XI.KOBİ Zirvesi; Türkiye’nin Orta Gelir Tuzağı’ndan kurtulabilmesi için herkesi, odağında sanayileşme olan yüksek katma-değerli, sürdürülebilir bir üretim ekonomisi için kolları sıvamaya çağırıyordu. Siyaset kurumu bu ve benzeri çağrıların önemini teslim etmiş olmalı ki, 7 Haziran seçimi öncesinde bütün partiler, aralarında bir mutabakat varmışçasına beyannamelerinde, üretime dayalı yeni bir kalkınma modelini savundular ve seçmen nezdinde kendilerini bağladılar.
Demek ki Türkiye Haziran 2015’ten itibaren üretim ekonomisine geçmenin sorunlarını ve çözümlerini konuşmaya başlayacak. Bu aynı zamanda; yeni bir kalkınma modeli arayışı olacak. Üretime dayalı yeni bir kalkınma modelinin inşası, şüphesiz radikal dönüşüm programlarını da gerektiriyor. Bu nedenle neyi nasıl dönüştürmemiz gerektiği de önem kazanacak.
Bu soruların en doğru cevabını “üretenler” verebilir. Biz de Haziran sayımızın kapak konusu için üretenlere yöneldik. İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan, OSBÜK Başkanı Cahit Nakıboğlu ve OSBDER Başkanı Vahit Yıldırım’dan aldığımız görüşlerle kapak dosyamızı oluşturduk.
Artık söz söyleme aşaması geçildi, uygulama aşamasına gelindi. Üretenlere şans diliyoruz.
İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan sorularımıza aşağıdaki cevapları verdi:
Bütünsel kalkınma
Türkiye’nin yeni bir kalkınma
Erdal Bahçıvan: Türkiye’nin önümüzdeki dönemde kalkınmasını sürdürebilmesi ancak ekonomik gelişmişlik, sosyal gelişmişlik, insani gelişmişlik, sürdürülebilirlik ve yönetişim unsurlarının aynı anda ve birbirleriyle uyumlu olarak gelişmesi halinde sağlanabilir.
Önerdiğimiz bütünsel kalkınma modelinde havacılık ve uzay sektörü, gıda, sağlık, ulaştırma ve mobil tabanlı sektörler, yenilenebilir enerji, temiz ve sürdürülebilir üretimi de bu teknolojiler ile buluşturmak, rekabet gücümüzü artıracaktır. Bilişim ve iletişim teknolojilerinde, dijital ekonomide, internet ve sosyal medya vasıtasıyla yaratacağımız değer, ekonominin ötesinde hayatın tüm alanlarında kolaylaştırıcı, etkinlik ve verimlilik artırıcı bir rol oynayacaktır. Ayrıca yeşil ekonomide yapacağımız inovasyon ile rekabet gücümüzün artması önümüze yeni olanaklar açacaktır.
Tüm bunları ancak nitelikli bir insan kaynağı ile gerçekleştirebiliriz. Bunun için bilgi, yetenek ve yenilikçi girişim seviyesinin yanısıra her türlü özgürlük ve hoşgörü seviyesini yükseltmemiz gerekiyor. Tabi burada eğitime ayrıca eğilmemiz gerekir. 21. yüzyılı kazanabilmemiz için eğitim sistemimiz kapsayıcı, çoğulcu, nitelikli ve eşitlikçi bakış açısına sahip olmalıdır. Eğitimde eşit olanaklar sağlanması, varlıklı ya da yoksul olsun tüm toplumun yaşam kalitesini tahrip eden sosyal eşitsizliğe karşı en etkili çaredir. Üniversitelerin özerkleştirilmesi ve akademik farklılaşma ve uzmanlaşma konularında ilerleme sağlamalıyız. Eğitimcilerimizin çağın gerekliliklerine göre eğitilmesi de bu tabloyu tamamlayıcı bir unsur olacaktır.
Ya büyüme ya cari açık
Önerdiğiniz bütünsel
Erdal Bahçıvan: Türkiye’de sanayinin son yıllarda geri planda kaldığı bir gerçek. Sanayinin milli gelir içindeki payı yüzde 15’lere kadar geriledi. 2009 yılına kadar dünyadaki ucuz sıcak paranın yardımıyla büyümüştük. Ancak bugün geldiğimiz noktada cari açık ile büyüme arasında bir tercih yapmaya zorlanıyoruz. 2014’ün cari açık rakamı son yılların en iyi rakamı olarak gerçekleşti. Ancak büyüme yüzde 3’ün altında seyretti. Buna karşın sanayinin ve üretimin sürdürülebilir büyümede önemi konusunun karar alma mekanizmasında yer alan kişilerce fark edildiğini görüyoruz. Bu umut verici bir gelişme. Hükümetimiz’ce açıklanan yeni teşvik paketinin sanayicinin sorunlarının ciddiye alındığı ve reel büyümenin öneminin farkına varıldığını gösteriyor.
Öte yandan İstanbul sanayisi de Türkiye’nin sanayisinde ve genel olarak Türkiye ekonomisinde oldukça önemli bir yere sahip. Türkiye’de sanayi sektöründe yaratılan her 100 birimlik katmadeğerin 27’si sadece İstanbul’da yaratılıyor. İstanbul’un ihracatının da hemen hemen tamamı sanayi mamullerinden oluşuyor.
Bir süre önce İstanbullu sanayicilerimizin rekabet gücünü artıracak görüş, önlem ve çözüm önerilerini içeren “İstanbul Sanayi Strateji Belgesi”ni açıkladık. İstanbul’u yüksek rekabetçi bir şehir seviyesine ve 2023 ihracat hedeflerine ulaştırmak için yapılması gereken adımları 18 başlık altında 46 strateji ve 85 eylem planında belirttik.
İstanbul Sanayi Strateji Belgesi’ne göre, İstanbul sanayisinde coğrafi konum, sanayi girişimcilerinin varlığı, 50 üniversite, tedarik zincirinin gelişmişliği, dış ve iç pazar, tüketicinin bilinç seviyesi, coğrafi yoğunlaşma, firmaların üretim yapıları, yabancı sermayeli firmaların varlığı bizim avantajlı olduğumuz konular olarak öne çıktı. Sanayi yerleşimi, üniversite-sanayi işbirliği, mezunların sanayiye yönelmesi, Ar-Ge, hammadde ve yarı mamul tedariki, lojistik altyapı, finansa erişim, teşvikler, yerel yönetimler, markalaşma, firmaların kurumsallaşma seviyeleri konuları ise sanayi olarak geliştirmemiz gereken alanlar.
Yeni bir hikaye
Önerdiğiniz kalkınma
Erdal Bahçıvan: Türkiye’nin ekonomi alanında yeni bir hikaye yazması gerektiğini her fırsatta dile getiriyoruz. Bu yeni ekonomik hikaye ileri teknolojiyi, katmadeğeri yüksek ürünlere dayalı üretimi esas alıyor. Dolayısıyla üretim ve sanayi odaklı bir yaklaşım doğal olarak yerli üreticinin ve yerli üretimin öne çıkarılmasını zorunlu kılıyor. Yerli üretimi vurgulamamızdaki temel nokta katmadeğeri yüksek ürünlere yönelerek küresel ekonomide rekabet gücümüzü artırmaktır. Dolayısıyla üreticimizi yüksek duvarlarla korumaktan ziyade üreticimizi güçlendirmeyi hedefliyoruz.
