31.03.2017, 09:00
18895
Ekonomide temel sorunumuz
Bir konuştuğumuz ekonomi var, bir de yaşadığımız ekonomi.
Konuştuğumuz ekonomi kötümserlik, yaşadığımız ekonomi iyimserlik yaratıyor.
Gerçekçi olan, yaşadığımız ekonomidir, konuştuğumuz havada kalmaktadır. Bu değerlendirmemi, gerçek verilere oturtayım.
Türkiye’de piyasa “dokunmatik” önlemlerle canlanabiliyor.
Tüketici ve üretici bileşik endeksi Şubat 2017 verileri aylık değişim bazında şöyle: Hizmet sektörü güven endeksi yüzde 6.1 artarak 92.9 oldu. Perakende ticaret sektörü güven endeksi yüzde 2.1 artarak 97.9 oldu. İnşaat sektörü güven endeksi yüzde 2.1 oranında artarak 76.4 oldu.
Bu sektörel iyileşmeler gelecek üç aylık dönemde talebin artacağı beklentisini de içeriyor.
Ve iyileşme, Hükümet’in piyasaya yüzeysel dokunuşları sayesinde elde ediliyor. Bu demektir ki ekonominin derinliğinde işler görece iyi gidiyor; oraya da bakalım:
Durgunluğun sebebi, 2016 yılında, Türkiye’ye dönük yabancı sermaye akımlarında yavaşlama yaşanmasıydı. Türkiye’nin kredi puanının düşürülmesinin uluslararası finans çevrelerini caydırmasıydı.
Trump’ın başkan seçilmesinin tüm gelişmekte olan ekonomilerden sermaye çıkışlarına yol açmasıydı.
Türkiye’de 2016’nın ikinci yarısında yabancı sermaye girişlerinin bir yıl öncesine göre üçte iki oranında düşmüş olmasıydı.
Buradan bir kriz çıkması bekleniyordu, ama çıkmadı. TL değer yitirince, ucuzlayan finansal varlıklar Şubat 2017’de spekülatif talep görmeye başladı. Bu talep Mart ayında da sürdü.
Ayrıca Trump’ın gelişiyle ABD borsası coştuğu için FED’in Mart 2017 kararı gelişmekte olan ekonomilerde tansiyonu düşürdü. Gelişmekte olan ülke ekonomilerine dönük finansal akımlarda genel bir canlanma yaşandı.
Türkiye ekonomisinin bir başka silahı daha var ve hükümetler gerektiğinde bu silahı kullanmasını biliyorlar. Buna, “kimliksiz döviz girişi” diyebiliriz. Bu kaynak ile KOBİ’lere, inşaatçılara ve istihdama dönük genişletici para ve maliye politikaları izlemek kolaylaşıyor.
Bir diğer endişe konusu da TL’deki değer aşınmasının borç külfetini artıracağı beklentisiydi. Yaşanan tablo şöyledir:
Resmi verilere göre 2015-2016 toplamında dış borçlar artmış fakat bileşimi düzelmiş, kısa vadeli borçların payı düşürülmüştür. 2014 sonu ile Eylül 2016 arasında dış borç 15 milyar dolar artarak 402 milyar dolardan 417 milyara çıkmıştır. Fakat yine bu dönemde uzun vadeli borçlar 270 milyar dolardan 313 milyara yükselirken kısa vadeli borç 132 milyar dolardan 103 milyar dolara inmiştir.
Özel sektörün aldığı kısa vadeli krediler de son yedi ayda 72 milyar dolardan 66 milyar dolara azalmıştır. Demek ki önümüzdeki dönem için gerçekçi iyimserlik, lafta karamsarlıktan daha iyidir.
Türkiye ekonomisinin bizlerden çözüm bekleyen temel sorunu ise yeterince istihdam yaratmayan büyüme biçimidir. Bunun için ihtiyaç duyduğumuz yapısal reformları hızla gerçekleştirerek yüksek katmadeğerli üretim yatırımına odaklanmalıyız.
