Bu yolu daha sonra Japonya ve Avrupa’nın da izlediğini belirten Avcı, bütün Merkez Bankaları’nın yapmak istediğinin durgunluğa düşmüş ve enflasyonun geriye gitmesi (dezenflasyon) tehlikesi ile karşı karşıya kalan gelişmiş ekonomileri canlandırmaya çalışmak olduğunu vurguluyor. Bu noktada başrol FED’in. Çok büyük bir varlık alımı programı bulunan FED’in geçen yıl itibarıyla bu programı sonlandırdığını anlatan Avcı, Amerika’nın ekonomisinin de artık ciddi bir şekilde büyümeye başladığını, işsizliğin tekrar çok düşük oranlara geldiğini, gayrimenkul sektöründeki fiyatların ve canlılığın tekrar kriz öncesi seviyelere ulaştığını söylüyor. Ancak Avcı, Amerika’da elde edilen bu başarının Avrupa’da ve Japonya’da elde edilemediğine dikkat çekiyor.
FED’in faiz artırımlarına başlamasının dünyada çok ciddi bir domino etkisi yaratacağını öngören Avcı, para çok fazla bol olduğunda dünya piyasalarında Türkiye gibi yüksek getiri sağlayabilecek gelişmekte olan ülkelerin tercih edildiğini, ancak yavaş yavaş merkezde faizlerin artmaya başlamasıyla bu yönelimin biraz geri çekileceğini düşünüyor: “Türkiye gibi ülkelerden biraz para çıkışı olması bekleniyor ama tabi bu hikaye bu kadar basit değil. Çünkü uzun zamandan beri gerçekleşen, beklenen bu. Ama para aslında yavaş yavaş kendini ayarlıyor. Dolayısıyla hiç beklenmedik ve bilinmeyen bir durum değil. Buna kendini ayarlamak isteyenler bir miktar ayarladılar. Dolar-TL kurunda yüksek seviyeye geldik. Dünyada 2013 Mayıs ayından beri önemli çalkantılar yaşadık. Sonuçta finansal piyasalar bu gelişmeye karşı kendini dengeleyecek. Oradan başlayan fiyatların diğer taraflara yayılmasıyla yavaş yavaş ekonomiler toparlanmaya başlayacak. 2015 yılında tekrar aşmamız gereken yine bu faizlerin artma merhalesi var…”
Cari açık ithal parayı pahalılaştırıyor
Hakan Basri Avcı’ya göre; bu gelişmenin Türkiye’yi etkilemesi, Türkiye’ye gelecek olan sermayenin birazcık daha pahalılaşması; daha yüksek faiz ve daha yüksek kur istemesi şeklinde olacak. Bu noktada Avcı, Türkiye’nin diğer gelişen ülkelerden farkını da şöyle tanımlıyor: “Cari açığın yüksek olması; Türkiye dışarıdan borçlanmak zorunda, kendi içindeki tasarrufları kendine çok fazla yetmiyor demek. Türkiye dışarıdan borçlanmak zorunda olduğu için de genelde sıcak paranın hızlı giriş çıkışlarına en hassas ülkelerden biri olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla dünyada biraz daha merkeze doğru sermayenin çekilmesi gibi bir etki olursa gelişmekte olan piyasalarda bir miktar getirilerin yükselmesi gerekecek. Bunun için de faizlerde bir yükselme olma ihtimali var. Türkiye’nin buna karşı alması gereken en önemli önlem cari açığını düşürmekti. Cari açığın düşürülmesi konusunda aslında son dönemde ciddi bir mesafe katedildi. Yüzde 7-8’lerde olan cari açıkta yüzde 5.5-6 gibi çok daha mantıklı seviyelere geldik ama bu çok yeterli değil. Çünkü Türkiye’de ekonomi canlanmaya başladığı zaman cari açık yine artıyor.”
Yapısal dönüşüm programları yapılırsa...