İnovasyona dayalı
Erdal Bahçıvan: Daha önce de bahsettiğim Bütünsel Kalkınma Modeli’nin temeli inovasyona dayalı büyümedir, biz bunu akıllı büyüme olarak adlandırıyoruz. Bu tip bir büyümede sermaye artışı ve ölçek artışı ile değil üretkenlik ve verimlilik önplana çıkmalıdır. Ülkemizin teknoloji ve yetenek kapasitesini artırmak için biyoteknoloji, kök hücre ve genetik, mikro teknolojiler, nanoteknoloji ve robotik, info teknolojiler gibi yeni alanlara yönelmeliyiz.
Sınai inanç biçimi
Sürdürülebilir rekabetçi bir
Erdal Bahçıvan: Teknolojik gelişmeye ve yenilikçiliğe ivme kazandırmak için önemli tedbirlerin alınmaya ve teşviklerin sağlanmaya başlandığı bir ortamda toplumsal algının ve beraberinde sınai davranış biçiminin ve inancın da değişmesi gerekli. Paranın kolay kazanıldığı, çok fazla zahmete girmeden yüksek karlar, rantlar elde edildiği bir ekonomik yapı yenilikçilik ikliminin gelişimi için uygun değil. Bunun için Ar-Ge harcamalarının GSYH içinde yükseltilmesi, yeni teknolojilerin daha kolay yaygınlaşabilmesi için yasal düzenlemelerin yapılması, devlet yardımcılarının, kamu ihale ve vergi sistemlerinin araştırma ve inovasyona yönelik olarak yeniden yapılandırılması, fikri hakların korunması ve araştırmacılar için uygun altyapı ve ortamın sağlanması gerekiyor.
KOBİ’lerin önemi bir kat
KOBİ’ler düzeyinde Türkiye
Erdal Bahçıvan: Türkiye’nin ihtiyacı olan kalkınma modeli ‘Orta Gelir Tuzağı’nı aşmaya yönelik ve odağında sanayi ve üretimin olduğu bir yapıda olmalı. ‘Orta Gelir Tuzağı’nı aşarak yüksek gelirli hale gelen ülkelerin deneyimlerine baktığımızda; sanayi ve üretim bu kalkınma sürecinde merkezi bir rol üstleniyor. Zira sanayi, hem ekonomik yapının dönüşümünü sağlayan sürükleyici bir sektör hem de yüksek oranlı yatırımlar ile hızlı bir sermaye birikim sürecine imkan sağlıyor.
Tüm bu resimde KOBİ’lerin önemi bir kat daha artıyor: Yeni kalkınma modelinde KOBİ’lere yaklaşım temel unsurlardan biri olmalı. Ekonomimizin omurgasını oluşturan KOBİ’ler günümüzde küresel dünyada her zamankinden daha önemli hale gelmiş, küresel rekabetin asli unsurları olarak, ekonomi gündeminin merkezinde yeralıyor.
Dünya ekonomisini ileriye taşıyacak unsurlar arasında sayılan girişimcilik, inovasyon, yenilikçilik, verimlilik, esneklik gibi rekabetçi özellikler KOBİ’ler ekseninde tartışılıyor. Yürütme Kurulu Üyesi olarak benim de içinde bulunduğum, Türkiye’nin bu yıl dönem başkanı olduğu G20’nin bir kolu olan B20 bünyesinde oluşturulan beş çalışma grubundan bir tanesinin başlığı “KOBİ’ler ve Girişimcilik.” KOBİ’lerin küresel ekonomide ne kadar önemli olduğuna güzel bir örnek bu.
Küresel ekonomide rekabet gücü artan KOBİ’lerimiz Türkiye’nin ekonomik çıtasını yukarı çekerken halkımızın da refah ve zenginliğini artıracaktır.
“Üretim” denilince Türkiye’de akla ilk gelen Organize Sanayi Bölgeleri’dir (OSB’ler). OSB’ler Türkiye’nin 55 yıllık sanayileşme, üretim bilgisi, teknoloji, istihdam ve sermaye birikiminin en önemli bölümünü oluşturur. Üretime dönük politika ve programları OSB’lersiz üretmek ve uygulamak olanaksızdır. Bu nedenle kapak konumuz üretim olunca, geleneksel ve ileri teknolojilerin birlikte kullanıldığı, en ileri altyapı deneyimlerinin yaşandığı OSB’leri topluca değerlendirmeyi zorunlu gördük ve bu amaçla Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu (OSBÜK) Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Nakıboğlu ile aşağıdaki söyleşiyi yaptık.
Cumhuriyet’in başarılı projesi OSB’ler Başkanı olduğunuz OSBÜK ve faaliyetleri hakkında kısaca
Cahit Nakıboğlu: Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu OSBÜK; elli yılı aşkın süredir ülkemiz ekonomisinin gelişmesine, insanımızın refah ve huzuruna hizmet veren ve bugün itibarıyla sayıları 300’e yaklaşan Organize Sanayi Bölgelerimizin (OSB), 4562 Sayılı OSB Kanunu’nun 27’nci maddesine istinaden “OSB’lerin kendi aralarında yardımlaşmaları ve ortak sorunlarını çözüme kavuşturmalarını sağlamak” üzere, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız’ın onayıyla, 31 Ekim 2002 tarihinde kurulmuştur.
On yılı aşkın süredir kanun, yönetmelik ve genel kurul kararları çerçevesinde OSB’lere ve dolayısıyla sanayicilerimize hizmet veren OSBÜK; ülkemizin 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat ve dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yeralma hedefine ulaşabilmesi adına OSB’lerimizi her alanda geliştirip güçlendirmek için faaliyetlerini her türlü platformda sürdürmektedir.
OSB Üst Kuruluşu; dinamik yönetim sistemiyle OSB’lerimizin gücünü ve etkinliğini artıracak, yüklerini hafifletecek yeni projeler geliştirmiştir. Bu manada OSBÜK, OSB’lerimizle sürekli iletişim halinde olarak onların ortak sesi olmuştur. Özellikle bilinmelidir ki OSBÜK tüm faaliyetlerini tüzel kişilik kazanmış 293 OSB için yapmaktadır.
OSBÜK, birbirinden önemli konuları gündeme taşıyarak çözüm önerileri üretmiş, OSB’ler açısından pek çok sorunun yasal yönden çözüme kavuşturulmasında önemli görevler üstlenerek OSB’ler lehine önemli kazanımlar elde etmiştir.
Cumhuriyet tarihimizin en başarılı projeleri haline gelen OSB’lerimiz, dünyada çok sayıda ülke tarafından model alınmakta ve başarılı Organize Sanayi Bölgelerimiz’e işbirliği teklifleri gelmekte olup bu gelişmeler ülkemize gurur yaşatmaktadır.
