Ekonomist, İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Sinan Alçın, mikro ölçekte ekonomide ciddi bir sıkıntı ile karşı karşıya bulunulduğunu belirterek, “Büyümenin bileşimine bakıldığında; iktidarın ekonominin geleceğini inşaat yani rant ekonomisi ile Suriyeli göçmenlere bağladığını görüyoruz” diyor. Alçın, ekonominin içinde bulunduğu durumun ülkenin içinde bulunduğu siyasal bunalım ve çıkmazdan bağımsız olmadığının altını çizerek, şunları söylüyor: “Bıçak gibi kesilen yabancı yatırımlar (Yılın ilk dört ayında yabancıların doğrudan yatırımlarında yüzde 45 azalma meydana geldi), durma noktasına gelen ihracat, yavaşlayan özel kesim sermaye yatırım harcamaları (yılın ilk çeyreğinde özel sektör makine ve teçhizat yatırımı yüzde 4.7 azaldı) devletin kendisinin bizatihi ekonomik aktör olarak sahaya inmesini zorunlu kılıyor. Bir tarafta ‘savunma sanayii’ yatırımları diğer tarafta inşaat sektörünün geliştirilmesine dayalı bu devlet yatırımlarının finansmanı ise bir taraftan oranı giderek yükselen kısa vadeli sermaye fonlarına (sıcak para) bağlanırken bir yandan da milyonlarca emekçiye dayatılan BES (bireysel emeklilik sistemi), ucuz işgücü potansiyelinin genişletilmesi (Suriyeli işçilerin farklı statüde ucuza çalıştırılmaları, kiralık işçilik uygulaması gibi) uygulamalarına dayandırılmaktadır. Neticede üretim çarkları bir şekilde dönmektedir! Burada milyonlarca işçi ve emekçiyi ilgilendiren çarkın dönmesi değil, nasıl döndüğüdür.”
Kriz 2008’de başladı
Sinan Alçın, bu aşamaya nasıl gelindiğini ise şöyle anlatıyor: “Türkiye ekonomisi için yapısal dönüşümün miladı ‘bugünü de belirleyen kritik dönem’ 2001 yılında uygulanmaya başlayan Kemal Derviş’in ‘güçlü ekonomiye geçiş programı’dır. Zira mali disiplin ve verimliliğe dayalı büyüme stratejisi belirlenmiş ve uygulanmıştır. Programın mali disiplin yanı başarılı bir şekilde uygulanmış ve sürdürülmüş olsa da verimliliğe dayalı büyüme stratejisi 2004 yılında pik noktasına ulaşarak 2008 yılında miladını doldurmuştur. Ve 2008 yılındaki küresel ekonomik kriz ise içeride yaşanan sıkıntının üzerini örtmüştür. Küçük esnafın, orta ölçekli işletmelerin yaşadığı ödeme güçlüğü ve üretim sıkıntısı bu dönem baş göstermiş ancak önlemler alınmadığı için de bugünlere kadar sıkıntılar artarak devam etmiştir.”
Sadece Türkiye değil Çin de tıkandı
Sıkıntının ekonomi kurmaylarınca net olarak görüldüğünü dile getiren Alçın, ancak köklü bir dönüşüm yerine kısa süreli çözüm uygulandığını ve inşaat sektörünün bu noktada önplana çıktığını kaydediyor. Kentsel dönüşüm, kamu ihale kanununda değişiklik, yerel yönetim yasaları ile inşaat alanına yoğunlaşan yapıyla birlikte 2011 yılında iktidarı oluşturan bileşenler arasında çatışmaya yol açtığını ifade eden Alçın, “İnşaat alanı rant yaratır ancak ekonominin tümü için bir etkiye sahip değildir” diyor. Verimliliğe dayalı büyüme modelinin tıkanmasının sadece Türkiye’ye özgü olmadığının da altını çizen Alçın, modelin ana vatanı olan Çin’in de benzer bir sıkıntı ile karşı karşıya kaldığını ve yapısını değiştirmeye karar verdiğini hatırlatıyor. Alçın, detayları şöyle anlatıyor: “Çin, 2015 yılında 11 tane devalüasyon yaptı. 12-13 yıl boyunca yüzde 13-14 büyüyen Çin ekonomisinde büyüme oranı geçen yıl yüzde 7’ye düştü. Ve Çin yapısal bir dönüşümle karşı karşıya olduğunu; ucuz iş gücü yerine orta ve yüksek teknoloji yoğun üretime ağırlık vereceğini söyledi. Çin üretim yapısını değiştirmeye karar verdi. Çünkü Çin ekonomisi de tıkandı. Son 5 yılda Çin’de 130 milyon insan iç göçe tabi olmuştu.”
