenin yüzde 3.7 seviyesinde olduğunu gösterdi. Şu da var: Ekonomik büyüme son bir yılda 1.4 milyon istihdam yaratmayı da başardı.
Diyebiliriz ki ekonomik büyümede öngörülenden daha yüksek bir başarı sağlanması, iç pazarda tüketimin cömertçe desteklenmesinden kaynaklandı. Evet, bu doğrudur, 2017 yılında kamu faiz desteği ve KGF kefaleti sayesinde bankacılık sistemi piyasaya yüz milyarlarca lira kredi sağladı.
Bir boyutuyla aynı politika, dış pazar daralması yaşandığı 2009 yılında da uygulanmış, kitlesel iflasların ve istihdam daralmasının önüne bu sayede geçilmişti. Parasal genişleme ve açık bütçe politikaları ABD ve AB ekonomilerinde de uygulanmaktadır. Unutmayalım, Türkiye ekonomisinin en büyük rekabetçi kozu iç pazarıdır ve gerektiği zamanlarda desteklenmesi zaruridir. Bu politika aynı zamanda üretime de destektir ve ‘çaresizliğin çaresi’ olarak görülmesi haksızlık olur.
Türkiye ekonomisi için 2017 yılında zayıf kaldığını söyleyebileceğimiz alanlardan biri yatırımlardır. Yatırımlara sağlanan devlet teşvik ve desteklerinde önemli yeniliklere gidildi ve destek yelpazesi genişletildi. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölge illerine yapılacak yatırımlara, neredeyse proje maliyetinin yüzde yüzüne varan destek düzenlemeleri yapıldı. Bunların yatırımcı sektörü harekete geçiren etkileri görüldü. Teşvik belgeleri alındı; OSB’lerde arsa tahsisleri arttı ama yatırımlarda ‘fiili’ aşamaya geçiş zayıf kaldı. Bu durum yaklaşık olarak diğer coğrafi bölgeler için de geçerli.
Yatırımcıyı ‘ertelemeye’ veya ‘beklemeye’ iten nedenlere gelince, bunların ekonomiden çok siyaset ve hukuk alanı ile ilgili olduklarını görüyoruz.
Başbakan sayın Binali Yıldırım yatırım vurgusunu 2018 yılına kaydırıyor. Yatırımların hızlanması bağlamında 2018 yılına ‘yeni bir başlangıç’ diye bakılıyor olmalı ki 2017 yılı sonunda vadesi bitecek birçok yatırım ve istihdam desteği kaleminde süre uzatımına gidileceği söyleniyor. O halde biz, 2018 yılına iyimser olarak girebiliriz.
Bir de şu var: Geçmiş üç yılda Türkiye ekonomisine büyük zarar vermiş Rusya ve Suriye krizlerinden çıkıyoruz. Türkiye-Rusya ilişkilerinde 2017 yılı içinde kriz öncesine dönüldü; bunun turizm ve tarım sektörlerine olumlu yansımalarını görmeye başladık. Suriye krizinde ise sona gelindiğini bizzat krizin aktörlerinden duyuyoruz. Bu iki dış etkinin Türkiye ekonomisi üzerinde yarattığı olumsuz basıncın nasıl kötü sonuçlar yarattığını hatırlarsak, bu basıncın ortadan kalkmasının Türkiye ekonomisine ne gibi yeni imkanlar ve fırsatlar sunacağını az çok tahmin edebiliriz.