OSB “Tek Durak Ofis”
Organize Sanayi Bölgeleri’nin (OSB’lerin) kuruluş
Cahit Nakıboğlu: 2023 ekonomik hedeflerinin gerçekleşmesinde en önemli rolü oynayacak Organize Sanayi Bölgelerimiz’in tanımı, OSB’lerimizin özel kanunu olan 4562 Sayılı OSB Kanunu’nun 3’ncü maddesinde en geniş yönüyle ifade edilmiştir. Şöyle özetlenebilir: Organize Sanayi Bölgeleri;
- Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sağlayan,
- Çarpık sanayileşme ve çevre sorunlarını önleyen,
- Kentleşmeyi yönlendiren,
- Kaynakların rasyonel kullanımını sağlayan,
- Bilgi ve bilişim teknolojilerinden yararlanan,
- Sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerleştirilmesi ve geliştirilmesi sağlayan,
- Sosyal, teknik, sağlık ve idari tesisleri minimum maliyet, maksimum fayda prensibiyle katılımcıların kullanımına sunan,
- Merkezi arıtma tesisleri çevre dostu üretim yapılmasını sağlayan,
- Sanayiciye “Tek Durak Ofis” hizmeti vererek bürokrasiyi minimize eden,
- Mevzuatla düzenlenmiş özel yer seçimi çalışmaları sonucu tarım arazilerinin sanayi tesisleri ile yok edilmesini önleyen ve buna benzer sayısız çarpan etkisiyle ülkemizin gelişmesi adına çok önemli hizmetleri yerine getiren bölgelerdir.
Bugün itibarıyla ülkemizde;
- Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı nezdinde 12 tarıma dayalı ihtisas OSB,
- Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı nezdinde ise 281 sanayi üretimine yönelik OSB olmak üzere toplam 293 OSB tüzel kişilik kazanmıştır.
Yurdumuzun dört bir köşesinde bulunan Organize Sanayi Bölgelerimiz’de yaklaşık 61 bin sanayi tesisinde, 1 milyon 600 binden fazla istihdam sağlanmaktadır.
OSB’ler, sanayileşmeyi planlı bir şekilde hızlandırmayı, ulusal ve bölgesel işsizliği azaltmayı, dengeli bir bölgesel kalkınmayı, yerli ve yabancı yatırımlar için çekim alanı oluşturmayı sağlamaktadır.
OSB’lerin yatırım icmali Organize Sanayi Bölgeleri’nin Türkiye’deki genel
Cahit Nakıboğlu: Toplam 293 OSB’nin coğrafi bölgelere göre dağılımı şöyledir: Marmara 78, İç Anadolu 51, Ege 49, Karadeniz 48, Akdeniz 24, Doğu Anadolu 22, Güney Doğu 21 adet.
Mevcut 293 OSB’nin nitelik ve fiziki durumunun analizi şöyledir: Karma OSB 235, İhtisas OSB 39, Tarım İhtisas OSB 12, Islah OSB 5, Özel OSB 2 adet.
293 OSB’nin fiziki durumu şu şekildedir: İşletme aşamasında 212, Altyapı inşa aşaması, 32, Kamulaştırma 30, Planlama aşaması 14, Yerseçimi aşaması 5.
Söz konusu 293 OSB’nin toplam yüzölçümü 83.921 hektar (839 milyon metrekare) civarlarındadır.
Bu miktarı ülkemizin toplam nüfusuna göre değerlendirdiğimizde kişi başına 10.80 m2 nitelikli sanayi arsası üretilmiş olacaktır.
OSB arsalarını il nüfusuna göre değerlendirdiğimizde, kişi başına en yüksek OSB arsası düşen ilimiz 59.92 m2/kişi ile Tekirdağ birinci sıradadır. Ülkemizde nüfusuna göre kişi başına en yüksek OSB arsası düşen ilk 10 ilimizin durumu şöyledir:
1. Tekirdağ 59.92
2. Bilecik 55.73
3. Karaman 52.84
4. Çankırı 47.75
5. Kırklareli 35.23
6. Eskişehir 31.65
7. Uşak 27.93
8. Afyon 27.03
9. Bayburt 26.92
10. Malatya 26.78
Toplam OSB alanına göre en yüksek OSB’ alanına sahip olan ilk 10 ilimiz şöyledir:
İl OSB alanı (m2)
1. Ankara (12 OSB) 6.407
2. Tekirdağ (13 OSB) 5.433
3. Gaziantep (4 OSB) 4.924
4. İzmir (13 OSB) 4.333
5. Bursa (15 OSB) 3.809
6. Konya (9 OSB) 3.725
7. Kocaeli (13 OSB) 3.717
8. Kayseri ( 3 OSB) 3.414
9. Şanlıurfa ( 4 OSB) 2.861
10. Eskişehir ( 3 OSB) 2.571
Enerji serbest piyasası
OSB’lerin enerji piyasasında aktör olmaları açısından
Cahit Nakıboğlu: Ülkemizde sanayi ürünleri maliyetinde, enerji girdisinin payı oldukça büyük öneme sahiptir. Ürettiğimiz ürünlerle dünya ile rekabet edebilmek için enerji kalemlerimizi daha rantabl hale getirecek uluslararası kabul görmüş sistemlere ve yeniliklere entegre etmek zorundayız.
Bunun için özellikle enerji kaynaklarının daha verimli kullanılması, tasarrufun maksimum seviyeye çıkartılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması, akıllı ve modern şebeke sistemlerinin tüm OSB’lerde yaygınlaştırılmasının teşvik edilmesi gerekmektedir.
Ülkemizde uzun süredir serbest enerji piyasası oluşturulmaya çalışılmakta ise de şu ana kadar tam anlamıyla piyasa oluşmamış ve serbest piyasada arz fazlası olmadığından beklenen rekabet fiyatlara yansımamıştır.
Serbest piyasa faaliyetleri sebebiyle farklı enerji fiyatı uygulama olanağı bulunmamaktadır. Bu sebeple, OSB’lerin enerji maliyeti yönünden cazip hale getirilebilmesi amacıyla, OSB Tüzel Kişiliği aracılığı ile OSB yatırımcısı tarafından tüketilen elektrik ve doğalgazın fiyatına dahil edilen ÖTV’nin (Özel Tüketim Vergisi) iadesi faydalı olacaktır.
4562 Sayılı OSB Kanunu’nun 20. Maddesi ile OSB yatırımcılarının elektrik, doğalgaz, su v.s. gibi ihtiyaçlarının OSB Tüzel Kişiliği tarafından karşılanması gerekli ve zorunludur. Bu meyanda gerekli düzenleme yapılarak, 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanununda; OSB’lere EPDK’dan lisans alarak elektrik üretme, temin ve dağıtma yetkisi ve görevi verilmiştir. İlgili Yönetmeliğin yürürlüğe girmesi ile çok sayıda OSB lisans alarak OSB yatırımcılarına elektrik temin ve dağıtım görevini yerine getirmektedir. Bu uygulama OSB yatırımcılarının azda olsa indirimli fiyattan elektrik kullanmasına sebep olmaktadır. Aynı uygulamanın DOĞALGAZ piyasası için yapılması gerekli ve faydalı olacaktır.