Büyümenin sac ayakları: Suriyeli sığınmacılar, savunma sanayi ve kentsel dönüşüm
Teknolojinin gelişimiyle Türkiye’nin 1990’lardan itibaren uluslararası iş bölümünde fason üretimin merkezine konumlandığını aktaran Alçın, şu noktalara dikkat çekiyor: “Üretim artık parçalandı. Eskiden merkez ülke ve çevre ülkeler vardı. Merkez ülkeler artık sanayi üretiminden çıkıyor. Katmadeğerin olduğu tasarıma yoğunlaşıyor. Üretim bizim gibi yarı çevre ülkelere kaydırılıyor; Çin, Türkiye, Mısır, Bangladeş, Endonezya, Hindistan, Lübnan, Arnavutluk, Romanya gibi. Dış çeperdeki ülkeler ise hammadde kaynağı ve ağır metallerin ayrıştırıldığı ülkeler oldu. Türkiye artık büyük entegre üretimin yerine fason veya merdiven altı üretimin merkezidir. Ve kontrolsüz büyümeye yol açan bir yapıdır. TÜİK bu noktada diyor ki ekonominin yarısı kayıtdışıdır. Bu ciddi bir orandır ve ülkenin hücre yapısını bozan büyümeye yol açmaktadır. Değiştirilmesi gereken yapı da budur.” Dolayısıyla yüzde 4 büyüme oranlarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin çok da önemli olmadığını paylaşan Alçın, asıl önemli olanın bu büyümenin yol ve yöntemleri olduğunu söylüyor. Alçın, anlatıyor: “Komşularla deyim yerindeyse felciz. İhracat büyümeye istenilen katkıyı sağlayamayacak. Ama Çin’in kırsal göçle sürdürdüğü büyüme stratejisini şimdi Türkiye Suriyeli sığınmacılar ile gerçekleştirme arzusunda. Zira ucuz işgücü olarak Suriyeliler görüldüğü için hukuki altyapısı oluşturuluyor. Büyümeye katkı sağlayacak diğer bir alan da kamu harcamaları. Özellikle de savunma sanayi burada başı çekiyor. Ve son olarak yıkılan kentlerin yeniden inşası yani yerelde kentsel dönüşüm. Dolayısıyla bu büyüme oranları bu şekilde yakalanacak.”
“Doğru model için niyet yeterli değil”
Sinan Alçın, verimlilik ile katmadeğerli üretimin Türkiye’de çok fazla karıştırıldığını aktararak, “Türkiye’nin yaptığı ucuz işgücüne dayalı verimliliktir. Ama bu kalitesizdir. Katmadeğerli üretim ise asıl olması gerekendir. Burada hükümette bir iyi niyet var. Ve her hükümet ülke kalkınsın ister. Ama doğru model bir türlü uygulanmıyor. Türkiye’nin ilk teknoekonomi politika metni 1982 yılında yazılmış ancak o günden bu güne kadar bu konuda yazılan hiçbir politika metni yeterli kararlılıkla uygulanmamıştır.
Şimdi bakıyoruz Ar-Ge’de istenilen oran sağlanmıyor. Oysa devletler üniversite ve kamu kurumları tarafından araştırma gerçekleştirir. Özel sektör ise geliştirmeyi sağlar. Ama hem Ar hem de Ge firmalara bırakılmış durumda ve TÜBİTAK bir kredi kuruluşuna dönüştürülmüş durumda” diye konuşuyor. Türkiye’nin siyasi olarak 5 yıl sonrası için karamsar olduğunun altını çizen Sinan Alçın, gelinen veya gidilecek noktayı ise kişilerden bağımsız olarak sisteme bağlıyor.