Doğru Kızabilmek...
Adı sanı iyi bilinen bir süper markette (büyük pazar) sabah alışverişi yaparken bir kadın beğenmediği sebze ve meyveler için markette çalışan ve reyonu düzen orta yaşlı bir çalışana, “ Kardeşim koskoca Bağdat Caddesi’nde sebzelere bak. Neden daha iyisini getirmiyorsunuz, ayıp olmuyor mu? Bu kaçıncı böyle. Siz ne iş yaparsınız?” sözleriyle serzenişte bulundu. Zavallı adam ne olduğunu anlamadı, bir süre öyle sessizce kadını dinledi ve sonra “Bana değil müdüre şikâyet edin” dedi.
Kadın, “Müdüre de şikâyet ettim ama hala bir değişim yok” dedi. Ben de dayanamadım, “Hanımefendi, o burada çalışan bir gariban, fazla yetkisi de yok, bence şikâyetinizi yetkiliye etseniz daha doğru olmaz mı?” dedim. “Kaç kere yaptım” dedi kadın ama “Hâlâ hep aynı” dedi.
Ben de o zaman, “Ya almayın veya başka bir yerden alışverişinizi yapabilirsiniz” dedim doğal olarak.
Başka bir hanımefendi ise sessizce olanlara tanık oluyordu sebzeleri seçerken. Kadın markete girince “Bağırması hata, o adam ne yapabilir ki?” dedi. Ben de “Haklısınız ama galiba o kadar bunalmış ki artık birine çatacak yer arıyordu, galiba” dedim. Onayladı ve ben de alışverişimi yapıp çıktım marketten.
Hani bir deyiş vardır ya; teşbihte hata olmaz, “Aptal hırsız derdini mübaşire anlatırmış” diye. İşte bazan bu duruma girebiliyor insan yaşadığı kaygı, endişe ve gerilim sonunda. Çatacak, derdinizi anlatacak; dinlemese bile konuşacak birilerini arıyor doğal olarak. Bahane hazır; olmasa bile bahane yaratarak bir şekilde rahatlamayı seçiyor insan.
Bu çatışmalar zaman zaman kişiye başka sorunlar çıkarsa da yine de yapıyor. Belki kadınlara daha hoşgörülü davranılıyor toplumda ama bu esneklik erkekler için geçerli değil. Bu çatışmalar erkeklerin kendini bir kavga içinde bulmasına neden olabiliyor.
Yine de nerede yaşarsak yaşayalım duygularımızı doğru yönetme becerisi kazanmak zorundayız bir ölçüde. Zaten duygusal zekâ denen kavramın temeli de bu. Önce kendi duygularını anlamak, sonra bunları doğru yönetmekle başlıyor.
“Kendini yöneten dünyayı yönetir” derken Plato gerçekleri dile getiriyordu. İnsan zaten kendini yönetme becerisine sahip; kendi dışında hiçbir şey yönetemez. Yönetmeye kalktığında ise hayal kırıklığından başka bir şey yaşayamaz.
Kolay da değildir kendini yönetebilmek. “Haklı olmak” tuzağına düşen ve olaylara mantıktan yoksun bir hissiyatla bakan insanın duygusal çöküntülere düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Hele bir de yanlış anlamalar, alınganlıklar veya kibir, benmerkezcilik girerse işler arapsaçına dönebiliyor.
Eş duyum yani duygudaşlık yapabilme ise kendini yönetmenin sonrasında gerçekleşebilir. Kendisini anlamak ve yönetmekten yoksun kişiler başkalarının duygularını anlamaktan oldukça uzaktır ve buna tenezzül bile etmezler çünkü beyninin merkezlerinde sadece kendileri vardır.
Önderlik etmeyi saymıyorum bile. Zira kendini aşabilen insanlara has bir özelliktir ve bunun için de belirli bir olgunluğa, yaşanmışlığa, güngörmüşlüğe ve birikime sahip olmak gerekir. Sokrates, “Herkes kızabilir ama doğru kişiye, doğru nedenle ve doğru biçimde kızabilmek, işte bu kolay değildir” derken aslında söylemek istediklerimizi kaç asır önce söyleyerek bizleri uyarmayı ihmal etmemiş…