Hükümet’in açıkladığı yapısal dönüşüm programlarını değerlendiren Avcı, sözedilen yapısal dönüşümlerin mutlaka yapılması gerektiğinin altını çiziyor: “Ancak her şeyden önce ekonomide istikrarı bozacak adımlar veya büyük değişiklikler yapmamak gerekiyor. Şu ana kadar sermayenin Türkiye’ye daha sıcak yaklaşmasının en önemli sebeplerinden biri istikrar ortamının devam etmesi. Hem ekonomide hem de genel yönetimdeki istikrarın devam etmesi gerekiyor. En azından bu önlemlerin alınması gerekiyor. İstikrar çok önemli. Seçim ekonomisi olarak aslında geçmiş yıllarda ki gibi tam seçimler öncesi çok fazla popülist önlemleri almayı gerektirecek kadar bir durum şu an ortada yok gibi görünüyor. Hükümet de bunun altını çizerek söylüyor, ama tabi ki bu politikadır, seçim öncesi çeşitli halk kesimlerini desteklemek için adımlar atılacaktır. Ama seçim ekonomisi başlığı altında genel olarak Türkiye’deki kamu dengesini çok bozacak veya ekonomiyi rayından çıkaracak adımların atılmasını beklemiyoruz. Seçimden sonra yeni oluşan düzende ekonomik istikrarın, ekonomik politikaların düzgün bir şekilde devam ettirilmesi gerekiyor. Seçimden sonra neler olacağının aslında birazcık daha belirli bir şekilde iyi planlanması ve ortaya konulması gerekiyor. Bunlar olmazsa istikrarı bozabilecek gelişmeler olabilir, genel programa da bakılırsa tabi ki Türkiye’nin önemli güzel hedefleri var. Hedef koymak ve o hedeflere doğru çalışmak her zaman güzeldir. Sonuçta hedefleri okuduğunuz, alt alta koyduğunuz zaman çok güzel görünen hedefler. Önemli olan tabii ki uygulamalar. Çok ciddi problemlerin olduğu alanlar var. O problemlerin olduğu alanlarda önemli noktalara parmak basılmış. Ben enerji politikasının daha da fazla vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Gördüğüm en önemli noktalardan biri Türkiye’nin teknoloji kapasitesini yani katmadeğer yaratan kapasitesini artırmaya çalışan bir irade var. Bu, yapılabilirse çok güzel olacak.”
Tasarruf, tasarruf,her şeyde tasarruf
Türkiye’nin son 10 yılda finansal sektörünü diğer gelişmekte olan ülkelerin finansal sektörüne göre çok daha olumlu bir yapıya oturttuğunu düşünen Avcı, “Şu anda Türkiye’de bankaların büyük bir risk altında olduğunu düşünen hemen hemen hiç kimse yoktur diyebiliriz. Bankalarımızın biraz belki yurtdışından borçlanmaları fazla ama bu fazlalık hiçbir zaman dengeyi bozacak, bankaları kırılgan hale getirecek durumda değil, sadece maliyet meselesi. Genel olarak finansal sektörde aslında çok ciddi mesafe kaydetmiş bir ülke gibi görünüyoruz” diyor.
Ancak Avcı çok daha fazla yapılacaklar bulunduğuna işaret ediyor: “En önemli eksiklerden bir tanesi yurtiçindeki tasarruf birikimini çok fazla yaratamıyoruz. Yurtdışından tasarruf ithal etmek zorunda kalıyoruz, cari açığımız da olduğu için biraz sıkıntı yaratıyor. Onu aşmak için finansal sektördeki birikimi güçlendirmeye dönük yapılması gerekenler; bence Türkiye’de gayrimenkul dengesine çok dikkat edilmeli. Türkiye çok gayrimenkul yatırımcısı bir ülke konumunda ve bir banka olarak mevduat toplarken aslında yarıştığımız en büyük getiri gayrimenkul getirisi. Bütün vatandaşlarımız gayrimenkule yatırım yapmayı çok seviyor. Finansal sektörün getirilerinin birazcık daha düzeltilmesi gerekiyor ama bu da mevduata yüksek oran vererek değil de biraz Türkiye’de çok zayıf kalmış olan yatırım fonları sektörünün geliştirilmesi, kurumsal yatırımcıları geliştirerek bu birikimlerin ekonomiye kazandırılması gerekiyor. Kurumsal yatırımcılar derken de en önemlisi; mesela yapılan en güzel adım emeklilik fonlarıyla ilgili. Emeklilik fonlarının Türkiye’de gelişmeye başlamasıyla beraber ciddi miktarda bir birikim oluşmaya başladı. Bu trend devam etmeli. Kurumsal yatırımcıların gelişmesi gerçekten sektör için çok önemli. İnsanları gerçek anlamda yatırıma yönlendiriyor, dönüşümün bu şekilde devam etmesi gerekiyor.”
Petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye’ye çok yaradığını kaydeden Avcı, o yüzden Türkiye’deki varlıkların olumlu anlamda ciddi bir getiri sağladığını ifade ediyor: “Şu anda da petrol fiyatlarının tekrar o düştüğü yerlere 100-110 dolarlara çıkmasını pek bekleyen yok. Petrol fiyatları mevcut olduğu yerlerde sabitlenirse bizim gibi ülkeler için aslında çok olumlu olacak. Diğer yandan FED’in faizleri artırması dolayısıyla bizden ister istemez yaşanabilecek sermayenin daha fazla getiri istemesi sürecine bir miktar karşı koyabilecek olumlu bir gelişme olacak. Onun için petrol fiyatlarının önemi var, buralarda kalması gerekiyor.”