OSB katılımcılarının direkt ilgisi olmamasına rağmen, OSB’lerden ve dolayısıyla sanayicilerden elektrik tüketim bedeli üzerinden; TRT Payı, Belediye Tüketim Vergisi, ÖTV, kalite hizmet bedeli gibi vergi ve fonlar tahsil edilmektedir. Sözkonusu fonların kaldırılması halinde sanayicilerin en önemli girdilerinden olan enerji maliyetleri kısmen de olsa düşecek ve OSB’ler yatırımcılar için cazip hale gelecektir.
OSB’lerin Elektrik Piyasası Kanunu’na dayanarak lisanslı elektrik üretim ve dağıtım faaliyetleri kapsamında şuan 155 OSB, EPDK’dan lisans almış durumdadır. Bazı OSB’lerin lisans almasına rağmen ekonomik ve teknik sebeplerle fiilen işletmecilik yapamaması üzerine yeniden düzenlenen ve 14.03.2013 tarihinde TBMM’de kabul edilerek yasalaşan 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu gereğince OSB’lerin lisanslı faaliyeti ihtiyari hale gelmiştir. Buna göre; isteyen OSB, EPDK’dan lisans alarak elektrik üretim ve dağıtım faaliyetinde bulunabilecek, lisans almayanlar OSB’lerin katılımcıları ise yetkili dağıtım şirketine abone olacaklardır.
OSB’ler milli
Son yıllarda OSB’lere olan
Cahit Nakıboğlu: Organize Sanayi Bölgelerimiz bugün ülkemizin yüz akı olarak milli ihraç projesi haline gelmiştir. Planlı sanayi modelinde dünya devletlerine örnek olabilecek kadar uzman olunmuştur. Bu sebeple yabancı heyetler rol model alınan OSB’lerimizi ve işletmelerimizi yakından tanımak, incelemek için sürekli ziyaretler düzenlemektedirler. Mevcut OSB mevzuatımızı kendi dillerine çevirerek kendi ülkelerinde de uygulamak istemekteler.
Bunun yanında memleketimizde hakim olan siyasi istikrarın yansıması doğal olarak OSB’leri de pozitif etkilemektedir.
Yabancı yatırımcı istikrar ve güven üzerine yatırımlarını gerçekleştiriyor. Bu manada ülkemizin doğusundan batısına birçok OSB’de uluslararası firmaların boy gösterdiğini görüyoruz.
İhracat rekorları kıran ürünlerin üretildiği, ana merkezler haline gelerek bizlere büyük övünç kaynağı teşkil eden OSB’lerimiz son yıllarda yerli ve yabancı yatırımcıların cazibe merkezi haline gelmiştir.
OSB’ye yatırım
OSB’ler olarak
Cahit Nakıboğlu: Özel mevzuatına uygun olarak yer seçimi yapılarak tüzel kişilik tanınan OSB’ler; arazi temini ve faaliyet alanının gerektirdiği ihtiyaçlara karşı her türlü altyapı, arıtma tesisi ve sosyal tesisleri en gelişmiş şekliyle ve minimum maliyetle yaparak işletmektedir.
Kalkınmada öncelikli yörelerde bulunması veya yatırım önceliği dikkate alınan bazı OSB’lere Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından düşük faizli kredi verilmesi dışında devletin bir katkısı olmamaktadır.
Devletimize hiç bir yük olmadan “KENDİN YAP, KENDİN İŞLET” modeli ile yatırım yapan, “TEK DURAK OFİS” mantığı ile sanayicinin her türlü ihtiyacını en kısa sürede karşılayan OSB’lerin, sanayiciler için cazibe noktası haline getirilmesi, HER TÜRLÜ TEŞVİKİN YALNIZCA OSB’LERDE YAPILACAK YATIRIMLARA VERİLMESİ VE OSB SANAYİCİLERİNİN ONURE EDİLEREK ÖDÜLLENDİRİLMESİ gereklidir.
Burada OSB içerisinde ve OSB dışarısında yatırımlar arasına kalın bir çizgi çizilmesi gereği vurgulanmalı, OSB’LERE GÜÇLÜ POZİTİF AYRICALIKLAR SAĞLANMALIDIR.
Mevzuat gözden
OSB’lerin çözüm bekleyen
Cahit Nakıboğlu: Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu’nun (OSBÜK) 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) Kanunu’nun 27. Maddesi gereğince; OSB’lerin kendi aralarında yardımlaşmalarını sağlamak ve ortak sorunlarını çözüme kavuşturmak amacıyla kurulduğu hepimizce malumdur.
Kanunun bize vermiş olduğu yetki ve görev çerçevesinde; OSB’lerimizin karşılaşmış olduğu her türlü sorunu masaya yatırıyor, analiz ederek gerekli birimlerimizde değerlendiriyor ve sorunun muhatabı olan kurum ve kuruluşlarla paylaşarak takibini yapıyoruz. Burada belirtmeliyiz ki 11 ayrı ihtisas alanında oluşturduğumuz ve üyeleri çeşitli OSB’lerimizin temsilcilerinden oluşan, OSBÜK Teknik Çalışma Komisyonları OSB’lerin sahada karşılaştığı her türlü uygulamayı OSBÜK’te hissettiriyor.
OSB’lerimiz her geçen gün büyüyor ve gelişiyor, yeni sektörler, yerli ve yabancı yeni yatırımlar OSB’lerimizle buluşuyor. Bu nedenle değişen gelişen dünya koşullarına göre bizde kendi kanun, yönetmelik gibi mevzuatımızı acilen gözden geçirmek durumundayız.
Dünya ile rekabet etmek istiyorsak, eğer 2023 ekonomik hedeflerimizi yakalamak istiyorsak OSB’lerimizin önünü açacak gerekli yasal mevzuat değişikliklerini bir an önce hayata geçirmek durumundayız.
Bizler çalışma usulümüze göre değişik periyotlarda ilgili Bakanlıklarımıza sorunlar ve çözüm önerilerimiz hakkında sürekli iletişim halinde kalarak kapsamlı raporlarımızı sunuyor ve takip ediyoruz.
Burada özellikle bir-iki sorunu şöyle dile getirebiliriz;
OSB’lerin en önemli sorunu pek çok kamu hizmetini başarı ile yerine getirmesine rağmen ‘Kamu Kurumu’ veya ‘Kamu Kurumu Niteliğinde Mesleki Teşekkül’ vasfını taşıması gerekirken mevcut kanuna göre “Özel Hukuk Tüzel Kişiliği” vasfını taşımasıdır.
Bunun yanında; savunma sanayi, ağır sanayi ve özellik arz eden entegre tesisler gibi özellikleri taşıması nedeniyle Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan izin almış olanlar hariç 2 bin metrekareden büyük kapalı alan gerektiren her türlü sanayi yatırımının küçük sanayi siteleri ve OSB’lerde yapılmasının zorunlu veya cazip hale getirilmesi gerektiğini düşünüyor ve bunu sağlayacak bir yasal düzenleme yapılmasını bekliyoruz.
Bu durumda tarım ürünleri deposu gösterilerek veya çeşitli nedenlerle yol kenarlarına, su kenarlarına, tarlaların ortasına sanayi tesislerinin kurulması önlenecek, bugün Islah OSB adı altında çok büyük masraflarla düzeltmeye çalıştığımız çarpık sanayi alanlarının oluşması önlenmiş, tarım alanlarının tarım için kullanılması sağlanmış ve sanayiden kaynaklanan çevre sorunları OSB yönetimlerinin etkili çalışmaları sonucu minimize edilmiş olacaktır.
