Türkiye’nin  ekonomik gelişme ve istikrarı açısından yeni bir döneme geçmek zorunda  olduğumuz 2013 yılında farkedilmişti. Bu nedenle geçici ve daraltıcı  bazı önlemlere başvurulmuştu. Geçici önlemler sorunu çözmedi, çözemezdi  de zaten. Kasım 2014’e geldiğimizde imalat sanayisinden gelen olumsuz  sinyallere dikkat çeken Başbakan Ahmet Davutoğlu şunları söyledi: “Eğer  reel sektör dinamizm içinde değilse yani üretmiyorsa ekonomi, finans  sektörü ve diğer alanlara dayalı sektörler ekonomiyi bir balon gibi  büyütür ve bir çok ekonomik krizde ortaya çıkan tabloyu bir anda  önümüzde buluruz.”
Başbakan’ın bu sözleri bir kriz ihtimaline dikkat çekiyor, “Türkiye  ekonomisi gittiği gibi gidemez artık” diyordu. Başbakan Davutoğlu’nun şu  tespiti ise bize; uzun zamandır ancak borçlanarak unuttuğumuz,  ülkemizin kadim bir gerçeğini yeniden hatırlatmaktaydı: “Türk ekonomisi  hazır bir doğal kaynağa dayanmıyor, yani Körfez ülkeleri, Rusya gibi,  doğalgaz fışkırıyor ve siz bunu kullanıyor değilsiniz. Ayrıca geçmişteki  sömürge geçmişi dolayısıyla birikmiş güçlü şirketlere dayalı sermaye  terakümüne de dayanmıyor. Bu durumdaki ülkelerin geldiği birikim bizde  yok.”
Nitekim  Hükümet; ekonomide yeni bir döneme geçme fikrini ortaya koyduktan sonra  Aralık-Ocak aylarında açıkladığı 25 adet Öncelikli Dönüşüm Programı ile  siyasi iradesini de ortaya koydu. Bugün bu noktadayız.
Hakikaten Türkiye yeni bir ekonomik devrin kapısını açmadan sorunlarını  çözemezdi. Öncelikli Dönüşüm Programları ile üretim ekonomisi yeniden  öne çıkarılmış oluyor. İçinde olduğumuz kısır döngüyü kırmanın başka  yolu yok. Üretim artmazsa yeni yatırımlara da gerek olmaz. Mevcut  makineler iş yapamazken yeni kapasite de yaratılamaz. Türkiye ancak  üreterek tüketen bir ülke haline geldiği zaman borçtan ve bıçak sırtı  kırılgan istikrardan kurtulacak, sürdürülebilir bir ekonomik istikrarı  kazanacaktır.
Altını artık kalınca çizmekten kaçınamayız; milli gelirimiz içinde  imalat sanayisinin payı düşüyordu. Türkiye ekonomisinde toplam net  satışta imalatın payı 2006 yılında  yüzde 27.0 iken bu pay 2013’te yüzde  24.8’e kadar gerilemişti.  Toplam harcamada imalat sanayisinin  finansmanı 2004 yılında yüzde 38.9 iken; 2014 yılında bu oran yüzde 21'e  kadar düşmüştü. Bir anlamda, ‘Orta Gelir’e razı olan ve gelişme  dinamikleri giderek hantallaşan bir Türkiye  fotoğrafı oluşuyordu.
“Üretime dönüş” Türkiye’de asla bir ‘modelde geriye dönüş’ü anlatmaz,  çünkü amaçladığımız, ileri teknolojilerle yapılan bir üretimdir.  Bugün  ürettiğimizin yüzde 70’i düşük teknolojiyledir. Bu oranı ilk hamlede  yüzde 50’ye düşürmek gibi bir hedefimiz olmalıdır.
“Üretime dönmek” derken niyet beyanında bulunmuyor, dönüştürücü ve zorlu  süreçlerden sözediyoruz. “Üretime dönmek” derken ayrıca gözümüzü ve  yüzümüzü; hala ağırlıklı olarak geleneksel kalıplar içinde üretim  yaparak kendini tekrar eden 300 bin adet imalatçı KOBİ’ye döndürelim  demiş oluyoruz.
Dönüşüm Programları’nın KOBİ’ler açısından ne ifade ettiğini 12-13  Mart’ta İstanbul’da XI. KOBİ Zirvesi’nde ayrıntılı olarak ele alacak ve  uygulamaya ışık tutacak bir yol haritası çıkaracağız.
Ayrıca, Nisan ayında gerçekleştireceğimiz Avrasya Ekonomi Zirvesi ile de  Türk KOBİ’lerine, Avrasya ülke pazarlarındaki fırsatları, bizzat bu  ülkelerin devlet ve hükümet temsilcileri sayesinde aktarmış olacağız.
KOBİ’lerimiz zaten ileri teknoloji yoluna girdiler. Bize düşen, desteklerle onların güçlerini arttırmak olacaktır.