Ekonomide niyet okumayıp rakamlara dayanarak analiz yapan bir ekonomist Prof.Dr. Ege Yazgan. Değerlendirmelerini yaparken ekonomide genel kabul görmüş teorileri eleştiriyor. Her ülkenin kendi koşullarına göre değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor, aksi halde teorilerin başarıya ulaşamayacağını öngörüyor.
Yazgan, Türkiye ekonomisinin yüzde 5’leri aşan büyüme performansını başarılı bulmanın yanı sıra sürdürülebilirliği konusunda ezberleri bozuyor. Ekonomiyi iki tespitle değerlendiren Yazgan görüşlerini şöyle açıklıyor: “Türkiye açısından 2017 yılı maliye politikalarının genişleyici yaklaşımı 15 Temmuz Darbe Girişimi şokuna verilen bir yanıttır. Sadece kamu yatırımları ile sınırlı kalmamış ve Kredi Garanti Fonu gibi kredi kaynaklarıyla da ekonomi desteklenmiştir. Büyümede elde edilen sonuçlar da alınan kararların doğru olduğunu, şoka karşı başarılı bir ekonomi paketi uygulandığının kanıtıdır. Bu birinci tespit. Bunun yanında genişleyici maliye politikaları Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğunu düşündüğümüz yapısal sorunlarına cevap verecek nitelikte midir? Hayır. Çünkü şok karşısında alınmış kısa süreli bir çözümdür. Çalışmanın bu yönde olduğunu ekonomi yönetimi Orta Vadeli Programı açıklarken gördük. Ekonomiye ilişkin ikinci tespitimiz de budur. Kalıcılık konusuna gelirsek; OVP açıklanırken ‘Bütçe nereye gidiyor?’ sorusuna uzun uzun yanıt verilmeye çalışıldı. Maliye yönetimi uyguladığı yöntemin geçici olduğunu ve eski disiplinli yapıya dönüleceğini aktardı. Açığın ise vergilerle kapatılacağını söyledi. Ancak bana soracak olursanız Türkiye’nin maliye politikasının aniden eski yerine dönmesine de gerek yok. Kamu borcunun GSMİH içindeki oranını dikkate alırsak daha gidilecek yer var. Yani en azından 1 veya 1.5 yıl daha maliyenin genişleyeceği politikaları sürdürülebilir noktadadır.”
Ekonomide sıkılaşmanın kamu borç yükü belli bir kritik eşiğe geldiği zaman yapılması gerektiğini söyleyen Yazgan, Türkiye’nin şu anda o noktada olmadığının altını çiziyor. Bütçe açığı ve vergi düzenlemelerinin aslında yurtdışı fon kaynaklarına bir mesaj içerdiğini savunan Yazgan, şu noktalara değiniyor: “Türkiye yatırımlarını yetersiz yurtiçi tasarruflarıyla gerçekleştiremiyor. Dolayısıyla yurtdışından fon sağlanamaz ise ülkede yatırımlar azalır ve büyüme gerçekleşmez. Bizim gibi gelişmekte olan bir ülke için büyüme birincil tercihtir. Dolayısıyla yabancı fon sahipleri ülkeye fon aktarırken bazı verileri dikkate alır. Bu verilerden biri de bütçe açığıdır. Açık büyürse fonun maliyeti artar.”
Büyüyememe dünyanın sorunu
2008 küresel krizinden sonra hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin büyümeme sorunu ile karşı karşıya kaldığına dikkatleri çeken Yazgan, gelişmiş ekonomileri ayrı bir noktada değerlendiriyor. Yazgan, “Krizde Japonya Merkez Bankası’nın dahil olduğu tüm Merkez Bankaları piyasaya para sürdü. Sürülen kaynağın büyüklüğü yaklaşık 6-7 trilyon dolar oldu. Ama tüm kaynağa rağmen GSMİH’da artış nominal olarak 2.5 trilyon dolar oldu. Yaratılan kaynak ekonomide değer olarak üretime dönmedi. Bu para yok oldu. Talebin bu kadar pompalanmasına rağmen karşılık görmedi. Dolayısıyla gelişmiş ekonomiler için sorunu çözecek mekanizma ortaya çıkmadı. Kaynak enflasyon yaratabilseydi talep, problemi kendi içinde çözebilirdi. Ama Türkiye’nin durumu bu yapıdan farklı. Yaş ortalamasının 30 olduğu ekonomimizde en önemli ihtiyaç kaynak. Şu tespiti de yapalım; kaynak yaratıp üretime dönmek de kolay bir iş değil” açıklamasını yapıyor.