Tabi ki tekrar belirteyim bunlar OSB’lerimizin sorunlarının tamamı değildir. Biz sanayimizin önündeki engellerin kaldırılması için gerekli girişimleri her alanda yapıyor ve yapmaya devam ediyoruz.
Geleneksellikten
Bir sanayici olarak
Cahit Nakıboğlu: Her gün hızlı bir değişim içinde bulunan insanlığın, yeni ihtiyaçları ve beklentileri gözönünde bulundurularak teknolojik gelişmeler yakından takip edilip, üretim çeşitliliğimizi dünya piyasasına göre güncellemeliyiz.
Türk sanayicileri olarak katmadeğeri yüksek ürünlerin üretilmesine yönelik yatırımlarımıza ağırlık vermeliyiz. Ürün çeşitliliğimizi değişen dünyaya göre zenginleştirerek geleneksellikten yenilikçiliğe doğru ilerlemeliyiz.
OSBDER (Organize Sanayi Bölgeleri Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı Vahit Yıldırım, kapak konumuzla ilgili sorularımıza aşağıdaki cevapları verdi:
Yerinde sayma noktasındayız
Türkiye yeni bir ekonomik büyüme ve kalkınma modeli
Vahit Yıldırım: Sürdürülebilir büyüme hedefi olan Türkiye’nin ÜRETİM odaklı bir strateji yürütmesi gerektiği artık hemen hemen herkes tarafından dillendiriliyor. Bu açıdan ülke olarak kritik bir eşikte olduğumuz, üretim odaklı yeni bir yapısal dönüşüm ihtiyacı kendini açıkça gösteriyor. Bu aynı zamanda Türkiye’yi ‘Orta Gelir Tuzağı’na mahkum eden vasatlıktan kurtulması gerektiğini de ortaya koyuyor.
Türkiye ekonomisi, potansiyelinin yanısıra önemli kırılganlıklara sahip. Bu kırılganlığın en büyük nedenlerinden biri, ekonominin sermaye girişlerine fazla bağımlı olması. Cari açık yüksek düzeylerde seyrediyor. Tasarruf oranı son 10 yılda benzeri ülkelerin düzeyinin iyice altına, yüzde 14 düzeyine düştü. TL’nin değer kaybı da son dönemde benzer ülkelerden daha yüksek. Diğer taraftan benzeri ülkelerden farklı olarak yüksek sermaye girişine ve bir kerelik gelirlerin yüksekliğine rağmen imalat sanayisinin GSYH içindeki payı 7.5 puan azalmış durumda. Türkiye’nin dünyada ekonomik büyüklük sıralamasındaki yeri ilerlemiyor. Risk primi arttı. Bu durumdan çıkışı sağlayacak politikaları ortaya koymak önem taşıyor.
Bu durumda Türkiye’nin ‘Orta Gelir Tuzağı’nda bulunduğu görüşü ortaya konmaktadır.
Verimlilik artışı esastır
Bu dönüşümü gerçekleştirebilmemiz için
Vahit Yıldırım: Tabi ki ‘Üretkenlik Temelli Büyüme’ hedefli stratejiler belirlenmesi gerekir.
"Sürdürülebilir Büyüme" verimlilik artışının sağlanması ve belli bir eşiğe ulaşması ile sağlanabilmektedir. Girişimcilik üretim sürecinin temel taşıdır. ‘Toplam Faktör Verimliliği'ni belirleme yeteneği en belirgin olan olgu, eğitim ve eğitim bağlantılı olarak beşeri sermayenin niteliğidir. Toplam Faktör Verimliliği'nde eğitim ve bilgi toplumu olguları kadar etkileyen en önemli unsurlardan biri de “Teknoloji ve İnovasyon Kapasitesi”dir. Makroekonomik istikrar, para, maliye ve gelirler politikalarının piyasa ekonomisinin çalışmasını bozmadan sürdürülebilmesi önemlidir.
‘Toplam Faktör Verimliliği’nin en temel bileşeni olan işgücü verimliliğidir. Kadınların daha çok işgücüne katılması gerekmektedir.
Sosyal güvenlik sisteminin işleyişi, demografik yapıdaki değişmeler (nüfusun yaşlanması gibi) ve kamu maliyesinin diğer unsurlarındaki olumsuz gelişmeleri (iç borçlanma gereği gibi) dikkate alarak, sürdürülebilir bir yapıda tasarlanmalıdır.
Bölgesel kalkınmışlık adaleti
Sanayide yapısal dönüşüm için öncelikli politikalar
Vahit Yıldırım: Sanayi stratejisi, Toplam Faktör Verimliliği (TFV) bağlantılı unsurların gelişmesini ve bu bağlamda bölgesel kalkınmışlık farklarının ortadan kaldırılmasını amaçlamalıdır. Sürdürülebilir büyüme açısından önemli bir gereklilik olan bölgesel kalkınmışlık farklarının ortadan kaldırılmasını ve özellikle teknoloji ve inovasyon kapasitesini ödüllendiren bir teşvik sistemi oluşturulmalıdır. Böylelikle hem sektörler arası adil rekabet ortamı bozulmayacak hem de bölgesel kalkınma sürecine destek sağlanmış olacaktır.
OSB’ler doğru bir sanayileşme modelidir
Üretime dönük politikaların oluşturulmasında ve
Vahit Yıldırım: Ülkemizde sanayinin gelişmesine ve yaygınlaşmasına büyük katkı sağlayan Organize Sanayi Bölgeleri uygulamasına, planlı kalkınma dönemine girildikten sonra, 1962 yılında başlanmıştır. OSB uygulamasının temel amacı, geri kalmış bölgelerin kalkınmasını ve sanayinin planlı gelişmesini sağlamaktır. İlk OSB 1962 yılında Bursa’da kurulmuştur. OSB’ler doğru bir sanayileşme modelidir. Bugün artık bir çok OSB’de katmadeğeri yüksek ürünler üretilmektedir. Ancak bu yeterli değildir. Planlı sanayileşme ve üretim odaklı büyüme için en önemli konulardan biri Ar-Ge’dir.
Sanayi ve teknoloji politikalarında dışarıdan teknoloji transferi odaklı üretim süreçleri yerini, kurumsal araştırma-geliştirme, teknoloji ve yenilikçilik sistemlerine bırakmıştır. İmalat sanayi alanında faaliyet gösteren bir işletmenin rekabet gücünün ana belirleyicisi, sadece imalat yetkinliği değil; teknoloji, inovasyon, tasarım, pazarlama, lojistik, dağıtım gibi pek çok hizmet alanındaki performansına bağlı hale gelmiştir. Düşük teknoloji(li) ürünlerden orta ve yüksek teknolojili ürün ve sektörlere geçilebilmesi için GSMH içindeki yüzde 0.85-90 civarında olan Ar-Ge payının, kısa dönemde yüzde 3’e çıkarılması Türkiye’nin önceliklerinden olmalıdır.
