KobiEfor Sanayi Ekonomi Dergisi

Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Erinç Yeldan: “Yüzde 5 büyüme sürdürülebilir değil”

HABER

Kendini ‘Emekten yana’ bir ekonomist olarak tanımlayan Prof.Dr. Erinç Yeldan, Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme sağlaması için ekonomide topyekûn bir dönüşüm yaşaması gerektiğini belirtiyor. Yüzde 5 büyümenin sürdürülemez olduğunu aktaran Yeldan, cari açık vermeden büyüme sürecinin ancak ‘dönüşümden’ sonra anlamlı olacağını vurguluyor.

Koronavirüs Salgını nedeniyle dünya ekonomilerinin olağanüstü hale geldiği bir dönemde biraraya geldiğimiz Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Erinç Yeldan, bu yıl için öngörülen yüzde 5 büyüme hedefinin tutturulabileceğini hatta aşılabileceğini ancak uzun süre için aynı oranda büyümenin ‘sürdürülemez’ olduğunu belirtti. Günü tahlil etmek için filmi geriye sarmak gerektiğini hatırlatan Yeldan, şu hatırlatmayı yapıyor: “Bir krizin çeşitli göstergeleri var. Türkiye’ye bakarsak; 1994, 2001 derin krizler, 2008 ve 2009 durgunluk ekonomisi farklı özelliklere sahip. Kuşkusuz ekonomik kriz denilince faizlerin birden 300-500’lere fırlaması, çok yüksek oranlı döviz kurunda aşınma, TL’nin yüzde 50-60 oranında değer kaybetmesi, borsa ve şirketlerin değer kaybetmesi, ani işsizlik kavramları gelişiyor. Fakat Türkiye için ekonomi de diğer yıllardaki gibi bir çöküş olmadı. Zamana yayılan; çok yüksek işsizlik, düşük yatırımlar, döviz kurunun yavaş yavaş düzenli değer kaybetmesi ve sürekli durgunluk olarak anılan değişik bir krizle karşı karşıyız.”
Gösterge açısından doların enflasyondan arındırılmış TL fiyatını kriz süreçleri için irdeleyen Yeldan, 1980’den bu yana 4 önemli yükseliş olduğunu belirterek, “1980’nin başında, 1993 öncesinde, 2001 ve 2018 krizinde aynı noktaya kadar çıkmış. TL ortalama yüzde 30 değer kaybetmiş. Yaşanılanı tarif edersek alfabede L’ye benziyor. Bu benzetme önemli bir husus; zira bu tanım çok düşük yatırımlar, çok düşük enflasyon oranı, çok düşük ücret artışları, çok düşük faizler ve yüksek işsizlik anlamı taşıyor” diye konuşuyor.

“Yüzde 5 büyüme olur ama sürdürülemez”
Ekonomilerdeki belirsizliğin en büyük güvensizlik yaratan unsur olduğuna dikkat çeken Yeldan, oynaklığın çok arttığı dönemlerde; yatırımların, potansiyel büyümenin ve ekonominin istihdam yaratma kapasitesinin geriye gittiğini dolayısıyla kalıcı durgunluğun yaşandığını açıklıyor. Durgunluğun yeni tip krizin ana özelliği olarak görüldüğünü paylaşan Yeldan, şu bilgileri veriyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin ortalama büyüme oranı yüzde 4.8 idi. Şimdi bu oran yüzde 4.6’ya kadar inmiş durumda. Ama ekonomiye bakınca herhangi bir 3 seneyi baz alırsak hiçbir zaman yüzde 5 büyüme olmamıştır. Yüzde 7 olmuştur, yüzde 2 olmuştur. Geçen sene büyüme oranları 0’a yakın olduğu için kapasite birikti. Vatandaş tüketimi öteledi. Şu anda cazip indirimlerle vatandaşın tüketim talebi pompalanıyor. Dışarıdan borçlanma yoluyla da ithalatın finansmanı ile ucuz hammadde ucuz ara mal yoluyla Türkiye’de çarkların döndürülüp büyüme sağlanması düşünülüyor. Fakat Türkiye ekonomisinin dış sermaye girişine aşırı bağımlılığı, ulusal tasarruf oranlarının ulusal yatırımı karşılamaması, kendi iç dinamiklere dayalı küçük boy yatırım veya mal işletmeciliğinin büyük boy entegrasyonunun sağlanamaması, sağlıklı ekonomik yapıyı gerçekleştiremedi. Coğrafi eşitsizliği önleyemedi. Göç dalgaları ile düşük vasıflı eğitimsiz işgücünü sürekli kullanma durumunda kaldığı noktada önümüzdeki bir iki yıl boyunca yüzde 5 büyümenin sürdürülemez olacağını, tekrardan tökezleyeceğini görmek zor değil.”

“Ülkede büyüme stratejisi yeniden tasarlanmalı”
Çözümün ekonomi yönetiminde strateji değişikliğinden geçtiğini belirten Yeldan, “Bunun için de doğalgaz ve petrole ihtiyacın azaldığı, yenilenebilir enerji kaynaklarının ön plana çıktığı, kamu işletmeciliği önceliğinde olabilecek sabit maliyetleri göğüsleyici yeni bir enerji üretim stratejisi hamlesi olmalı. Ekonomide ranta dayalı büyüme modeli değiştirilmeli” diye konuşuyor. Gelişmişlikte ekonominin dışa bağımlılığının önemli bir kıstas olduğuna dikkat çeken Yeldan, milli geliri 800 milyar doları bulan 80 milyon nüfuslu bir ülkenin bahtının petrol fiyatlarındaki yüzde 20’lik ucuzlamaya bağlı olmasının kabul edilemez olduğunu ifade ediyor.