Türkiye’nin girdiği dönemeç itibariyle artık üretime dönmesi gerektiğini ancak üretiminin büyük bir kısmını da ihraç etmesi gerektiğini yenileyen Yazgan, aksi halde ihracat yapmadan üretim için tasarrufun ‘kendi ayağına kurşun sıkmak’ ile eş değer olduğunu kaydediyor. Yazgan, “Daha az içeride tüketip daha fazla gelir elde edeceksin. Zaten jeopolitik konumumuz bu stratejiyi mecbur ediyor. Türkiye daha fazla teknoloji, daha fazla ihracat yaparak büyümesini sürdürmeli. Kamu maliyesi bir süre daha buna müsait” diyor. Yazgan, yıl sonunda Türkiye’nin yüzde 5.5-6 oranında büyüme sağlayacağını öngörüyor.
“İnşaat ekonomisi bir tercihtir ama miladı dolmuştur”
Ak Parti’nin iktidara geldiğinden bu yana halkın refahını yükseltmeyi baz aldığını ve bunun için kısa vadeli dönüşleri olan hizmetler sektörüne daha fazla yoğunlaştığını kaydeden Yazgan, hükümetin bu yönlü ekonomik büyüme stratejisini doğal karşıladığını açıklıyor.
Türkiye’nin demografik özelliklerinin bu yaklaşıma bir yerde mecbur ettiğini ileri süren Yazgan, bundan sonrası için ise uyarıda bulunuyor: “Devamı yapılamaz.” Stratejide bir dönüşüme gelindiğinin altını çizen Yazgan, modelin artık problem çıkarır noktaya ulaştığını savunuyor. Ekonomiyi rakamlarla analiz ettiğini ve niyet okumanın çok doğru bir yaklaşım olmadığını ifade eden Yazgan, “Yapılması gerekenler elbette vardır ama bir de doğru zamanda doğru politikalarla yapılanlar vardır. Dolayısıyla ekonomiyi konjonktürel olarak değerlendirmek lazım” diyor.
“Enflasyon tabu olarak görülmemeli”
Enflasyon konusunda bir makale üzerinde çalışan Yazgan, sıcağı sıcağına ‘Enflasyon baskısı var mı?’ sorusunu yanıtlıyor. Yazgan, para politikalarında enflasyonun çok fazla dikkate alındığını savunarak alışılagelmiş politikaların da ülkenin şartlarına göre yeniden ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğini kaydediyor.
Yazgan, “Enflasyonu yüzde 5’e düşürmek lazım” nidalarını yersiz bularak görüşlerini şöyle paylaşıyor: “Enflasyonu düşürmek lazım bu da yüzde 5 olmalı deniliyor. Peki neden? Benim neden soruma ise şu yanıt veriliyor: Öngörülebilirlik olur, yatırımlar artar, uzun vadeli faizler düşer. Doğru, peki bu oran ne olmalı? Yüzde 5 mi, 8 mi, 10 mu? Konuya şöyle yaklaşıyorum; enflasyonun üzerinde duran esas yapı mali sektör, dolayısıyla IMF politikaları. Oysa şöyle düşürürsek; enflasyon yüzde 100 olsa ve herkes bunu bilse. Hepimiz fiyaatlarımızı ona göre şekillendirsek, ücretler ona göre artsa enflasyonun bir anlamı kalır mı? Kalmaz. Çünkü enflasyonunun farkı görece değiştiği için önemli oluyor. İşin özünde gelir dağılımı ve yatırım kararını bozan da bu. Bir de şu var: Enflasyon oranı arttıkça bozucu etki de o oranda artar diye bir şey yok. O nedenle ‘Bozucu etki yüzde 5 midir’ derseniz bence değil.”
Yazgan, enflasyonu tabu olarak görmemek gerektiğinin altını çizerken Türkiye’nin önceliğinin de enflasyon olmadığını savunuyor.
“Artır faizi düşür enflasyonu” yaklaşımını klasik IMF reçetesi olarak kabul eden Yazgan, Türkiye’nin bozucu enflasyon oranını yüzde 8 ve üstü olarak açıklıyor.