İnovasyon Ar-Ge ve Teknoloji
Türkiye’nin rekabetçilik
Vahit Yıldırım: Küreselleşen, sınırları kalkan ve büyük bir pazara dönüşen günümüz dünyasında ekonomiye ve üretime yön veren ülkeler, bilgiyi üreten, ürettiği bilgiyi ürüne dönüştüren ve bilgi toplumu hedefine yönelik olarak çalışmalarını sürdüren ülkelerdir. Bilginin üretimi, yönetimi ve üretime uygulanması stratejik önem kazanmıştır. Gelişmiş sanayi toplumlarında kol gücü ve makine gücüne dayalı sanayi devrimi, beyin-bilgi ve teknoloji gücüne dayalı yeni bir devrim aşaması ile sürdürülmektedir. Bu yeni yaklaşımlar çerçevesinde sanayicisine bilgi üreten, inovasyon yetkinliği kazandıran, Ar-Ge yapan, yeni teknolojiler üreten bir “İNOVASYON, Ar-Ge VE TEKNOLOJİ” politikalarına ihtiyaç var. Programda bu yaklaşımı doğrulayabilecek çok sayıda ifade ve değerlendirme yeralmıştır. Dünya endüstriyel internet ve küresel inovasyon dönemine geçti. Büyük şirketler dijital ortamda, sosyal medyada iletişim sağlayarak kendi projelerine binlerce genci inovasyon katılımcısı yapmakta, onların yenilikçi ve yaratıcı fikirlerinden yararlanarak inovatif ürünler ve teknolojiler üreterek katmadeğerini artırmakta ve rekabet yeteneğini geliştirmektedir.
Ancak unutmamak gerekir ki ilgili kamu idarelerinin ve politika yapıcıların, belgelerde ve dokümanlarda sorun tespiti ve çözüm önerisi ortaya koymada mahir oldukları, uygulama noktasına gelindiğinde problem ürettikleri yaygın kanaattir. Umarız bu defa böyle olmaz ve gereken zamanında yapılır.
Türkiye birkaç yıldır düşük hızla büyümekte ve önümüzdeki birkaç yıl daha düşük hızlarla büyümesi beklenmektedir. Türkiye’nin ekonomik potansiyeli bu değildir. Türkiye’nin neden potansiyeline ulaşamadığının teşhisini doğru yapmak gerekir. Çünkü eğer önüne engeller konulmazsa, yatırım ortamı iyileştirilir, iş yapmak kolaylaştırılırsa Türkiye, yılda yüzde 7-8 büyümeyi rahatlıkla yakalayabilir.
Türkiye’nin potansiyelini açığa çıkarmak için Türkiye kurumlarının yeni baştan kurgulanması, bu yeni kurgulamanın da mutlaka özel sektörün gerçek temsilcileriyle işbirliği içinde yapılması gerekir. Türkiye’nin yüksek büyüme potansiyelini açığa çıkarabilmesi için eğitim sisteminin de mutlaka yeniden kurgulanması gerekir. Üniversiteler, mesleki eğitim ve akademik kariyer şartları, çağın ve teknolojik gelişmenin ihtiyaçlarına göre mutlaka gözden geçirilmelidir.
Sanayinin milli gelir içindeki payı düşmektedir. Ekonomik büyümenin istihdam üzerindeki etkisi azalmıştır. Bu istihdamsız büyüme, işsizliğin düşmesini engellemekte, özellikle gençler arasındaki işsizliğin yüksek seyretmesine neden olmaktadır. Eğer milli gelirimizi artıracak ve toplumsal refahı yükselteceksek, büyüme modelimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir. Dünya, düşük büyüme dönemine girerken, tüm dünyada ihracat artışı yavaşlarken daha hızlı büyümek ve ihracatımızı artırmak için daha verimli çalışmamız ve yüksek teknolojili ürünlere yönelmemiz gerekiyor.
Dünyanın en büyük 10’uncu ekonomisi olmayı hedefliyoruz ama insani kalkınmada dünyadaki yerimiz 69’unculuk. İlk yapılacak iş, insani kalkınmayı gözeten ve işgücü niteliğini artıran politikaları da ekonomik büyüme modelimizin bir parçası yapmalıyız. Günümüzde sanayide yüksek katmadeğer, bilgi ve teknoloji yoğun mal üretilen sektörlerde gerçekleşiyor. Bu sektörler, temel bilimler ve matematik donanımlı, sorunları tespit etme ve çözüm üretebilme becerisine sahip, değişen koşullara uyum sağlayabilen yaratıcı bireyler istiyor. Çünkü inovasyon ancak bu becerilere sahip bireylerle mümkün. Biz ise bu becerilere ve donanıma sahip yeterli sayıda bireyler yetiştiremediğimiz için küresel ekonomiyle, değer zincirinin alt halkalarında düşük katmadeğer yaratarak entegre olmuş durumdayız.
Yapısal dönüşümü gerçekleştirmeye yönelik, her şeyden önce tamamen yeni bir stratejiye, yeni bir sanayi-üretim hikayesine ihtiyacımız vardır. Sürdürülebilir üretime yönelik bu yeni stratejimizin teknoloji ithal eden değil, üreten bir ekonomi olma misyonunda oluşturulması en önemli hedefimiz olmalıdır. Zira gelişmiş ekonomilerin artık 4. Sanayi devrimini tecrübe ettikleri bir çağda, yüksek teknolojiye yönelik üretim yapmamamız, kalkınmamızın önündeki en büyük engeldir. Bu bağlamda Hükümet tarafından açıklanmış olan ekonomide dönüşüm eylem planlarının ivedilikle hayata geçirilmesini temenni ettiğimizi belirtmek isterim.
Emek ve beden gücüne dayanan imalat teknikleri, günümüzde yerini giderek akıl gücüne bırakmaktadır. Akıl gücünün ortaya koyduğu yüksek teknoloji ile tüketicilerin hayatını daha çok pratikleştiren ürünlere yönelik politikaların en önemli rekabet unsuru haline geldiğine tanık olmaktayız. Artan rekabet gücünün, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin anahtarı olduğunu dikkate alırsak, sanayimizdeki yapısal dönüşümdeki en öncelikli politikamız, ileri teknoloji ve katmadeğer yaratan ürünleri hayata geçirmek olmalıdır.
Uzun vadede, dünya genelinde kabul gören PISA testi sonuçlarımızdan yola çıkarak, eğitim alanında acil bir dönüşüme ihtiyacımız vardır.
Kısa vadede teknik ve mesleki eğitime işlerlik kazandırılması sanayinin ara eleman ihtiyacı açısından önemlidir. İşverenlerin, uygun teknik eğitime ve bilgiye sahip çalışan bulma konusunda sıkıntı çekmeleri, işsizlik probleminin çözümündeki en büyük engellerdendir.
Ayrıca, yatırım olanaklarının geliştirilmesi, girişimciliğin desteklenmesi ve devlet teşviklerin artırılması da yapısal dönüşüm gerçekleştirme konusunda yarar sağlayacak diğer önemli politikalardır.
Ülkemiz son yedi, sekiz yıldır ‘Orta Gelir Tuzağı’ndan kurtulamıyor. 2014 yılı büyüme oranımız yüzde 2.9 ve kişi başı GSYH değeri 10 bin 404 ABD doları oldu. Bu büyüme rakamları ile hedeflerimizden uzaklaşmaktan endişe ediyoruz.
