Fiyat istikrarı sağlanmadan yaşanılan büyümenin sağlıklı ve istikrarlı olmayacağının altını çizen Demiralp, “Makroekonomik istikrar öncelikli politikalar yerine büyüme ağırlıklı politikaların benimsenip fiyat istikrarının sağlanamaması bizim yanlışımızdır” diyor.
Ekonomist Prof.Dr. Selva Demiralp, Türkiye ekonomisi için kısa vadede çok iyimser olmadığını söylüyor. Gerekçesini; “Türkiye ekonomisi son üç çeyrekte yüzde 11.2, yüzde 7.2 ve yüzde 7.3 büyüdü. Bir ülkede potansiyel üzerinde büyüme sürdürülebilir değildir. Türkiye için potansiyel büyüme oranının yüzde 5.5 civarında olduğu tahmin ediliyor. Bunun üzerinde büyüme sağlıksızdır. Ekonomi er ya da geç potansiyeline geri döner. Geri dönülen noktada ise daha yüksek enflasyon olur. Türkiye bugün sancılı bir yavaşlama süreci yaşamaktadır. Bu yavaşlamanın “yumuşak iniş” mi yoksa “sert iniş” mi olacağı bir süredir tartışılan bir konu. Ekonomi aşırı ısınma sinyalleri gösterirken frene basılsaydı belki daha yumuşak bir iniş yaşanabilirdi. Ancak yaşadığımız kur şoku ve bunun sonunda kaçınılmaz görünen faiz şoku ile yumuşak inişin giderek daha uzak bir ihtimale dönüştüğünü düşünüyorum” şeklinde açıklıyor.
İç ve dış nedenler kuru değerlendiriyor
Şu anda kurun değer kaybına yol açan iç ve dış faktörler olduğunu aktaran Demiralp, önce iç faktörlerden başlayarak şu bilgileri veriyor: “Ekonominin makroekonomik dengelerine ait üç kritik gösterge olan enflasyon, döviz kuru ve tahvil faizleri birbiri ile yakından ilintilidir ve beraber hareket ederler. Enflasyonun yükselişi para politikasının yeterince sıkı olmadığına işaret ediyor. Her sene talepten ya da maliyetten kaynaklanan gerekçeleri ileri sürerek enflasyonun neden yüksek kaldığını bir şekilde açıklayabilirsiniz. Ancak sebebi ne olursa olsun enflasyonu düşürebilmek imkansız değildir. Eğer enflasyonu düşürmenin bedeli olan yüksek politika faizine katlanırsanız bir süre sonra enflasyon düşer. Son 1.5 sene içerisinde TCMB’nin politika faizini ciddi şekilde yükseltip sıkı para politikası uyguladığını biliyoruz.
Peki neden bu politika işe yaramadı? Bunun temel sebebi para ve maliye politikalarının uyum içerisinde çalışmaması oldu. Çünkü bir taraftan sıkı para politikası ile ekonomi soğutulmaya çalışılırken diğer taraftan büyümeyi artırıcı maliye politikası uygulandı ve bu iki politika birbirini nötralize etti. Kurdaki değer kaybının en önemli sebeplerinden birisi enflasyonun yüzde 15 seviyelerini aşarak enflasyon hedeflemesi dönemi başından bu yana en yüksek seviyelere ulaşmış olmasıdır. Enflasyon yerel paranın değer kaybı anlamına geldiği için enflasyondaki artış TL’ye olan talebi azaltır. Yüksek enflasyon bir taraftan yerel paranın değer kaybına sebep olurken bir yandan da geleceğe yönelik belirsizlik yaratarak yatırımcı talebinin TL cinsi varlıklardan dövize yönelmesine sebep oluyor. Kur ve tahvil faizlerindeki artışın bir sebebi budur. Yani kur yükselir. Bu şartlarda şu anda gözlemlediğimiz gibi enflasyon, kur ve faizin aynı anda yükseldiğini görürüz.”
Kurun yükselmesinde iç faktörler kadar dış faktörler de etkili. Örneğin; bu sene ABD Merkez Bankası FED’in faiz artırım sürecini biraz daha hızlandırdığı görünüyor. Bu sene iki faiz artırımına daha gidecekleri tahmin ediliyor. Bu durum Dolar’ın tüm gelişmekte olan ülke para birimlerine karşı değer kazanmasına sebep oluyor. Demiralp, “Ancak son dönemde TL’nin diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinden daha fazla değer kaybetmesinin temel sebebi dış ilişkilerimizde özellikle ABD ile yaşamış olduğumuz gerginlikten kaynaklanıyor. Ağustos başından itibaren yaşanan gerginliğin bulaşıcı bir gerginlik ve paniğe sebep olduğunu ve dış algının Türkiye aleyhinde gelişmekte olduğuna şahit oluyoruz” diye konuşuyor.
