Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Erinç Yeldan
Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Erinç Yeldan
Belirsizlikten çıkış: Üretkenlik modelinde Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Erinç Yeldan ile Türkiye ekonomisinin 2017 yılına ufuk turu yaptık.
Ekonomist Erinç Yeldan’a göre Türkiye, dünya ekonomisi ile uluslararası finansal sermaye hareketlerinin yönüne bağlı bir ilişki içerisinde: Dışarıdan sermaye girişleri sürdüğü sürece büyüyen, ancak sermaye girişleri yavaşladığında durağanlaşan bir ekonomik yapı söz konusu. İthal girdilere ve dövizin ucuzluğuna bağımlı olan bu yapı, yurtiçinde iç talebin canlı tutulması koşuluyla ivmelenme yaratabilirken aksi durumda ise yavaşlama gösteriyor.
Oysa 2003 sonrası dönemde fert başına milli gelirin dolar bazında üç misli artış göstermesi AKP ekonomi idaresinin başarı öykülerinin ana temasını oluşturmaktaydı. 2003’ten 2007’ye kadar olan dönemde, dünya ekonomisinin spekülatif nitelikli ve 2008 kriziyle birlikte sürdürülemez olduğu belgelenen genişleme konjonktürüne denk gelen bu gelişmenin ardında dövizin ucuzluğuna dayalı sanal bir büyüme yatmaktaydı. Bu konjonktür, 2010-2012 arasında da bir kez daha tekrarlandı. Bu dönemde gelişmiş batı ekonomileri (başta ABD ve İngiltere), krizi atlatabilmek için olağanüstü bir parasal genişleme programı uyguladı ve dünya ekonomisi, deyim yerindeyse sıcak paraya boğuldu. Gene bu dönemde Türkiye göreceli olarak yüksek faiz sunarak sıcak parayı yurtiçine çekti.
Gelişmiş ekonomilerin finansal piyasalarında faizler neredeyse “sıfır” noktasına çekilmiş iken Türkiye yüzde 8-10 arasında faiz sunarak uluslararası sermaye hareketlerinin girişine dayalı bir büyüme elde etti.
Milli gelirin 2016’nın birinci çeyreğinde yüzde 4.8 büyüdüğünü hatırlatan Yeldan, söz konusu büyümenin ardında yüzde 6.5’lik genişlemeyle birlikte özel tüketim harcamalarının yattığını ve Türkiye’nin tüketim talebine dayalı bir genişleme içinde olduğunu vurguladı.
Yeldan, “Gerçekten de bu dönemde sabit sermaye yatırımları yüzde 0.4 ile daralmış, ihracat artışı ise yüzde 2.4 ile çok sınırlı kalmıştı. İthalat talebindeki artış ise tüketim harcamalarına koşut olarak yüzde 7.5 büyümüş idi. Şimdi bu ekonomik yapı 2017’ye siyasi belirsizlikler, uluslararası siyasette yeni yön arayışları, iç hukuk sisteminde yaralı bir kurumsal yapı ve dünya ekonomisinde süren (Brexit türü) gerginlikler ve durgunluk ortamında girecek” bilgisini veriyor.
Yeldan, reel olarak iç tasarruflara dayalı ve üretkenlik kazanımlarına dayalı bir sabit sermaye yatırım perspektifinin önümüzde gözükmediğinin altını çiziyor. Yeldan, “Yakın dönemden 2023’e doğru uzayan perspektif içerisinde gene dövizin ucuz tutulmasına ve faiz yükünün düşürülmesinden kaynaklanacak iç talebe dayalı spekülatif yönlü bir büyüme beklentisinin AKP ekonomi idaresince paylaşıldığı anlaşılıyor” diyor.
En önemli sıkıntılardan biri kısa vadeli dış borç
Yeldan, Türkiye’nin 2000’li yıllarda ulusal sanayiye ve üretken yatırımlara dayalı büyüme perspektifini terk ettiğini kaydediyor. Bunun yerine konut inşaatına ve kısa dönemli finansal kazançlara dayalı rantiyer bir sermaye birikimi modelinin (ya da daha doğrusu 1980’lerden bu yana tasarlanan bu modele 2003 sonrasında tam anlamıyla geçildi) uygulamaya konulduğunu açıklıyor.
Dış açığa dayalı, spekülatif nitelikli büyümenin sonucunun dış borçlanma olduğunu kaydeden Yeldan, “Türkiye’nin 2016’nın ilk çeyreği itibariyle toplam dış borcu 411.5 milyar dolardır. Dış borçlarımız AKP’nin ilk iktidara geldiği 2003’ün son çeyreğinde 124 milyar dolar idi. Yani AKP ekonomi yönetimi iktidarı boyunca Türkiye’nin dış borçlarını 3.3 misli (net 287 milyar dolar, kişi başı yaklaşık 3.500 dolar) arttırmıştır” bilgisini veriyor.