Artık ekonominin durağanlıktan, yeni yatırımlarla çıkabileceği gerçeği tüm taraflarca kabul ediliyor. Son üç yıldır doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında da artış yok. Oysa yatırımlar ile ihracatı ve üretimi artırarak koyduğumuz hedeflere yaklaşabiliriz.
“Orta Gelir Tuzağı”ndan çıkışımıza destek verecek önemli bir adım, 25 adet “Güçlü ve Dengeli Büyüme için Yapısal Dönüşüm” programıyla atılmıştı. Oluşturulan programlarda ekonomimizdeki gelişmenin temel dinamiği olan KOBİ’lerimiz de desteklenmekte. KOBİ’lerimiz için özellikle; Ar-Ge, inovasyon, tasarım ve markalaşmaya yönlenmeleri konusunda da bu programların önemli bir fırsat yaratacağına inanıyoruz. Bununla birlikte, yeni açıklanan “istihdam, sanayi yatırımı ve üretimi destekleme paketi”ni de son derece önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz. Böylece, yüksek katmadeğerli üretim yolunda, ileri teknoloji yatırımlarına tam destek verilecek. İleri teknoloji sınıfında yeralan yatırımlar, öncelikli yatırımlar kapsamına alınacak ve 5. Bölge desteklerinden yararlandırılacaklar. Niteliksel dönüşümü ortaya koyan faaliyetlerden olan Ar-Ge ve tasarıma daha fazla destek sağlanmış olacak. Bu sanayimiz için bir fırsattır ve bu fırsatı iyi değerlendirmemiz gerekiyor.
Unutulmamalıdır ki, yüksek teknolojili ürünlerin ihracatımızdaki payını arttırdığımız sürece rekabetçi ve sürdürülebilir bir ekonomiye sahip olabileceğiz. Rekabette Ar-Ge kapsamda sağlanan destek ve teşvikler kritik rol oynuyor. Katmadeğerli üretimin yolu; Ar-Ge ve tasarımdan geçiyor. Ancak bu koşullarda yüksek büyüme oranını yakalayabiliriz.
Elbette ‘Orta Gelir Tuzağı’ndan kurtulmuş olan başta Güney Kore, Çin olmak üzere birçok ülke var. Sözkonusu bu iki ülke de ‘Orta Gelir Tuzağı’ndan yüksek büyüme oranı ile kurtuldular. Biz de ancak yüksek büyümeyle bu tuzaktan kurtulabiliriz. Daha yüksek bir büyüme için 2015 yılındaki bu oluşumların ve yapılacak çalışmaların ülkemizin ekonomisine önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum.
Önümüzde yeni bir süreç var. Bu süreçte ülkemizin yıldızını yeniden parlatmalı, reel sektörümüze yeniden heyecan vermeliyiz.
Türkiye’nin yeni bir büyüme modeline ihtiyacı var. Yeniden bir yapısal reform gündemi oluşturarak, yeni bir büyüme başarısı göstermeliyiz. Bunu için öncelikle firmalarımızın yaşadığı çeşitli sıkıntılara hızlı çözümler üretmeliyiz. Mesela kamu alımlarında milli sanayimize fiyat avantajı sağlayan çok önemli bir düzenleme geldi. Bu olumlu adımın halen yürürlükte olan ve özellikle bizim gibi doğu illerinde üretim, satış ve pazarlama açısından sıkıntılı bölgeleri olumsuz yönde etkileyen ‘Yeni Teşvik Düzenlemesi’nin yeniden revize edilmesi gerekiyor.
Ülkemizin ‘Cazibe Merkezi’ ve ‘Büyüme Merkezi’ kapsamında yer alan Elazığ’ın sorunlarının çözülüp kaynaklarının ekonomiye kazandırılamaması halinde bölgedeki Tunceli, Bingöl, Erzincan gibi illerin de kalkınması mümkün değildir. Cazibe merkezi yaklaşımı bu öngörüye göre hazırlanmış olmasına karşın uygulamada maalesef durum böyle değil. Dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri olmayı hedefleyen ve 500 milyar dolar ihracat hedefi olan ülkemizin bu hedeflere uygun politikalar üretmesi gerekiyor.
Özel sektör üzerindeki yüklerin azaltılması, SGK işveren payı, damga vergisi, peşin vergi ve elektrikteki TRT payı gibi vergilerin yeniden revize edilmesi, istihdam üzerinde yüklerin de dünyadaki rakiplerimiz seviyesine indirilmesini bekliyoruz.
Vergi sistemi mevzuatı basit ve net olmalı ki, bürokratların keyfi yorumuna muhtaç kalmayalım. Üreten, alın teri döken müteşebbisleri, bürokrasinin-denetçinin insafına bırakmayalım.
Yüksek katmadeğerli sanayi faaliyetleri özel programlarla desteklenmeli. Döviz kurları bu kadar kaygan zemine oturtulmadan yatırımcının önünün görmesi sağlanmalıdır.
Doğu ve batı arasındaki gelişmişlik makasının daraltılarak Türkiye’nin bir bütün olarak büyütülmesi ve kalkınması hususunda bölgedeki tüm sivil toplum kuruluşları aktif hale getirilerek karar alma sürecinde yeralmalıdır.
Bölge iş dünyasının temsilcisi ve sesi olarak, yeni dönemden iş dünyası olarak öncelikli beklentilerimiz bunlardır.
Türkiye neyi değiştirmesi gerektiğini gördü;
SANAYİNİN TEKNOLOJİK YAPISI
Şu kesin; Türkiye 60 yıldır içinde devindiği “Orta Gelir Tuzağı”ndan
Türkiye sanayileşti. Ancak, geleneksel birkaç sektör dışında kendi teknolojisini üreten bir üretim yapısı kuramadı. Sanayileşmeye geç katıldığı için teknoloji farklılıkları Türkiye aleyhine hızla açıldı.
Gündemde üretimin yapısını (teknolojik temelini) değiştirmek var. Sanayide değişim için sektörlerin talep yapısına, teknoloji düzeyine ve faktör kullanım yoğunluklarına bakarak yapısal değişimin yönünü göreceğiz.
Sektörel talep yapısı ara malı, yatırım ve tüketim malı sınıflamasına, teknoloji düzeyine göre yapılan analiz; düşük, orta ve ileri teknoloji sınıflandırılmasına dayanır. Faktör kullanım yoğunlukları ise emek yoğun, kaynak yoğun, sermaye yoğun, ölçek yoğun olarak görülür.
Türkiye imalat sanayinin üretim ve katmadeğer yapısına dış ticaretinin teknolojik yapısı ile birlikte bakılmalıdır.
SANAYİMİZİN
Düşük teknolojili sektörlerin imalat sanayinde ortalama payı son derece yüksektir. Örneğin; düşük teknolojili sektörlerin katmadeğer payı yüzde 38.9, üretim değeri payı yüzde 40.7 ve tesis sayısı payı yüzde 62.3’tür.
İmalat sanayinde düşük-orta teknoloji kategorisinin katmadeğer payı yüzde 30.9, üretim değeri payı yüzde 32.5 ve tesis sayısı payı ise yüzde 28.2 oranındadır.