2023 hedeflerine
Dünyadaki gelişmeler, Çin ekonomisi, savaşla ilgili riskler gibi başka riskler de düşünüldüğünde Avcı, 2015 için iyi veya kötü bir yıl demenin çok da kolay olmadığını, orta karar bir yıl olacağını kaydediyor: “Türkiye’nin 2023 yılı hedeflerine bakıldığında tüm hedeflerin hepsine ulaşılması çok da kolay değil. Çünkü çok radikal ve iddialı hedefler var. Ama bazılarına yaklaşılabilir. Onlara yaklaşmak bile bir başarıdır zaten. Özellikle ihracatın artırılması, ekonominin daha da büyümesi gibi hedeflere yaklaşılabilir. Yaklaşılmaması için bir sebep yok. Türkiye dinamik bir ekonomi. İlk 10 değil de Türkiye 11 veya 12. ülke olsa bu başarısızlık anlamına gelmez.
Türkiye’de büyümeyle cari açık arasında çok ciddi bir ilişki var. Ne kadar hızlı büyümeye çalışırsak o kadar çabuk cari açık veriyoruz. Cari açığı verdiğimizde bir yerde o dolar kuruyla bize geri geliyor. Geçmişte yaşanan krizlerin hep sebebi bu. Çok hızlı büyüyor Türkiye, cari açığı artıyor, dengesizlikler artıyor. Daha sonra bir düzeltme geliyor, o düzeltmede döviz kuru çok ciddi seviyelere geliyor. Ondan sonra bir süre bir durgunluk yaşanıyor, büyüme tekrar yavaşlıyor, ondan sonra tekrar aynı döngü başlıyor gibi birşey var. Yavaş ve mantıklı büyüme aslında daha doğru ama yavaş büyümede bize yeter dememeliyiz. Onun için cari açıktaki yapısal dengesizliği muhakkak bir şekilde düzeltmemiz lazım.”
KOBİ’ler ihracatı
Avcı’nın bu konuda çözüm önerileri ise şöyle: “Madem bizim enerji kaynaklarımız yok, oturulan binaların yalıtımından tutun, kullanılan otomobillerin yakıtlarına kadar enerji verimliliğini hedeflemeliyiz. Mesela biz neden elektrikli araçlarda ÖTV’yi sıfırlayıp herkesin elektrikli taşıta geçmesini veya herkesin güneş enerjisini çok çok yaygın kullanmasını özendirmiyoruz. Bu gibi şeylerde çok ciddi mesafe almamız lazım. Bunları alabilirsek ancak cari açıktaki sorunları azaltabiliriz. Almanya gibi bir ülkede güneş enerjisinden çok ciddi tasarruf yapılıyor. Üstelik bizim yarımız kadar güneş almıyor. Türkiye’deki güneş, rüzgar ve başka potansiyeller ve Türkiye’nin bu yakıtlara olan bağımlılığı düşünüldüğünde yapılacak çok daha fazla iş var gibi geliyor. Bu konuda daha radikal olunması gerektiğini düşünüyorum.
KOBİ’ler Türkiye’de çok ciddi potansiyele sahip ve çok ciddi ihracat potansiyelini artırabilecek kanallar. KOBİ’lerin bu noktada desteklenmesi de önemli.”
Enerjide dışa bağımlılık
Hakan Basri Avcı, Türkiye’nin cari açık döngüsünden kurtulması için yapması gereken en önemli atılımın enerjiye olan bağımlılığı biraz azaltmak olduğunu vurguluyor: “Cari açığımızı şişiren en büyük mesele; Türkiye’nin dışarıdan enerji ithal etmesi. Enerji ithali olmasa aslında biz cari açığımız dengede diyebiliriz.
Yapabileceğimiz şu; yenilenebilir enerji kaynaklarına, kendi içimizden sağlayabileceğimiz enerji tasarrufuna ciddi önem vererek, bunları en azından olabilecek en yüksek seviyeye getirmek gibi bir çalışma yapmamız lazım. İhracat ve ithalat dengesini birazcık daha ihracat lehine artırmalıyız.
Sonuçta cari açığımızı dengelemek için elimizden gelen ne varsa onu yapmalıyız. Hükümet’in açıkladığı programda da yeralan kaliteli işgücü ve üretim merkezi olmamız lazım. Bütün bunların hepsini birarada yapmalıyız ki bu tür gelişmelerden daha az etkilenelim. Bu bugünden yarına olabilecek bir şey değil ama yapmamız gerekenler bu gibi görünüyor. Başka çaremiz yok.”