“Sanayide Yüksek Teknolojiye Dayalı, Katmadeğerli Milli ve Yerli Üretim”dir
Ekonomide gelirin kaynağı üretimdir.
Üretim, gelir ve istihdam yaratır.
Üretim artmadan tüketimin devamlı artması imkânsızdır.
Tüketime dayalı büyüme aldatıcıdır.
İnşaat sektörü önemli, desteklenmeli ancak ekonomik kalkınmanın, büyümenin lokomotif sektörü olamaz.
İmalat sanayinde katmadeğerli yüksek yoğun teknolojiye dayalı ‘Milli ve Yerli Üretim’ politikalarını uygulamaya koymadan, cari açığın azaltılması söz konusu olamaz.
Türkiye’de sanayi üretiminin yerli, teknoloji yoğun ve özellikle de yüksek teknolojinin yoğun olarak kullanıldığı üretimin şart olduğunu her fırsatta dillendirmeye çalışan biri olarak yerli ve milli üretimi yıllardır savunuyorum ve savunmaya devam edeceğim.
Düşünün, yıllar öncesi büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, askeri zaferin ekonomide alınacak kararlarla bağımsızlığın temel koşulunun ‘Milli ve Yerli Üretim Modeli’nin uygulanmasıyla gerçekleşeceğine inanmışlar.
Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1923 yılı 17 Şubat-4 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilen ‘Misak-i İktisadi”: “Sanayide öncelikli olarak hammadde bakımından yurtiçinde üretim yapılabilen alanlara yönelinerek fabrikalaşma ve sanayide millileşme teşvik edilmelidir” ilkesini içeren bir dizi kararlar alınmış, 1927 yılında ise sanayi grubu için büyük önem arz eden, Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılmıştı.
Gerek 15 Temmuz darbe girişimi sonrası hain Fetö terör örgütünün girişimi gerekse Zeytindalı harekatı ile meşru haklarımızı korumak istediğimizde yıllarca dost ve müttefik gördüğümüz ülkelerin uygulamaya kalkıştıkları ekonomik ambargo sonrası Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında milli ve yerli üretime ilişkin alınan kararlar ve uygulamaların doğruluğu günümüzde bir kez daha gündeme gelmiştir.
Gerek hükümetimiz gerekse toplumun her kesimi, ambargoya, tehditlere ‘hayır’ diyebilmenin yollarından biri de sanayide, “Yerli ve Milli Üretim” politikalarının bir bütün olarak uygulanması konusunda en geniş bir biçimde mutabakat sağlamışlardır.
Yoğunluklu yüksek teknolojiye dayalı “Yerli ve Milli Üretim”i savunmayı benimseyen bir kişi olarak Hükümetimiz’in bugüne kadar bu alanda aldığı tüm kararları desteklediğimi bir kez daha vurgulamak isterim.
Güncel verilere baktığımızda ihracatımızın yüzde 94’ünü imalat sanayi ürünleri oluşturuyor.
Teknoloji yoğunluğuna göre dış ticaret verileri, ISIC Rev.3 sınıflaması içinde yer alan imalat sanayi ürünlerini kapsamaktadır. Haziran ayında ISIC Rev.3’e göre imalat sanayi ürünlerinin toplam ihracattaki payı yüzde 94.3’tür. Yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı yüzde 3.2, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise yüzde 37.6’dır.
Bu verilere baktığımızda çıkan sonuç ise düşük teknolojili ürünler ile sanayileştiğimiz.
Türkiye’de imalatın ortalama yüzde 70’ini ithal ettiğimiz ‘ara malı’ oluşturuyor.
Cari işlemler dengesini üretimin bu yapısı bozuyor.
Üretimde kullandığımız bu yarı mamul girdileri yurt içindeki üretici firmalardan karşılarsak, üretilen katmadeğer Türkiye’de kalacak.
Ayrıca bunu başaran firmalarımız, ürettikleri bu ürünler bazında küresel rekabet gücüne kavuşmuş olacak.
Üretimi ve ihracatı artırmadan ne enflasyonu ne dövizi kontrol altına alamayız.
Bir başka sorunumuz da potansiyelimizi, değerlerimizi yeterince enerjiye dönüştüremiyoruz.
Örneğin; Oysa bugün 129’u devlet, 206 üniversitemiz var.
OSB sayısı 309’a ulaştı.
2001 yılında yürürlüğe giren yasal düzenlemeyle kurulmaya başlanan teknoloji geliştirme bölgelerinin sayısı 81, Ar-Ge çalışmalarını yürüten firmaların sayısı 4 bin 852’ye ulaşmış.
Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nde yer alan firmalarda 39 bin 263’ü Ar-Ge personeli olmak üzere toplam 48 bin 162 kişi istihdam edilmektedir.
Yürütülen toplam Ar-Ge proje sayısı Haziran 2018 itibariyle 37 bin 333 adet.
Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nde toplam 277 adet yabancı / yabancı ortaklı firma yer almaktadır. Bölgelerde faaliyet gösteren firmalar tarafından tescil ettirilen patent sayısı (Ulusal / Uluslararası) 1.001’dir.
Ar-Ge Merkezi sayısı 931’e ulaştı.
Teknoloji Transfer Ofisleri (TTO) sayısı ise 49.
Bunları ülkemiz ekonomisinde sanayisinde önemli potansiyel ve olumlu gelişmeler olarak görmekle birlikte, verilerden de görüleceği gibi bu potansiyelin Ar-Ge ve inovasyona dayalı katmadeğerli ürünlerin ihracatlarında katkılarının yetersiz olduğu görülmekte.
Cumhurbaşkanlığı 100 Günlük İcraat Programı’nın Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı kapsamında hayata geçirilecek projeler ve Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın açıkladığı “Destek ve önlem paketi”nin uygulamaya konulmasıyla olumlu sonuçlar alınmasını diliyorum.
Sonuç olarak, ekonomide yaşanılan krizden çıkışın en önemli yolunun “Sanayide yüksek teknolojiye dayalı katmadeğerli Milli ve Yerli Üretim” olduğuna inanmak ve gereklerini yerine getirmekten geçtiğini unutmamamız gerekiyor.
Krizden Çıkış Yolu
Paylaş