İmalat sanayinde “Orta-ileri teknoloji” kategorisinde yeralan sektörlerin katmadeğer payı yüzde 25.7 oranında gerçekleşirken, üretim değeri payı yüzde 23.8 ve tesis sayısı payı ise yüzde 9.3 oranındadır.
Tablo ortada: Türkiye‘de sanayi üretimine düşük teknolojiyle üretim hakim (yüzde 69.8).
Tüm sektörler arasında düşük teknolojili gıda sektörü en yüksek katmadeğer ve üretim payına sahiptir. Gıda ürünleri imalatı sektörünün katmadeğer payı yüzde 11.7, üretim değeri payı ise yüzde 15.2’dir. Düşük teknoloji içerikli sektörler kategorisinde yeralan tekstil ürünleri imalatı ve giyim eşyası sektörlerinin eklenmesi halinde, bu üç sektörün imalat sanayi katmadeğer payı yüzde 27.2 oranına yükselirken, üretim değeri payı yüzde 30.1’e ve işyeri sayısı payı ise yüzde 35’e yükselmektedir. İmalat sanayimizin düşük teknoloji profilinin göstergesi budur.
İHRACATIMIZIN
İmalat sanayi ihracatımız düşük ve orta teknolojilere dayalı gelişti. Yüksek teknoloji ihracat değeri son derece sınırlı kaldı.
Örneğin; 2012 yılında yüksek teknoloji içerikli sektörlerin toplam ihracat değeri 4 milyar 799 milyon dolar olurken düşük teknoloji içerikli sektörlerin ihracat değeri 43 milyar 497 milyon dolar gerçekleşti. (Tablo 2)
Türkiye imalat sanayinin ihracatında öne çıkan iki temel sektör tekstil ürünleri ve giyim eşyası sektörleridir. Bu sektörlerin ihracat payları toplamı yüzde17.7 gibi oldukça yüksektir. 2012’de bu iki sektörde gerçekleştirilen ihracat değeri 25 milyar 237 milyor dolardır.
TEKNOLOJİ DÜZEYİNE
2012 yılında düşük teknoloji içerikli sektörlerin ihracat payı yüzde 30.4 gibi son derece yüksektir.(Tablo 3) İleri teknoloji içerikli sektör kategorisinin ihracat payı 2012 yılında yüzde 3.4 oranında gerçekleşti. Bu yapı zaman içerisinde varlığını sürdürdü, yüzde 3’ü aşamadı. Buna göre;
Demek ki ihracatta rekabetimiz fiyat seviyesine dayanıyor. Neyi ucuza üretiyorsak onun ihracatına yöneliyoruz. Bunun anlamı, fakirleşerek büyümedir.
İleri teknoloji içerikli sektörlerin 2008 yılı ithalat değeri 18 milyar 809 milyon dolardı ve makul bir artışla 2012 yılında 22 milyar 571 milyon dolara yükseldi. 2008-2012 arasında dört sektörün ithalat değeri düşerken 29 sektörün ithalat değeri yükseldi.
Teknoloji düzeyine göre sektörlerin ithalat paylarını gösteren (Tablo 4) incelendiğinde görülür; en temel kategori orta-ileri teknoloji kategorisi oldu.
İthalatın teknolojik yapısını değer cinsinden gösteren Tablo 4’de, en yüksek ithalat değerinin orta-ileri teknoloji kategorisinde gerçekleştiği görülüyor. 2010 yılında 62 milyar 226 milyon dolar olan bu kategorideki ithalat değerinin 2012 yılında 73.774 milyon dolara yükseldiği görülmektedir. Teknolojik düzeyine göre ithalatta öne çıkan diğer bir kategori de düşük-orta teknoloji kategorisidir. Düşük-orta teknoloji kategorisinde 2010 yılında 41 milyar 598 milyon dolar olan ithalat değeri 2012 yılında 56 milyar 598 milyon dolara yükselmiştir.
Düşük-orta teknoloji içerikli sektör ithalatına en büyük katkı makine ve teçhizat imalatından geldi.
Motorlu kara taşıtı, römork ve yarı-römork üretimi ve sentetik kauçuk ve plastik hammaddeleri. 2012 yılı itibarıyla sözkonusu üç sektörün düşük-orta teknoloji ithalatı içerisindeki payı yüzde 85.1 oranında tespit edildi.
Türkiye’nin elde ettiği dış ticaret sonuçları belli bir sektörel şablona oturmaktadır ve bu sektörel şablon sürdürülebilir olmaktan uzaktır. 5 numaralı tabloda sektörlerin dış ticaret performansını “+ ve -” işaretlerle tasnifini görüyoruz. Düşük ve düşük orta teknolojili üretimin hakim olduğu gıda, tekstil, giyim gibi sektörlerde dış ticaret fazlası verebiliyoruz ve ihracatımız da bu sektörler ekseninde artıyor fakat ileri teknolojili sektörlerdeki ithalat ağırlığı, düşük teknolojide sağlanan ihracat başarısını fazlasıyla alıp götürüyor. Bu yapı sürdürülebilir değildir ve mutlaka çıkmamız gereken bir kısır döngüdür.
Düşük teknoloji içerikli geleneksel sektörlerde ithalat payının sınırlı kalması, Türkiye imalat sanayinin “düşük” teknoloji içerikli sektörlerde dışa bağımlı olmamasının, bu sektörlerin (gıda, giyim, mobilya vs.) üretim teknolojisinde belli bir düzeye ulaşması ile ilgili olduğu da ayrıca not edilmelidir.
Türkiye’nin düşük katmadeğer üreten sektörlerden yüksek katmadeğer üreten, teknoloji içeriği yüksek sektörlere doğru bir yapısal değişme gerçekleştirmesi için tercihli sektörel politikalara şiddetle ihtiyacı bulunmaktadır.
Tablo 6’da şunu görüyoruz: İmalat sanayinin üretim ve dış ticaret yapısında nicel gelişme sağladık. Bunu tamamlayan nitel dönüşümü yapamadık. Sanayide teknik bilgi ve beceri düzeyimiz düşük kaldı. “Orta” ve “düşük” teknoloji içerikli sektörlerde uzmanlaştık ama “yüksek” teknoloji içerikli sektörlerin üretim ve ihracat payları marjinal kaldı. Kısaca, geleneksel sektörlerin dışına çıkamadık. Bu yapı üretimin ve ihracatın ithalata bağımlılığını sürekli artırdı ve cari açık sıkıntısı yarattı.
Bu aşamada üretim ve dış ticaretin yapısını değiştirmek için finansal birikim yerine, reel birikimi önceleyen politikalar zorunludur. Dış ticaret, teşvik ve teknoloji politikası sanayiye dönük yeniden düzenlenmelidir.
SEKTÖREL TERCİH
İmalat sektörümüzün teknolojik yapısını, rekabetçiliğimizi nasıl engellediğini gördükten sonra sıra geldi işimizin güç olup olmadığına. Sektörel tercihlere yönelmekte geciktiğimiz için Türkiye’nin işi güçmüş gibi gözüküyor. Gerçek hiç öyle değil; Tablo 7 bunu gösteriyor.