Yeldan, şu uyarıyı yapıyor: “Bu borcun 108.1 milyarı kısa vadelidir. Bu rakam Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervleri (98.1 milyar) ile karşılaştırıldığında, rezervlerin yüzde 110’una ulaştığı görülmektedir. ‘Kısa vadeli dış borcun merkez bankası döviz rezervlerine oranı’ bütün derecelendirme ve finansal yatırım kurumlarınca bir ülkenin en önemli kırılganlık göstergesi olarak izlenmektedir. Söz konusu oranın yüzde 100’ün üzerinde seyrediyor olması, böylesi bir siyasi belirsizlik ve çalkantı döneminde Türkiye ekonomisi için çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.”
Reformlar ve değişen büyüme modelinin ayak sesleri
Dövizin ucuzluğuna dayalı spekülatif nitelikli büyümenin bedeli; dış açıklar (cari işlemler açığı) ve yüksek borçlanma olarak gerçekleşiyor. Cari işlemler dengesi 2016’nın Ocak–Mayıs döneminde 13.7 milyar dolar açık verdi. Bunun 7.8 milyar doları net borç portföy yükümlülükleriyle 2.6 milyar doları da kayıtdışı (ödemeler dengesi: net hata noksan) girişleriyle kapatıldı. 2015’te aynı dönemde cari açık 18.6 milyar dolar idi ve kayıtdışı sermaye girişleri finansmanının payı 9.7 milyar dolar biçimindeydi. Dolayısıyla yakın dönemde cari işlemler açığının finansmanı sıcak para ile kayıtdışı sermaye girişleri arasında gidip geliyor.
Erinç Yeldan, tüm sıkıntıların ışığında şu mesajın altını çiziyor: “Türkiye’nin bundan sonra uygulaması gereken reformların ana gündem maddesi ‘üretkenlik’ artışına dayalı büyüme olmalıdır. Bunun için bölgesel eşitsizlikleri giderecek ve işgücü piyasalarında emeğin niteliğini arttıracak eğitim ve Ar-Ge programlarına ihtiyaç vardır. Türkiye’nin Ar-Ge destekleme programları daha çok kısa dönemli ticari başarıya endeksli görünümdedir. Oysa gerçek anlamda Ar-Ge uzun soluklu ve kamu sektörünün ‘sosyal fayda’ ilkesine göre yapılmış yatırımlarına dayalı olmalıdır.”
Enerjide dışa bağımlılık azaltılmalı
Bu gelişim modeli içerisinde en önemli kısıt ise enerji arzına dayalı gözüküyor. Yeldan, Türkiye’nin kömür ve petrol ürünleri gibi fosil yakıtlara dayalı olarak enerji talebini sürdüremeyeceğinin altını çiziyor. Yeldan, “Bunun tersine ‘yenilenebilir’ enerji (rüzgar, güneş, hidro ve jeotermal) kaynaklarına dayalı bilinçli ve kamu öncelikli bir enerji yatırım programı, hem Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltıcı; hem de ulusal ekonominin yatay ve dikey girdi bağlantılarını güçlendirecek bir büyüme modeli sunacaktır” önerisini sunuyor.
Türkiye’nin mevcut makro ekonomik modelinin ara malı ve yatırım malı ithalatının ucuz döviz yoluyla finanse edilmesine dayandığına dikkat çeken Yeldan, “Oysa uluslararası iktisat yazını bize göstermektedir ki ara ve yatırım malları ithalatı en tahrip edici ithalat biçimidir. Bu tür ithalat doğrudan doğruya vasıflı ve kaliteli işgücü talebini olumsuz etkilemekte ve işsizliğin de yapısal temellerini oluşturmaktadır” diyor.
TÜİK tarafından sunulan en son verilere göre işsizlik oranı yüzde 9.3, tarım dışı sektörlerde ise yüzde 11 olarak gerçekleşti. İşsizlik oranının mevsimsel dalgalanmalarla birlikte yüzde 9.5–10.5 bandında seyretmeye devam eden görünümü, güncel olarak yaşadığımız göçmen ve ucuz işçi baskısı ile birleştiğinde, Türk işgücü piyasalarında ileriye dönük olarak enformalleşme ve kayıtdışılığın artacağı yönünde endişeler güçleniyor.
Yabancı yatırımcı hala “Türkiye” diyor
İngiltere’nin AB kurumsal yapısının dışına çıkacağı endişesi 2016’nın yaz aylarına damgasına vurdu. Erinç Yeldan, İngiliz halkının bu kararı revize edeceğini söylüyor. “Ortada iç siyasete dayalı bir rant gözükmesine karşın, ekonomik maliyetin ciddi boyutta olacağı yavaş yavaş anlaşılmaktadır” diyen Yeldan, görüşünü şöyle aktarıyor:
“Öte yandan, Mayıs ayından bu yana yaşanan ‘Brexit süreci’ küresel para piyasalarında dolaşan finansal sermayenin AB’deki bu belirsizliklere koşut olarak Türkiye gibi daha yüksek faiz getirisi sunan yükselen piyasa ekonomilerine (emerging market economies) yönelmekte olduğunu göstermektedir. 15 Temmuz Darbe süreci bu anlamda sermaye girişlerinin temposunu düşürmüş gözükmektedir, ancak yabancı yatırımcılar bence hala ‘Her şeye rağmen burnunuzu tıkayın ve Türkiye’ye girin’ anlayışını korumaktadır.”