İnsan ‘hayal kuran’ bir varlıktır. Hayal kurmak, kurabilmek genellikle hayata dair umut verir ve insanı başka bir duyguya iter. Hayal edebilmek aynı zamanda bir keşif, değişim ve gelişim yolculuğu ve aynı zamanda buluşların ve icatların yapıldığı önemli bir aşamadır.
İnsan, ‘hayal kuran’ bir varlıktır. Hayal kurmak, kurabilmek genellikle hayata dair umut verir ve insanı başka bir duyguya iter. Hayal edebilmek aynı zamanda bir keşif, değişim ve gelişim yolculuğu ve aynı zamanda buluşların ve icatların yapıldığı önemli bir aşamadır.
Herkes hayal kurar ama maaşla çalışan işçisi, memuru daha farklı ve başka hayal kurar. Yıllarca üç otuz maaşa talim etmiş -biriktirebilirse tabii- kıyıya köşeye bir takım küçük yatırımlar yapmış, alacağı emekli maaşıyla başını sokacak bir ev almak ya da kızını veya oğlunu evlendirmek, borçlarını ödeyebilmek ve / veya herkesin diline doladığı tatil yerlerini doyasıya görebilmek ister. Daha başka hayal kuranlar da vardır; yeni bir iş açmak, işini büyütmek, son model arabalara binmek veya keyfi ne istiyorsa onu yapmak isterler.
Kazın ayağı öyle değildir ama. O yaşa gelince zaten enerji biter, yorgunluklar, hastalıklar insanı hayattan soğutmuştur. Yaşam şartları, evdeki sorunlar, çocukların okulu, işi, evliliği ve iş durumu derken nefes alamaz hale gelir insan… Diyelim bir şekilde ayakta kaldınız, sahil kasaba veya köylerinin birinde -denize yakın olmasa da- bahçe içinde bir ev almak veya eski köy evini tamir edip oturmak ve keyfini yaşamak istediniz ama yine hayal kırıklığı sizi bekliyor zira buralarda değil bir, on emekli ikramiyesi ile ev yaptırmak bir yana, arsasını alamayacağınız gibi Legolardan ev yaptırıp onu seyredebilirsiniz…
Nereden mi biliyorum? Yaşıyorum da ondan. Devlete 38 yılını ver, hem de profesör olarak çalış, binlerce öğrenci yetiştir; Türk sporunun son 30 yılına kendi çalışmalarınla damga vur, ülkene hizmetinin karşılığında aldığın emekli ikramiyesi ile bırakın yeni bir araba alabilmeyi, şöyle ikinci veya üçüncü el bir arabayı bile alamıyorsunuz. Kırılıyor, üzülüyor ve kendinizi sorgulamaya başlıyorsunuz. “Bu yetenek ve farkındalıkla paranın peşinden koşsaydım daha çok para kazanırdım” diyorsunuz ama parayı en son düşündüğünüz için bu istek hemen sönmeye başlıyor. Zira, sevdiğiniz, parası az olsa da kendinizi ait hissettiğiniz bir dünyada hayallerinizin işini yapmayı en büyük zenginlik olarak gördüğünüz için bu düşünceden hemen vazgeçiyorsunuz. Yine de gerçekler yüzünüze çarpıyor; çocuklarınız, eşiniz size; “İngiltere ve Amerika’da olsaydın bu çalışkanlık ve üretkenlikle daha çok saygı görür ve para kazanırdın; daha iyi yaşardık” serzenişleri içinizi acıtsa da susuyor, ‘her şeyin para olmadığını’ içinizden kendi kendinize hatırlatıyorsunuz…
Gözden ırak bir Ege köyünde zaman zaman gelebileceğiniz bir ev almak istiyorsunuz ev ve arsa bakıyorsunuz ama köylüler zaten yabancı istemediği gibi var olan arsa ve evlere öyle bir fiyat biçiyor ki işte o zaman tekrar canınız sıkılıyor ve yeniden kendinizi ve emeklerinizi sorgulamaya başlıyorsunuz. Anladım ki İstanbul’dan uzak, denizin olduğu yerler kasaba veya köy fark etmiyor buralarda yarım dönüm bir arsa, tarlanız varsa bile milyonersiniz. Buradaki köylüler adı köylü olsa da pek köylü değiller. Köyde yaşıyorlar ama toprakları ve arsalarını alabilmek için servet ödemek zorundasınız. Bu arazileri alıp ev yapabilenler zaten paraya sahip olanlar. Bir de yabancılar ev, arsa alarak buralarda ev, villa yapmışlar ve dolayısıyla fiyatlar uçmakla kalmamış fezaya kadar fırlamış. Gel, yıllarca hayalini kurduğun ‘yarım dönüm de olsa bahçeli taş ev hayali’, ‘taş maş önemli değil yeterki bir ev olsun’a’ evriliyor ama onu da bulmak hayal ötesi oluyor.
‘İsmin, cismin, unvanın ne olursa olsun paran yoksa değerli değilsin’ gerçeği, insanın suratına bir zemheri rüzgarı gibi çarpıyor. Kuyruğunuzu eşiniz ve çocuklarınıza karşı dik tutmak istiyorsunuz ama yine de içten içe kızgınlığınız artıyor ve “ben bir hava alayım geleyim” deyip yürüyüşe çıkmak istiyorsunuz… Bu yürüyüşler, kendinizle, seçimlerinizle ve hayallerinizle bir muhasebe yürüyüşü aslında. “Yeniden başlasam daha farklı olur muydum? Daha farklı ne yapardım, para önemli, bunun için nasıl bir yol izlerdim?” soruları kafanızı kurcalamaya devam ediyor… Sizin yarınız edemeyecek olanların daha farklı hayatlar sürmesini bırakın, kendi potansiyelinizi tam ortaya koyamamak belki de acıların en acısı oluyor galiba...
Yine de teselli buluyor, “Buna da şükür, şanslıyım. Benim yerimde olmak isteyen binlerce insan var. Bu da önemli” deyip daha derin bir nefes alıp yürüyüşünüze devam etmek istiyor ve uzaktan gelen, mahalle canları olan kedilerin, horozların ve doğanın sesi sizi bir an olsa da mutlu etmeye yetiyor…
Değdi mi?...
Paylaş