“Cari açık vermeden büyüme gerçekçi değil”
Türkiye’nin uzun yıllar yumuşak karnı olan cari açık konusuna değinen Erinç Yeldan, cari açıktan ziyade cari açığın finansmanının önemli olduğunu vurgulayarak görüşlerini şöyle açıklıyor: ”Harcama ve yatırımları dış açık vererek sürdürmenin tek başına tehlikeli olduğunu söylemek doğru değil.’ Uzun yıllar bu cümle vurgulandı. Türkiye 2005 ve 2007 döneminde cari açık veriyor ama uzun vadeli doğrudan dış sermaye yatırımı ile cari açığı finanse ediyordu. AB’ye aday ülkeydik ve insanlar yarına daha büyük güvenle bakıyordu. Ancak görüyoruz ki cari işlemler açığı değil finansmanı daha önemlidir.
AK Parti’nin devraldığı Türkiye’de dış borç stoku 130 milyar dolardı. Şimdi ise yüzde 90’ı özel sektör olmak üzere 400 milyar dolar. En ufak döviz hareketlenmesi özel sektörün borçlarını sarsıyor, şirket iflasları peş peşe geliyor. Türkiye’de ne yazık ki cari açık; sıcak para girişleri, kısa vadeli finans girişleri, imar rantlarıyla finanse ediliyor. Bu da dış borç yaratan bir durum. Dolayısıyla şu anda petrol fiyatlarındaki düşüş ve ulusal tasarruflardaki artış cari işlemler açığını kapatıyor gibi gözükse de esas unsur yatırım talebindeki gerilemeden geliyor. Ekonominin cari işlemler açığı vermeden büyüyormuş gibi gözükmesi uzun süreli olmayacak. Hatta son derece tehlikeli bir görünüm arz ediyor.”

Teknolojinin kapitalizmin yok oluş sürecinde yeri nedir?
Dünya için 1990’lı ve 2000’li yıllardan bu yana hem teknolojideki gelişim hem tüketim alışkanlıkları hem de gelir dağılımdaki şiddetli eşitsizlikler nedeniyle çok ciddi bir tökezleme ve durgunluk yaşandığını kaydeden Yeldan, şunları anlatıyor: “Özellikle OECD ve IMF araştırmacıları veya Robert Gordon gibi yazarların ifadeleriyle; iklim krizi, sağlık ve ekolojik dengesizlikler ekonomide önemli rol oynuyor. Thomas Piketty’nin Capital kitabında dile getirdiği gibi ‘Yaratıcı Yıkım-Düzeltici Savaş’ kavramı geçmişten günümüze yaşanıyor ama sadece yıkıcı olarak. Yugoslavya, Sahra Altı kabile savaşları, bölgemizdeki Irak ve Suriye’deki savaşları buna örnek. Evet; savaş var ama yaratıcılık yok. Savaşlar sonrası sosyal refah devletinin kurumlarını olası kılan bir üretim artışı olmuyor. Onun yerine gelir dağılımındaki eşitsizlik, göç dalgaları yaşanıyor.”
Teknolojik gelişmelerde ise Google, Amazon, Alibaba gibi markaların muazzam üretkenlik pazarlaması yürüttüğünü ama üretkenliği kazanıma dönüştürmediğini kaydeden Yeldan, ünlü İktisatçı Robert Gordon’a atıfta bulunarak; “İnovasyon tüketim ve pazarlama ağında var ama refah arttırıcı bir üretkenlik teknolojisi bulunmuyor” görüşünü aktarıyor.
Sosyal dışlanmanın yarattığı tahribat, iklim krizi, istihdamdaki kayıplar dünya ekonomisine farkında olmasak da ciddi anlamda maliyetler yüklenmiş durumda. Yeldan, “Bu şartlar altında bakınca 21.yy. kapitalizmi 1950 sonrasının getirdiği sosyal refah devleti ve refah toplumunun kurumsal ilerlemesini yaratmak zorunda. Teknoloji buna aracılık edebilir mi? Bunu kestirmek zor ama kapitalizmin kendi içinde evirilmesi veya kendisini demokratik sosyalizme evirmesi kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor. Sürekli olarak gezegenin servetinin kabaca 500 ailenin elinde, üretim yapısının en büyük 2000 ulus ötesi tekelci şirketin elinde bir dünya ticaretinin sergilenmesi, eşitsizliğin üretildiği dünyada huzur içinde sürdürülebilir kalkınma ve büyüme sağlanamaz. Dijital dönüşümün bir fırsata dönüşeceğine inanmak istiyorum” görüşünü aktarıyor.

“Türkiye’nin kalkınması Marmara Havzası’nın dışından gelir”
Türkiye’de ise farklı bir yaklaşım olduğunu aktaran Yeldan, şu noktalara değiniyor: “Türkiye’de eşitsizliği giderecek adımlar atılmalı. İstanbul’un sürekli bir Urfa, Şırnak yaratması yoksullaştıran bir büyüme sağlıyor. Eğitimi kamu öncülüğünde Karadeniz’de, Güneydoğu Anadolu’da yeni teknoloji merkezleri oluşturulmalı. Mevcut üretim modelleri yerine yeni üretim modelleri kurulmalı.” Ekonomide son 20 yılı ‘kayıp’ olarak nitelendiren Yeldan, “Orta sınıfların kendini üretebildiği alanlar sağlık ve eğitimdir. Ülkemizde iki alan da muazzam ticarileşti. Türkiye dünya ekonomisi içinde ucuz işgücü ve yüksek oranda getiri sağlayan imar rantının döndürüldüğü bir ekonomi haline geldi.”

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.