Konuştuğumuz ekonomi kötümserlik, yaşadığımız ekonomi iyimserlik yaratıyor.
Gerçekçi olan, yaşadığımız ekonomidir, konuştuğumuz havada kalmaktadır. Bu değerlendirmemi, gerçek verilere oturtayım.
Türkiye’de piyasa “dokunmatik” önlemlerle canlanabiliyor.
Tüketici ve üretici bileşik endeksi Şubat 2017 verileri aylık değişim bazında şöyle: Hizmet sektörü güven endeksi yüzde 6.1 artarak 92.9 oldu. Perakende ticaret sektörü güven endeksi yüzde 2.1 artarak 97.9 oldu. İnşaat sektörü güven endeksi yüzde 2.1 oranında artarak 76.4 oldu.
Bu sektörel iyileşmeler gelecek üç aylık dönemde talebin artacağı beklentisini de içeriyor.
Ve iyileşme, Hükümet’in piyasaya yüzeysel dokunuşları sayesinde elde ediliyor. Bu demektir ki ekonominin derinliğinde işler görece iyi gidiyor; oraya da bakalım:
Durgunluğun sebebi, 2016 yılında, Türkiye’ye dönük yabancı sermaye akımlarında yavaşlama yaşanmasıydı. Türkiye’nin kredi puanının düşürülmesinin uluslararası finans çevrelerini caydırmasıydı.
Trump’ın başkan seçilmesinin tüm gelişmekte olan ekonomilerden sermaye çıkışlarına yol açmasıydı.
Türkiye’de 2016’nın ikinci yarısında yabancı sermaye girişlerinin bir yıl öncesine göre üçte iki oranında düşmüş olmasıydı.
Buradan bir kriz çıkması bekleniyordu, ama çıkmadı. TL değer yitirince, ucuzlayan finansal varlıklar Şubat 2017’de spekülatif talep görmeye başladı. Bu talep Mart ayında da sürdü.
Ayrıca Trump’ın gelişiyle ABD borsası coştuğu için FED’in Mart 2017 kararı gelişmekte olan ekonomilerde tansiyonu düşürdü. Gelişmekte olan ülke ekonomilerine dönük finansal akımlarda genel bir canlanma yaşandı.
Türkiye ekonomisinin bir başka silahı daha var ve hükümetler gerektiğinde bu silahı kullanmasını biliyorlar. Buna, “kimliksiz döviz girişi” diyebiliriz. Bu kaynak ile KOBİ’lere, inşaatçılara ve istihdama dönük genişletici para ve maliye politikaları izlemek kolaylaşıyor.
Bir diğer endişe konusu da TL’deki değer aşınmasının borç külfetini artıracağı beklentisiydi. Yaşanan tablo şöyledir:
Resmi verilere göre 2015-2016 toplamında dış borçlar artmış fakat bileşimi düzelmiş, kısa vadeli borçların payı düşürülmüştür. 2014 sonu ile Eylül 2016 arasında dış borç 15 milyar dolar artarak 402 milyar dolardan 417 milyara çıkmıştır. Fakat yine bu dönemde uzun vadeli borçlar 270 milyar dolardan 313 milyara yükselirken kısa vadeli borç 132 milyar dolardan 103 milyar dolara inmiştir.
Özel sektörün aldığı kısa vadeli krediler de son yedi ayda 72 milyar dolardan 66 milyar dolara azalmıştır. Demek ki önümüzdeki dönem için gerçekçi iyimserlik, lafta karamsarlıktan daha iyidir.
Türkiye ekonomisinin bizlerden çözüm bekleyen temel sorunu ise yeterince istihdam yaratmayan büyüme biçimidir. Bunun için ihtiyaç duyduğumuz yapısal reformları hızla gerçekleştirerek yüksek katmadeğerli üretim yatırımına odaklanmalıyız.