Büyümenin niteliği değişmeli
Türkiye’nin yaptığı yanlışlar nelerdir? Demiralp, öncelikle “enflasyon pahasına büyüme” algısının değişmesi gerektiğini savunuyor. Bir ülkede fiyat istikrarı sağlanmadan gerçekleşen büyümenin sağlıklı ve istikrarlı bir büyüme olmayacağının altını çizen Demiralp, yaşanılan sıkıntıları ve yapılan yanlışları şöyle detaylandırıyor: “Enflasyon bir taraftan yaşam pahalılığı, gelir dağılımında bozulma, düşük tasarruf, düşük yatırım gibi problemler yaratırken bir taraftan da kuru etkiler. Türkiye gibi cari açığı GSYH’nın yüzde 6’sını geçen, özel sektör dış borcunun 217 milyar doları aştığı bir ülkede kurda yaşanan çalkantının ekonomiye faturası çok ağır olabilir. Makroekonomik istikrar öncelikli politikalar yerine büyüme ağırlıklı politikaların benimsenip fiyat istikrarının sağlanamaması bizim yanlışımızdır. Benzer şekilde ithalata dayalı üretim yapımız kura hassasiyetimizi artırmaktadır. Kriz sonrası döviz likiditesinin bol olduğu dönemde alınan borçların verimliliği artırıcı üretim alanları yerine verimliliği daha düşük olan ve sanayiden pay çalan inşaat ağırlıklı projelere yönlendirilmiş olması bugün bu borçların geri ödenmesini zorlaştırmaktadır. Keza yapısal reformlarda yeterli ilerlemenin kaydedilmemiş olması da yanlışımızdır.”
İletişim hatası yaşandı ama atılması gereken çok adım var
Demiralp’e göre son dönemde yaşanılan gerginliklerin altında iletişim hatalarının da önemli bir payı var. Aşırı ısınma emareleri gösteren bir ekonomide, politika yapıcıların ekonominin kontrollü şekilde ‘soğutulacağı’ ve ‘enflasyonun düşürülmesi’ mesajı vermesi gerektiğine dikkat çeken Demiralp, şu noktalara değiniyor: “Enflasyonun düşürülmesi konusunda ise dünyaca kabul görmüş iktisat prensiplerinden uzaklaşılmayacağının altının çizilmesi gerekir. Bunun yerine büyümenin altının çizilmesi ve sıkı para politikası karşıtı yorumlar yapılması ekonominin makroekonomik dengesizliklerinin daha da bozulacağı algısını yarattı. Şu anda dış algı o kadar gerilmiş ve kafalar öylesine karışmış durumda ki verilen doğru mesajlara da şüphe ile yaklaşılıyor. Bu kafa karışıklıklarının en kısa zamanda giderilmesi ve yaşanan paniği giderecek somut adımların acil olarak atılması gerekiyor. Bu noktada vaadler ve planlar ilan etmek için geç, artık acil olarak harekete geçmek gerekli.”
Ayrıca Merkez Bankası’nın bağımsızlığının yeniden oluşturulması gerektiğinin altını çizen Demiralp, atılması gereken adımları şöyle sıralıyor: “Merkez Bankası kredibilitesi son dönemde gerek siyasi söylemler gerekse hedefi üç kat aşan enflasyon oranı ile çok yıprandı. Merkez’in yeni bir sayfa açtığı sinyalini vermesi ve kredibilitesini tekrar kazanması gerekiyor. Bunu yapmak içinse bugüne kadar ertelediğinden çok daha faiz artırımları yapmak zorunda kalabilir. Bu maalesef acı bir reçete ve zaten kur şoku ile artan üretim maliyetinin bir de faiz şoku ile artması anlamına gelecek. Ancak geçmişte yapılmamış faiz artırımının bedeli budur.
Ayrıca yapısal reformlar konusunda somut bir takvim açıklanmalı ve eğitim reformuna öncelik verilmelidir. Türkiye’nin ithalata dayalı üretim sisteminden çıkıp yüksek katmadeğerli üretim yapısına geçebilmesi için öncelikle işgücü kalitesinin yükselmesi gerekiyor. Bunun için ise ezbere dayalı eğitim yapısından yaratıcı düşünmeyi teşvik eden yeni bir eğitim yapısına geçmemiz lazım. Cari açığı düşürmek için bir diğer gereklilik düşük tasarrufların artırılmasıdır. Bunun için kadınların işgücüne katılması sureti ile kişi başına düşen milli gelir artmalıdır.
Ancak kadınları işgücüne katmadan önce iş imkanları yaratacak önlemler alınmalı yani ülkenin potansiyel üretim kapasitesini artırmak için yatırımları teşvik edici adımlar atılmalıdır. Doğrudan yabancı yatırımları artırabilmek için dış ilişkilerimizde barışçıl bir anlayış benimsemek, Türkiye’nin batı standartlarında iş hukukuna sadık kaldığının göstergesi olarak bağımsız yargı anlayışını yerleştirmek gerekmektedir.”
Ekonomist Prof.Dr. Selva Demiralp: “Ekonomik ısınma sinyalleri görülmedi”
Ekonomist Prof.Dr. Selva Demiralp: “Ekonomik ısınma sinyalleri görülmedi”
Türkiye ekonomisi zor bir dönemden geçiyor. Bu dönemde yapılan bir dizi yanlışlar da hemen göze çarpıyor. Demiralp’e göre öncelikle “enflasyon pahasına büyüme” algısının değişmesi gerekiyor.
Sadi Özdil 6 Yıl Önce
Üretim olmadan kalkınma olmaz üretim olmadan ihracat olmaz teknoloji olmadan sanayi olmaz ve ve Kalkınma refah olmaz olmaz